Zulüm İle Abad Olanın Akıbeti

Fadi Ebu Salah ismini duymuşsunuzdur… Duymayanlar için tekrar edelim, Gazze sınırındaki 14 Mayıs’ta düzenlenen gösterilerde İsrail askerleri tarafından şehit edilen 62 Filistinliden biri… İsrail’in 2008 yılında Gazze’ye düzenlediği saldırıda insansız hava araçları tarafından atılan füze ile iki ayağını kaybeden ve o zamandan beri hayatını tekerlekli sandalye ile sürdüren, yiğit bir mücahid…

“…Allah zâlimleri sevmez.” (Âl-i İmrân, 57)

İki yıl geçti aradan, daha dün gece yaşanmış gibi taze hafızalarımızda o kara gece… Yüreğimizdeki bu ağır yara, hiçbir zaman unutulmayacak, dile kolay 250 canımıza kıydılar o gecede… 2000’in üzerinde yiğidimiz gâzi oldu.

“En çok çile çemberinden geçen peygamber benim.” (Tirmizî, Kıyâmet, 34/2472) buyuran Efendimizin çilelerle yoğurulan ümmetiyiz biz… Türlü bâdireler atlattı bu ümmet… Nice şehitler verildi, nice yiğitler gâzi oldu… Ama ümmet-i Muhammed’e oynanan oyunlar bitmek bilmedi. Ne zâlim ve ne de zulmü, bu dünya var oldukça bitmeyecek, bu âşikâr…

Bir yanımız, 15 Temmuz rûhu ile hâlâ dipdiri iken, diğer yanımız Kudüs için, Gazze için, Filistin için mahzun ve çaresiz… Bizim için İstanbul neyse, Kudüs odur! Ankara neyse, Şam odur! Bursa, Sinop, Malatya, Adıyaman neyse, Bağdat, Filistin, Gazze odur. Aynı hassasiyetle çarpar yüreğimiz… Aynı acıyı taşır kalbimiz…

Mü’min bir kalbin bulunduğu her yer, bizim gönlümüzün bağlandığı yerdir. Orada olan mü’minle kalbimiz bir atar, yüzümüz onunla güler, gözümüz onunla aydınlanır. Onunla sevinir, onunla üzülürüz. Bu, bize dinimizin öğrettiği kardeşlik hukukunun gereğidir. Mesele sadece bir mekân ve coğrafya değil, o coğrafyayı vatanımız yapan mü’minin varlığıdır. Doğusuyla batısıyla yeryüzü zaten Allâh’ındır. Dünyanın neresinde bir mazlumun gözyaşı toprağa düşmek için gözlerinden damlasa, önce bizim yüreğimize düşer, düşmelidir. Biz, mü’minin ayağına batan dikeni kendi gönlümüzde hissedeniz!.. Biz, mazlumun gözyaşının sînesinde yankılandığı insanlığın vicdanıyız!

FİLİSTİN KURTULANA KADAR... 

Ramazan ayının başlarında had safhada olan zulüm, hâlen devam etmekte maalesef… Duâlarımıza eşlik eden gözyaşlarımızla seyrediyoruz, takip ediyoruz olup biteni…

Fadi Ebu Salah ismini duymuşsunuzdur… Duymayanlar için tekrar edelim, Gazze sınırındaki 14 Mayıs’ta düzenlenen gösterilerde İsrail askerleri tarafından şehit edilen 62 Filistinliden biri… İsrail’in 2008 yılında Gazze’ye düzenlediği saldırıda insansız hava araçları tarafından atılan füze ile iki ayağını kaybeden ve o zamandan beri hayatını tekerlekli sandalye ile sürdüren, yiğit bir mücahid…

30 yaşındaydı ve 5 çocuğu vardı… Şehâdete ermeden birkaç hafta önce kendisi ile yapılan röportajda, “Filistin kurtulana ve abluka kırılana kadar” engelinin kendisini bu gösterilere katılmaktan alıkoymayacağını söylemişti. Eşi Âmine Ebû Salah da aynı teslimiyetle:

“-Sanki biliyordu... Bana, çocuklarımıza sahip çıkma nasihatinde bulundu ve çıktı. Omuzlar üstünde geri döndü.” dedi ve o gün yaşadıklarını şöyle anlattı:

“-Çocuklarımla beraber evdeydik. Öğle yemeği sırasında beni telefonla arayarak gelemeyeceğini söyledi. Üzerinden çok geçmeden Fadi’nin vurulduğu haberi geldi.

Duyduklarıma inanamadım ve hızlıca hastaneye koştum. Kimse bana âkıbeti ile ilgili bir şey söylemedi. Sonra kardeşinin, Fadi’nin boş tekerlekli sandalyesini sürerek geldiğini gördüm. İşte o zaman hüngür hüngür ağladım ve şehit olduğunu anladım.”

Durup bir düşünelim bu zulmü işleyenlerin âkıbetini; Rabbimiz İbrahim Sûresi’nin 42. âyetinde şöyle buyuruyor:

(Rasûlüm!) Sakın Allâh’ı, zâlimlerin yaptıklarından habersiz sanma!.. Ancak Allah, onları cezalandırmayı, korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.”

Leylâ bebek, 8 aylıktı daha zâlimler tarafından “tehdit” olarak algılandığında ve “terörist” olarak isimlendirildiğinde… Gazze’ye yapılan o son saldırıda, küffar tarafından üzerlerine yağdırılan göz yaşartıcı gaz bombalarının tesiriyle şehid edildi… Katliâmın en küçük şehidi o… Cennet kuşu Leylâ… Cennet kokusuna doyamayan sabır ve teslimiyet sahibi âilesi, o küçücük bedeni, cennette buluşuncaya kadar Rabbine teslim etti.

Leylâ’nın annesi Meryem el-Gandur, yavrusu şehit olduktan sonra olan biteni şöyle anlattı: O gün Leyla hasta olduğu için kendisi gösterilere katılamamıştı. Bir ara Leyla’nın 13 yaşındaki abisi, annesinden habersiz, Leyla’yı alarak anneannesinin yanına, gösterilerin olduğu Gazze sınırına götürmüştü.

O sırada İsrail askerleri, keskin nişancıların attığı gerçek mermilerle insanları vurmaya başlamış, yetmezmiş gibi, kalabalığın üstüne dronelarla peşpeşe ve yoğun miktarda göz yaşartıcı bombalar atmıştı. Leyla’nın anneannesi Heyam Ömer de şöyle diyordu:

“-İşgal güçleri, göz yaşartıcı gaz bombaları atmaya başladığında, onu korumak istedim, eve getirdim. Bebeğin rengi değişmişti. Koşarak hastaneye götürdüm, ancak doktorlar göz yaşartıcı gaz bombaları sebebiyle şehit olduğunu söyledi.”

MÜSLÜMANLARA YAPILAN ZULÜM İLE ABAD OLMAK İSTEYEN

Yıllardır baskı altında tutulan Mescid-i Aksâ’ya ve oradaki Müslümanlara yapılan zulüm ile âbâd olmak isteyen her kim varsa, bilmelidir ki, âkıbetleri el-hak berbat olacaktır. Bizim sonsuz ümid ve sığınağımız Allah’tır ve O, bizim Mevlâmız, Sahibimiz ve Yardımcımızdır. O, her şeyi hakkıyla bilen, vakti geldiğinde mazlumun âhını zâlimde bırakmayan Aziz ve Zü’ntikâm’dır.

Cenâb-ı Hak, Kudüs’ün, Mescid-i Aksâ’nın ızdırabını görmektedir elbet… Allâh’ın mescidlerine el uzatmanın ne büyük bir cürüm olduğunu da haber vermiştir, kerîm Kitabımızda:

“Allâh’ın mescidlerinde O’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır?! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Bunlar için dünyada rezillik, âhirette de büyük azap vardır. Doğu da Allâh’ındır, batı da… Nereye dönerseniz Allâh’ın yüzü (Zâtı) oradadır. Şüphesiz Allâh’(ın rahmeti ve nimeti) geniştir, O her şeyi bilendir.” (el-Bakara, 114-115)

İsrail işgal devleti, yaptığı hiçbir zulümle yetinmedi, hiçbir zaman sınır tanımadı. En son kurbandı Rezzan en-Neccar kardeşimiz… Filistin’de âcil yardım ekibinde vazife yapmaktaydı. Üzerindeki beyaz elbiseden de sağlıkçı olduğu anlaşılıyordu. Fakat İsrail askerleri, 100 metre öteden yaralılara yardımda bulunan kişiyi terörist (!) olarak görmüş ve keskin nişancılar tarafından hedef kabul edilmişti. Daha hayatının baharında, 21 yaşındaydı, beyaz elbisesi kızıla bürünüp şehâdet şerbetini yudumladığında… 1 ay kadar evvel kendisi ile yapılan röportajda şöyle demişti:

“-Bu işi tamamen gönüllü yapıyorum. Allah için yapıyorum, insanlık için yapıyorum. Hayatımın sonuna kadar da insanlara yardım edeceğim ve bununla gurur duyuyorum. Bu vazifenin bir kadın için kolay olmadığını biliyorum, ancak yaralılara ve zor durumda olanlara yardım etmek için girdiğim bu yolu tamamlamaya kararlıyım. Formam temiz ve kıymetli insanların kanıyla boyandı. Ben bununla şeref duyuyorum.”

“…İyi biliniz ki, Allâh’ın lâneti zâlimlerin üzerinedir.” (Hûd, 18) buyuran Allah -azze ve celle- şehadetini kabul etsin… Mekânları cennet, makamları âlî olsun...

ZALİMLERİN ZULMÜ KARANLIK BİR KUYUDUR

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- zâlimlere şöyle seslenir:

“Bütün âlimler; «Zâlimlerin zulmü karanlık bir kuyudur.» demişlerdir. Her kim daha fazla zâlimse, kuyusu daha korkunçtur, daha karanlıktır. İlâhî adâlet; «Betere beter cezâ!» buyurmuştur.

Ey zâlim…

Sen, zulmünle bir kuyu kazmadasın, ama şunu bil ki: O kuyuyu kendin için kazıyorsun. İpek böceği gibi, kendi etrafını örme, kendin için bir kuyu kazacaksan bâri, boyuna göre kaz.

Zayıfları, yardımcısız sanma, Kur’ân’dan; “Allâh’ın yardımı gelince…” âyetini oku.

Sen bir fil bile olsan, düşmanın senden ürküp kaçsa, ebâbil kuşları cezası seni de gelir bulur. Yeryüzünde bir zayıf, bir zavallı emân diyecek, Hak’tan yardım isteyecek olursa, (göklerde meleklere) gökyüzü ordusuna bir velvele düşer!”

İçimizdeki acıyı, müslüman kardeşlerimizin yaşadığı zulmü, gözyaşları içinde izlerken, zâlimin âkıbeti tek tesellî kaynağıdır içimize:

“Ve de ki: «Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen îman etsin, dileyen inkâr etsin. Biz, zâlimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepe çevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) imdat dileyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir.» Ne fenâ bir içecek ve ne kötü bir kalma yeri!” (el-Kehf, 29)

Zâlimlerin muhakkak gidecekleri yer olan cehennemi Cebrail -aleyhisselâm- şöyle anlatır:

Bir gün Cebrail -âleyhisselâm- rengi değişmiş bir halde Rasûlullah’ın huzuruna geldi. Nebî -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz:

“-Ey Cebrâil, bana ne oluyor ki, seni rengi değişmiş hâlde görüyorum?” buyurdu.

Cebrail -âleyhisselâm-:

“-Ey Muhammed! Sana Allâh’ın, ateşi üfleyenlere emir verdiği saatte geldim de ondan...” dedi.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:

“-Cehennemi bana anlat.” dedi.

Cebrâil -âleyhisselâm- şu karşılığı verdi:

“-Ey Rasûl! Allah Teâlâ, cehennemi yarattığı vakit, onu yedi tabaka kıldı. Bunların en hafif olanında ateşten yetmiş milyon dağ, her dağda ateşten yetmiş milyon vâdî, her vâdîde ateşten yetmiş milyon ev, her evde ateşten yetmiş milyon sandık ve her sandıkta da yetmiş milyon azâb çeşidi vardır.” (Münzirî, Terğib, 418)

ADALET NEDİR?

Hazret-i Mevlânâ şöyle der:

“Adâlet nedir? Meyve ağaçlarını sulamaktır. Zulüm nedir? Dikenleri sulamaktır.”

Muhterem Osman Nûrî Topbaş Hocaefendi de zulme zemin hazırlayan, sebep olan, destek olan, sessiz kalanların da en az zulmü gerçekleştirenler kadar sorumlu ve suçlu olduklarını şöyle ifade etmektedir:

“Suriye’de, Mısır’da, Gazze’de, Filistin’de Afganistan’da, Irak’ta akan kan ve gözyaşına sebebiyet verenler, destek olanlar, mâni olabilecekken seslerini çıkarmayanlar, zâlimlere hâmî kesilenler; hepsi sorulduğunda doğru, iyi, faydalı işler yaptıklarını söyleyeceklerdir. Her biri, birtakım meşrûiyet sebepleri sıralayacaktır. Fakat bunların hiçbiri, hakkı yaşamak uğruna verdiği mücadelede şehîd edilen mazlumların ve zehirli gazlarla şehîd edilmiş bebeklerin katlini ne bu dünyada, ne de mahkeme-i kübrâda îzah edemeyecektir. Kendileri döktükleri kan göllerinin girdapları içinde boğulmaya mahkûm olacaklardır.”

Ya Rabbi! Zulme sebep olan, zemin hazırlayan, destek olan, çanak tutan, zulmeden kim varsa, hepsinden dâvâcıyız. Muhakkak ki, Senin vaadin haktır ve onları en iyi şekilde cezalandıracak olan yine Sensin.

Sana sığındık, Senden diliyoruz Allâh’ım!. Sen türlü zulümleri ümmet-i Muhammed’e revâ görenleri, “el-Kahhâr” ism-i şerifin hürmetine mahv eyle… Yâ Rabbi, zâlimleri Sana havale ediyoruz! Yâ Rabbi, dışı bizden görünüp içi düşmanla birlik olan hâinleri Sana havale ediyoruz!..

Yâ Rabbi! Şehitlerimizin makamlarını âlî eyle, gazilerimize âcil şifalar nasip eyle. Ümmet-i Muhammed’e birlik, dirlik, bütünlük nasip eyle ve mazlum kardeşlerimize yardım eyle… Yâ Rabbi, imtihanımızı kolaylaştırsın. Bize katından bir güç ve sahip ver. Bizi, hâlimizden anlamayan, bize muhabbet ve merhamet duymayan zâlim idarecilerin elinde oyuncak eyleme! Âmin!

Kaynak: Merve Güleç, Şebnem Dergisi, Sayı: 161

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.