Zina Etmek Neden Günahtır?

Zina etmek neden yasaklanmıştır? Zinanın maddi ve manevi zararları nelerdir? İslam’da zina etmenin hükmü nedir?

Zina etmekle ilgili hadisler ve hadislerin açıklamaları...

1. Hz. Ayşe vâlidemizin rivâyetine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Ey ümmet-i Muhammed! Erkek veya kadın bir kulunun zina etmesini, Allah’tan daha çok kıskanan (hoşnutsuzluk ve nefretle karşılayan) hiçbir kimse yoktur. Ey ümmet-i Muhammed!  Siz benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.” (Buhârî, Nikâh, 107)

2. Ebû Hüreyre’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem şöyle buyurmuştur:

“Zinâkâr, (kâmil bir) mü’min olarak zinâ etmez; hırsız, (kâmil bir) mü’min olarak çalmaz; içki içen, (kâmil bir) mü’min olarak içki içmez. Kişi bunları yaptıktan sonra tevbe kapısı hâlâ ona açıktır.” (Buhârî, Hudûd, 20)

3. Büreyde (r.a) der ki: Resûlullah, Hz. Ali’ye hitaben şöyle buyurdu:

“Ey Ali, âniden bir haramı gördüğünde dönüp tekrar bakma! Zira ilk bakış senin (için affedilmiş)tir, ancak ikinci bakış aleyhinedir (günahtır).” (Ebû Davud, Nikâh, 42-43/2149; Tirmizî, Edeb, 28/2777; Heysemî, VIII, 63)

4. İbn-i Abbas’tan (r.a.) rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem:

“Hiçbir erkek, (mahremi olmayan) bir kadınla baş başa kalmasın! Hiçbir kadın yanında mahremi olmadan yolculuk yapmasın!” buyurmuştu. Bir kişi kalkarak:

“–Ey Allah’ın Resûlü! Ben falan gazveye gitmek üzere kaydoldum, hanımım da hacca gitmek üzere yola çıktı, (ne yapayım)?!” dedi. Resûlullah ona:

“–Git, hanımınla birlikte haccet!” buyurdu. (Buhârî, Cihâd, 140; Nikâh, 111; Müslim, Hac, 424; Ahmed, I, 222. Ayrıca bkz. Tirmizî, Radâ’, 15-17; Fiten, 7)

HADİSLERİN AÇIKLAMASI

Zina, öteden beri insan aklının, ahlâk ve hukuk nizamlarının ve diğer semâvî dinlerin tamamen yanlış ve çirkin gördüğü bir davranış olup İslâm’da da büyük günahlardan sayılmıştır.

Kullarını çok seven Cenâb-ı Hak, onların böylesi bir çirkinliğe düşmesini asla istemez. Birinci hadisimizde ifade edildiği üzere, bir insanın zina çirkinliğine düşmesi sebebiyle Allah Teâlâ kadar gazaplanan kimse yoktur. Nasıl ki bir insan, kendisine bağlı birinin veya evlâdının zina gibi günahlara düşmesini kıskanır, bundan hiç hoşlanmaz ve böyle bir şeye üzülürse, Cenâb-ı Hak da bundan daha fazla kullarını çirkinliklerden uzaklaştırmayı arzu eder. Onların günahlara kapılarak Yüce Zâtından uzaklaşmasını istemez. Bu sebeple günahları şiddetle yasaklamış, onları işleyenleri büyük cezalarla tehdît etmiş ve günah işlendiğinde gazaplandığını bildirmiştir. Cenâb-ı Hak, merhameti sebebiyle günahları ve cezalarını önceden haber vermiştir ki, insanlar tedbirlerini alıp o çirkinliklere düşmesinler.

ZİNA NEDEN YASAKLANDI?

Zina öylesine çirkin bir günahtır ki, Cenâb-ı Hak, onu işlemek bir tarafa yanına yaklaşmayı bile yasaklamıştır.

Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur:

“Fuhşiyâtın (kötülük ve edepsizliğin) açığına da gizlisine de yaklaşmayın!” (En’âm 6/151)

“Zinaya yaklaşmayın, zira o çok çirkin bir hayâsızlık ve çok kötü bir yoldur.” (İsrâ 17/32)

Yani zinaya zemin hazırlayan hiçbir yola ve vesîleye yaklaşmamak gerekir.

ŞEYTANA SECDE EDEN RAHİP

Hz. Ali şöyle anlatır:

Bir râhip vardı, kendi hâlinde manastırında ibadet ederdi. Bir kadın süslenip yanına gitti ve onu cilveleriyle aldattı. Râhip onunla zina etti. Kadın hâmile kalınca şeytan râhibe gelip:

“–Onu öldür! İnsanlar bu yaptığını öğrenirse rezil rüsvâ olursun!” dedi.

Râhip kadını öldürüp toprağa defnetti. İnsanlar araştırıp bu cinâyeti onun işlediğini öğrendiler. Hemen yakalayıp cezâlandırmak üzere götürdüler. Yolda yürürken şeytan râhibe yaklaşarak:

“–Ben bu kötülükleri sana süslü gösterip işleten kişiyim! Bana bir defa secde et seni bu belâdan kurtarayım” dedi.

Râhip şeytana secde etti ancak şeytan onu bir kez daha aldatmıştı. Kendisinden uzaklaşıp gitti, ne onu ölümden kurtarabildi ne de bir faydası oldu.

ŞEYTANIN ALDATMASI

Cenâb-ı Hak, insanları şeytanın bu tür aldatmalarına karşı îkâz etmek için şu âyet-i kerimeyi inzâl buyurmuştur:

“Münâfıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Şeytan insana «İnkâr et» der. İnsan inkâr edince de: «Ben senden uzağım, ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım!» der.” (el-Haşr, 16) (Hâkim, II, 526/3801)

Resûlullah, Cenâb-ı Hakk’ın zinaya ne kadar gazaplandığını bildirdikten sonra, “Siz benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız” buyurmuştur. Allah Resûlü bu sözüyle, “Allah’ın yasaklarındaki hikmet ve sebepleri, bunlara uymadığınız takdirde Allah’ın vereceği cezayı ve kıyamet gününün korkularını bilseydiniz çok ağlar, az gülerdiniz, zihniniz hep o azametli hâdiselerle meşgul olurdu” demek istemiştir.

Kullarını günahlardan kıskanan Cenâb-ı Hak, onların iffetli ve nâmuslu olmalarını istemektedir. Pek çok âyet-i kerimede bu hususa temas edilir.  Nâmus ve iffetin korunması, Kur’ân’da Müslüman erkek ve kadınların en mühim vasıfları arasında zikredilir. (Mü’minûn 23/5; Nûr 24/30-31; Furkân 25/68; Ahzâb 33/35)

Dualarında, vücûdundaki uzuvların şerre yönelmesinden ve onlar vâsıtasıyla günaha düşmekten Allah’a sığınan  Resûlullah, ümmetine de şu müjdeyi vermektedir:

“Kim bana iki çenesi arasındaki (dilini), bir de iffet ve nâmusunu koruma sözü verirse, ben de ona Cennet sözü veririm.” (Buhârî, Rikâk, 23)

Peygamber Efendimiz’in, günaha düşmek üzere olan bir gence, mantıkî telkinlerde bulunarak iffetli olmanın lüzûmunu anlattığı şu hâdise, ne kadar ibretlidir:

Ebû Ümâme (r.a) anlatıyor:

“Bir genç Resûlullah Efendimiz’e geldi ve:

«–Yâ Resûlullah! Zina için bana izin verir misiniz?» dedi.

Oradakiler hemen gencin üzerine yürüdüler ve azarlayarak «Sus, sus!» dediler. Efendimiz:

«–Yaklaş!» buyurdu. Genç, Allah Resûlü’nün yanına varıp oturdu. Resûlullah ona:

«–Böyle bir şeyi annen için ister misin?» diye sordu. Genç:

«–Allah beni senin yoluna kurban etsin, hayır, vallâhi istemem yâ Resûlallah!» dedi. Allah Resûlü:

«–Diğer insanlar da anneleri için böyle bir şeyi istemezler» buyurdu. Daha sonra Resûlullah, aynı soruyu kızı, kız kardeşi, halası, teyzesi için de sordu. Genç hepsine:

«–Allah beni senin yoluna kurban etsin, hayır, vallâhi istemem yâ Rasûlallah!» cevabını verdi.

Resûlullah her defasında “diğer insanların da yakınları için böyle bir şeyi istemeyeceklerini” hatırlattı. Konuşmanın sonunda mübârek elini gencin üzerine koydu ve:

«Allah’ım, bunun günahlarını affet, kalbini temizle ve iffetini muhâfaza eyle!» diye dua etti.

Genç bundan sonra böyle bir şeye hiç tenezzül etmedi.” (Ahmed, V, 256-257; Heysemî, I, 129)

Diğer taraftan Allah Resûlü insanlardan, zina ve ona götüren fiillere yaklaşmayıp iffetlerini muhâfaza etmeleri hususunda bey’at alırdı. Hz. Ayşe anlatıyor:

KADINLARIN BEYATİ

“Resûlullah kadınlarla bey’ati (el ile musâfaha etmeden sadece) sözle yapıyor ve şu âyette belirtilen şartları koşuyordu:

«Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, kendilerine emredeceğin meşrû herhangi bir mevzûda sana karşı gelmemek üzere sana bey’at etmeye geldikleri zaman, bey’atlerini kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.» (Mümtehine 60/12)

Bu şartları kabul eden mü’min bir kadına Resûlullah sözle:

«–Tamam, seninle bey’at etmiş oldum» buyururdu. Hayır, vallâhi onun eli bey’at ederken yabancı bir kadının eline asla değmedi. Allah Resûlü kadınlarla ancak:

«–Seninle bu âyetteki şartlar üzerine bey’at ettim» sözüyle bey’at etmiştir.” (Buhârî, Tefsîr, 60/2; Ahmed, VI, 270)

Ebû Şehm (r.a) bu husustaki ibretli bir hâtırasını şöyle anlatır:

Medîne’de, yanımdan bir genç kız geçiyordu. Yakasından tuttum. Sonra bıraktım. Sabah olunca Resûlullah insanlardan bey’at alıyordu. Ben de onun yanına gittim. Benden bey’at almadı ve:

“–Şimdi de yakayı tutup çeken mi geldi?” buyurdu. Ben de:

“–Vallâhi bir daha o fiili yapmayacağım” dedim. Bunun üzerine Resûlullah benden bey’at aldı. (Ahmed, V, 294)

Allah Resûlü engelleyici bir tedbir olması için fuhuş ve zina yoluyla para elde etmeyi de yasaklamıştır.  En değerli varlık olan insanın iffet ve namusunun bedeli olan bu mal, haram kılınmıştır. Hatta bir hadis-i şerifin ifadesiyle bu para, “habîstir, necâsetten ibarettir.” (Müslim, Müsâkât, 41; Ebû Dâvûd, Büyû’, 38; Tirmizî, Büyû’, 46)

ZİNANIN MADDİ VE MANEVİ ZARARLARI

Diğer taraftan, Resûlullah, zinanın maddî ve mânevî zararlarını anlatarak da ümmetini bundan uzaklaştırmıştır. İkinci hadisimizde, zinânın en kıymetli cevher olan imana zarar verdiğini, zina eden kimsenin, o esnada kâmil bir iman üzere olamayacağını, ancak tevbe kapısının da her zaman için bu tür insanlara açık olduğunu beyan eylemiştir. Benzer bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmuştur:

“Kişi zina ettiği zaman iman ondan çıkar, üzerinde bir gölgelik gibi durur. Zinadan (tevbe edip) tamamen vazgeçtiği zaman iman tekrar ona döner.” (Ebû Dâvud, Sünnet, 15/4690; Tirmizî, Îmân, 11/2625; Hâkim, I, 72/56)

Diğer bir hadis-i şerifte Resûlullah, zinanın maddî yönden zararlarını anlatarak şöyle buyurur:

“Bir milletin içinde zina ve fuhuş ortaya çıkıp nihayet o millet bu suçu alenî olarak işlemeye başladığında, mutlaka içlerinde vebâ hastalığı ve kendilerinden önce gelip-geçmiş milletlerde vuku bulmamış başka hastalıklar yayılır.” (İbn-i Mâce, Fiten, 22; Hâkim, IV, 583/8623)

İbn-i Abbâs Hazretleri’nden gelen bir rivâyette ise şöyle buyrulur:

“…Bir kavim içinde zina yaygınlaşırsa, aralarında ölümler artar…” (Muvatta’, Cihâd, 26; İbn-i Mâce, Fiten, 22)

Zina nesebin karışmasına, âilenin dağılmasına, hısımlık, komşuluk, arkadaşlık gibi bağların çözülüp toplumdaki mânevî ve ahlâkî değerlerin kökten sarsılmasına sebep olur. İnsanı bedenî zevklerin esiri yaparak haysiyet ve şerefini ayaklar altına alır.

Diğer taraftan zinanın sıhhat için de pek çok zararları mevcuttur. Zina bataklığına düşen insanlarda frengi, bel soğukluğu gibi sirayet edici pek çok hastalıklar müşâhede edilmektedir. Günümüzde tıbbın çare bulamadığı ölümcül hastalık AIDS, büyük ölçüde zina yoluyla bulaşmaktadır.

Zinakârlar, öylesine kötü ve şerli insanlardır ki, Cenâb-ı Hak kıyâmeti onların üzerine koparır. Peygamber Efendimiz’in haber verdiğine göre, dünyanın sonuna doğru Deccâl ile Ye’cûc ve Me’cûc fitnelerinden kurtulan ve benzeri görülmemiş derecede mesut bir hayat yaşayan mü’minler, ilâhî bir tecellî ile ölürler. “Yeryüzünde insanların en fenâları kalır; onlar merkepler gibi birbiriyle tepişip herkesin gözü önünde zina ederken kıyamet üzerlerine kopuverir.” (Müslim, Fiten, 110. Ayrıca bkz. Tirmizî, Fiten, 59/2240; İbn-i Mâce, Fiten, 33)

HARAMA BAKMANIN GÜNAHI

İşte, Cenâb-ı Hakk’ın gazabına uğramamak ve bu tür zararlara dûçâr olmamak için zinaya yaklaştırıcı her türlü söz, fiil, düşünce ve vâsıtadan uzak durmalıdır. Zira fiil ve davranışlar, sebep oldukları netîcelere göre hüküm aldıklarından, harama yol açan fiiller haram, vâcib kılınan bir işe vesile olan fiiller de vâciptir. Dolayısıyla zinaya götüren bakış, dinleme, konuşma, tutma, yürüme, okuma ve koklama gibi fiiller de yasaklanmış bulunmaktadır. Bu durumda gayr-i irâdî bir göze çarpma söz konusu olduğunda, hemen bakışı çevirmeli ve günahın câzibesine kapılmamalıdır. Nitekim üçüncü hadisimizde Resûlullah, göz bir harama takıldığında bakışı uzatmadan hemen çevirmeyi, tekrar dönüp bakmamayı emretmektedir. Cenâb-ı Hak, istemeden ve âniden vâkî olan ilk bakışı affetmekte, lâkin bundan sonraki isteyerek bakmayı günah kabul etmektedir.

Cerîr (r.a) şöyle der:

Peygamber Efendimiz’e ansızın görmenin hükmünü sordum.

“–Hemen gözünü başka tarafa çevir!” buyurdu. (Müslim, Âdâb 45. Ayrıca bkz. Ebû Davûd, Nikâh, 43; Tirmizî, Edeb, 28)

Çünkü bakmak gözlerin zinası olmaktadır ve günahtır. Aynı şekilde kulak-ların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak, ayakların zinası yü-rümek, kalbin ve nefsin zinası da arzu etmektir. (Buhârî, İsti'zân 12, Kader 9; Müslim, Kader 20-21. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Nikâh, 43)

İslâm bunları yasaklayarak büyük günahların yolunu kapatmıştır. Buna İslâm Fıkhı’nda “Sedd-i zerîa” denir.

Resûlullah şöyle buyurur:

“Her göz (harama bakmakla) zina eder. Kadın koku sürünüp (erkeklerin bulunduğu) bir meclisten geçtiği zaman, o şöyle şöyledir” yani zâniyedir/zina etmiş sayılır.  (Tirmizî, Edeb, 35/2786; Ebû Dâvud, Tereccül, 7/4173; Nesâî, Zînet, 35)

Cenâb-ı Hak şöyle îkaz buyurur:

“(Resûlüm!) Mü’min erkeklere söyle: Gözlerini (haramdan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.

Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; nâmus ve iffetlerini muhâfaza etsinler…” (Nûr 24/30-31)

Bu âyet-i kerimelerden, lüzumsuz bakışların kalp için ne derece zararlı olduğunu anlıyoruz. Gözler, kalbe açılan pencerelerdir. Gözlerin yanlış şeylere bakması zihni menfî yönde etkiler ve günahlarla meşgul eder. Böylece kalbin kirlenmesine ve mâneviyatın mahvolmasına sebep olur. Dolayısıyla nefse hâkim olarak şeytanın zehirli oklarından korunabilmek, mü’min için büyük bir kazançtır. Böyle bir korunmanın, kalbe büyük bir huzur vereceği de muhakkaktır. Zira basit bir hareket, insanı büyük bir günahtan kurtarmaktadır.

HARAMLARDAN SAKINAN GÖZÜN FAZİLETİ

Diğer bir hadis-i şerifte haramlardan sakınan gözün fazileti şöyle beyan edilir:

“Üç kişi vardır ki onların gözleri cehennemi görmez: Allah yolunda nöbet tutan göz, Allah korkusuyla ağlayan göz ve Allah’ın haramlarından sakınan göz.” (Heysemî, V, 288)

Dördüncü hadisimiz, zinaya kapı aralayan en büyük yanlışlardan birini daha yasaklayarak mü’minleri koruma altına almaktadır. O da bir erkeğin mahremi olmayan yani evlilik bağı veya devamlı evlenme engeli bulunmayan bir kadınla tenha bir yerde yalnız kalmasıdır. Yanında kocası, annesi, babası, oğlu, kardeşi, teyzesi, sütkardeşi gibi bir mahremi bulunmayan kadınlarla birlikte olmak ve onlarla oturmaktan titizlikle sakınmak îcâb eder. Erkeğin kendi kızkardeşi, kızı, halası ve teyzesi yanında olursa, kadının mahremi varmış gibi kabul edilir. Aynı şekilde kadınlar da yabancı erkeklerle baş başa kalmamaya dikkat etmelidirler. Çünkü Allah Resûlü’nün ifadesiyle:

“Bir erkek, yabancı bir kadınla baş başa kaldığında mutlaka üçüncüleri şeytan olur.” (Tirmizî, Radâ’, 16/1171; Fiten, 7/2165; Ahmed, I, 18, 26)

Kadınlar, nâmahrem erkeklerden bir şey isteyeceklerinde veya onlara bazı şeyler söyleyeceklerinde, kapı ve perde arkasından işlerini görmelidir. (Ahzâb 33/53)

Bu durum âyet-i kerimede her ne kadar Peygamber Efendimiz’in hanımlarına emredilmiş olsa da, diğer mü’min kadınlar için de imkân nisbetinde uyulması gereken güzel bir örnek teşkil etmektedir.

Bugün pek fazla dikkat edilmeyen mühim bir husus da şudur: Kişi, kardeşinin hanımıyla yani yengesiyle baş başa kalmamalıdır. Kardeş çocukları, amca ve amca çocukları gibi erkeğin yakın erkek akrabası da aynı durumdadır. Bir gün Resûlullah:

“–(Yanında mahremi bulunmayan) kadınların yanına girmekten sakının!” buyurmuştu. Bunun üzerine Ensâr’dan birisi:

“–Ey Allah’ın Resûlü! Kocanın erkek akrabası (el-Hamvü) hakkında ne dersiniz?” diye sordu. Resûlullah:

“–Onlarla halvet (baş başa kalmak), ölüm demektir” buyurdu. (Buhârî, Nikâh, 111; Müslim, Selâm, 20; Tirmizî, Radâ’, 16/1171)

Bu hadiste geçen “el-Hamvü” kelimesi, kocanın erkek kardeşi, yeğenleri, amcası ve amca çocukları gibi yakın erkek akrabasıdır.

Yakın akraba oldukları için her zaman rahatlıkla eve girip çıkma imkanına sahip olan bu kabil insanlar, daima tehlike ile yüzyüzedirler. Onların bu hususta herkesten daha fazla dikkat etmeleri ve halvetten kaçınmaları îcâb eder. Bu insanlar çok iyi niyetli olabilirler. Ancak İslâm, muhtemel tehlikelerin kapısını sıkı sıkıya kapatır ki daha sonra insanlar sıkıntıya düşüp zarar görmesin. Nitekim bu hususa dikkat etmeyen nice âilelerin perişan oldukları herkesin mâlumudur. Diğer taraftan bu durumlarda insanların dedikodusundan kurtulmak da mümkün değildir.

Hadisimizin ikinci kısmında kadınların yanlarında mahremleri olmadan yolculuğa çıkmamaları emredilmektedir. Peygamber Efendimiz’in, cihâd gibi en üstün bir ibadete gitmeye hazırlanan sahâbîyi, yalnız başına hac yolculuğuna çıkan hanımının yanına göndermesi, konunun ehemmiyetini göstermeye kâfîdir.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

ZİNA NEDEN HARAMDIR?

Zina Neden Haramdır?

ZİNA NEDİR? ZİNA İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Zina Nedir? Zina İle İlgili Ayet ve Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.