Zikrin Çeşitleri

Zikrin muhtelif çeşitleri vardır. Allâh’ı şöyle veya böyle zikredin, diye bir emir yoktur. Her zikirde ayrı ayrı tecellîler bulunmaktadır.

İSM-İ A'ZAM ZİKRİ

Kıymet, rütbe ve netîce bakımından zikirlerin en güzeli ism-i a’zam zikridir ki, o da umûmiyetle ism-i celâl yâni “Lafzatullâh” olarak kabûl edilir. Bu isim, bütün isimlerin mânâlarını özünde toplamıştır. Bu sebeple ism-i celâlin diğer isimlere göre müstesnâ bir keyfiyeti vardır. Meselâ başındaki «ا» (elif) kaldırılsa «لله» (lillâh) olur. Birinci «ل» (lâm) harfi kaldırılsa «له» (lehû) olur. İkinci «ل» (lâm) harfi kaldırılacak olsa «ه» (hû) kalır. Bunların her biri de Allâh Teâlâ’ya işâret eder.

"ALLAH ALLAH DİYEN BİRİ VAR OLDUKÇA KIYAMET KOPMAYACAKTIR"

Bir hadîs-i şerîfte kâinâtın ayakta durmasının bile zikrullâhın devâmına bağlı olduğu ifâde edilerek:

“Yeryüzünde Allâh Allâh diyen biri var oldukça, kıyâmet kopmayacaktır.” (Müslim, Îmân, 234/148) buyrulmaktadır.

LAFZA-İ CELÂL ZİKRİ NEDEN ÇOK ÖNEMLİ

Lafza-i celâl, seçkin ve muhlis kulların çok ehemmiyet verdiği bir zikirdir. Bu zikre devâm eden kullar var oldukça, kıyâmet kopmayacaktır. O kullar öyle keyfiyette kullardır ki, Allâh -celle celâlühû-, dînî hayâtı onlarla korur. Onlar, hangi belde ve mekânda olsalar, orası muhâfaza edilir.

KELİME-İ TEVHİD ZİKRİ

Kelime-i tevhîd (لا اله الا الله) zikri de, hadîs-i şerîflerde devamlı tavsiye edilmiştir. Nitekim bunlardan birinde Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

لا اله الا الله zikrini çok tekrarlayarak îmânınızı yenileyin!” (Hâkim, Müstedrek, IV, 285/7657) buyurmuşlardır.

Kendisine bütün dünyâ tasarrufu verilen Süleymân -aleyhisselâm- da:

“Benim saltanatım geçicidir. Bir tevhîd zikrinin getireceği saltanat ise ebedî­dir...” buyurmuştur.

TOPLU HALDE KELİME-İ TEVHİD ZİKRİ YAPMAK

Zi­kir­ler için­de bil­has­sa ke­li­me-i tev­hî­din top­lu­luk hâ­lin­de zik­re­dil­me­si­nin hu­sû­sî bir ye­ri var­dır. Ni­te­kim sa­hâ­be­den Şed­dâd bin Evs -ra­dı­yal­lâ­hu anh-’ın ri­vâ­yet et­ti­ği şu ha­dîs­te bu hu­sûsa işâ­ret buyrul­muş­tur:

Haz­ret-i Pey­gam­ber -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem- ya­nın­da bu­lundu­ğu­muz bir sı­ra­da bi­ze hi­tâ­ben:

“–Ara­nız­da ya­ban­cı bi­ri var mı?” di­ye sor­du­lar. Bu­ra­da­ki “ya­ban­cı” ile yahudî ve hristiyanları kasdet­miş­ti.

Biz de:

“–Ha­yır, yok­ yâ Ra­sû­lal­lâh!” de­dik.

Bu­nun üze­ri­ne Al­lâh Ra­sû­lü -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem-, ka­pı­la­rın ka­pa­tıl­ma­sı­nı em­re­de­rek şöy­le bu­yur­du:

“–El­le­ri­ni­zi kal­dı­rın ve «Lâ ilâ­he il­lâl­lâh» de­yin!”

Şed­dâd bin Evs -ra­dı­yal­lâ­hu anh-, bu zi­kir mec­li­si­nin de­vâ­mı­nı şu şe­kil­de an­la­tır:

“– El­le­ri­mi­zi bir müd­det kal­dı­rıp söy­le­nildi­ği şe­kil­de (Lâ ilâ­he il­lâl­lâh! di­ye­rek) zik­ret­tik. Mü­teâkı­ben Al­lâh Ra­sû­lü -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem- el­le­ri­ni in­dir­di ve şöy­le duâ et­ti:

«–Al­lâh’ım sa­na hamd ol­sun! Rab­bim, be­ni “bu cüm­le” ile gön­der­din. Onu (söy­le­me­yi ve ge­re­ği­ni ye­ri­ne ge­tir­me­yi) ba­na em­ret­tin. Bu­na kar­şı­lık ba­na cen­ne­ti va’det­tin. Sen va’din­den as­la dön­mez­sin!»

"ALLAH TEÂLÂ SİZİ BAĞIŞLADI"

Da­ha son­ra Al­lâh Ra­sû­lü -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem- as­hâ­bına şöy­le bu­yur­du:

«–Müj­de­ler ol­sun si­ze! Mu­hak­kak ki Al­lâh Te­âlâ si­zi ba­ğış­la­dı.»” (Ah­med b. Han­bel, Müs­ned, IV, 124)

ALLAH KATINDAKİ DEĞERİ EN BÜYÜK ZİKİR

Bir baş­ka ha­dîs-i şe­rîf­te de şöy­le buyrulur:

“«Lâ ilâ­he il­lâl­lâh», Al­lâh ka­tın­da­ki ye­ri ve de­ğe­ri pek bü­yük olan bir ke­li­me­dir. Kim tam bir ih­lâs ve sa­dâ­kat için­de onu söy­ler­se, Al­lâh onu cen­ne­te ko­yar. Kim de onu inan­ma­dı­ğı hâl­de sâ­de­ce di­liy­le söy­ler­se, ca­nı ve ma­lı ko­ru­nur; lâ­kin ya­rın Al­lâh’a ka­vu­şun­ca, Al­lâh da onun he­sâ­bı­nı gö­rür.” (Hey­se­mî, Mec­mau’z-Ze­vâ­id, I, 26)

KALBİ KATILAŞTIRAN ŞEY

Her an zik­rul­lâh ve mu­râ­ka­be şu­uru için­de bu­lun­ma­nın lü­zû­mu­nu ifâ­de eden şu ha­dîs-i şe­rîf de câ­lib-i dik­kat­tir.

“Al­lâh’ı unu­ta­rak lüzum­suz ko­nuş­ma­la­ra dal­ma­yın. Çün­kü Al­lâh’ı unu­ta­rak ya­pı­lan çok ko­nuş­ma­lar kal­bi ka­tı­laş­tı­rır. Al­lâh’tan en uzak olan kim­se ise kal­bi ka­tı olan­dır.” (Tir­mi­zî, Zühd, 62)

ÖLÜM ANINDA ZİKİR

Kelime-i tevhîd zikri, ölüm ânında da çok mühimdir. Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“Kimin (hayâtta söylediği) en son sözü لا اله الا الله olursa, cennete gider.” (Ebu Dâvud, Cenâiz, 15-16/3116)

Ra­sû­lul­lâh -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem- Efen­di­miz, kal­bî eği­tim hu­sû­sun­da as­hâb-ı ki­râ­mın is­tî­dâ­dı­na gö­re zi­kir tâ­li­min­de bu­lu­nur­du. Üm­mü Hâ­nî ile ara­sın­da ge­çen şu ko­nuş­ma bu­nu ne gü­zel mi­sâl­len­di­rir:

RESÛLULLAH'IN ÖĞRETTİĞİ ZİKİR

Ebû Tâ­lib’in kı­zı Üm­mü Hâ­nî -ra­dı­yal­lâ­hu an­hâ-, Al­lâh Ra­sû­lü -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem-’e mü­râ­ca­at ede­rek:

“–Yâ Ra­sû­lal­lâh! Ben ih­ti­yar­la­dım ve za­yıf­la­dım. Ba­na otur­du­ğum yer­de ya­pa­bi­le­ce­ğim bir ibâ­det tav­si­ye eder mi­sin?” di­ye ricâda bulundu.

Bunun üzerine Ra­sû­lul­lâh -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem-:

“–Yüz de­fâ «süb­hâ­nal­lâh»,

Yüz de­fâ «el­ham­dü­lil­lâh»,

Ve yüz de­fâ «lâ ilâ­he il­lâl­lâh» de!” bu­yur­du­lar. (İbn-i Mâ­ce, Edeb, 56; Ah­med bin Han­bel, Müsned, VI, 344)

Hulâsa zikrullâh, kulun, mâsivâ karanlığından kurtularak Hakk’a vuslatın yegâne âmili olan muhabbetullâh ile gönlünü nûrlandırması demektir. Bu dünyâ hayatında Rabbimizi ne kadar zikredebilirsek, yarın âhirette ilâhî vuslata o nisbette nâil olacağız. Bu sebeple dînimizdeki zikr u tesbîhin ihtişâmına dikkat et­mek mecbûriyetindeyiz. Ayrıca zikrin bereketi, gönüllerde tahakkuk ettiği için de, ehlullâh “her gördüğünü Hızır bilmek” düstûruna dikkat etmişlerdir. Çünkü zikirle dolu gönüller, her biri ayrı tecellîler içerisinde Hakk’a açılan muhabbet ve vuslat pencereleridir. Velhâsıl Hakk’a giden yollar, mahlûkâtın nefesleri sayısıncadır.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebîler Silsilesi 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Allah razı olsun çok güzel bilgiler

    Allah razı olsun hepsini okudum ve bilgilendim teşekkürler

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.