Zekat Vermeyenlerin Cezası Ne Olacak?

Verilen sadakalar, veren kişiyi hastalık ve musîbetlere karşı koruyan birer siper-i sâikadır. Yoksullar, fakirler ve garipler, aslında varlık sâhipleri için büyük bir nîmettir. Zîrâ cennet kapıları, onların duâları ile açılır.

ZEKAT VERMENİN ŞARTLARI NELERDİR?

Âlemlerin Efendisi (s.a.v.) Ramazan aylarında bütün ibâdet ve ihsânlarını artırır, Rabbiyle doyumsuz bir mülâkât iklîmine girerdi. Nitekim İbn-i Abbâs (r.a.) şöyle der:

“Resûllullâh, insanların en cömerdi idi. O’nun en cömert olduğu zamanlar Ramazan’da Cebrâîl’in (a.s.) kendisi ile buluştuğu vakitlerdi. Cebrâîl (a.s.) Ramazan’ın her gecesinde Peygamber Efendimiz ile buluşur, (karşılıklı) Kur’ân okurlardı. Bu sebeple Resûlullâh, Cebrâîl (a.s.) ile buluştuğunda, hiçbir engel tanımadan esen rahmet rüzgârlarından daha cömert davranırdı.” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 5, 6, Savm 7; Müslim, Fezâil 48, 50)

FİTRE NASIL FARZ KILINDI?

Orucun ardından “Bayram Namazı” ve “Sadaka-i Fıtr” emredildi. Resûlullâh Sadaka-i Fıtr’ın Müslümanlardan büyük-küçük, kadın-erkek, her bir hür ve köle üzerine bir sâ’[1] hurma veya bir sâ’ arpa olarak farz kılındığını bildirdi.[2]

İhtiyaç sâhipleri hakkında da:

“Onları bu (bayram) gününde aç dolaşmaktan kurtarınız!” buyurdu. (İbn-i Sa’d, I, 248)

FITIR SADAKASI NE ZAMAN VERİLELİ?

Fıtır sadakası, bayram namazından önce verilirse makbul bir sadaka olur, namazdan sonra verilirse fıtrın dışında bir sadaka yerine geçer.[3]

ZEKAT NASIL FARZ KILINDI?

Fıtır sadakasından bir müddet sonra da “Zekât” emri geldi. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Sâilin (isteyenin) ve mahrûmun (iffeti dolayısıyla isteyemeyenin), servette mâlûm bir hakkı vardır.” (ez-Zâriyât, 19)

“Onlar ki zekât vazifelerini en güzel şekilde îfâ ederler. (Zekât vermek ve onu en lâyık yere ulaştırmak için çalışırlar, böylece nefislerini tezkiye ederler.) (el-Mü’minûn, 4)

(Ey Peygamber!) Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) te­mizlersin, onları arıtıp yüceltirsin! Ve onlar için duâ et! Çünkü Sen’in duân, onlar için sü­kûnettir (huzur kaynağıdır).” (et-Tevbe, 103)

KUR'ÂNDA NAMAZ VE ZEKAT NEDEN BİRLİKTE ZİKREDİLİR?

Zekât, Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi altı yerde namazla birlikte zikredilir. Dört yerde ise müstakil olarak geçer. Bunlardan Mü’minûn Sûresi’ndeki, namazdan ayrı olarak geçmekle birlikte orada da namaz kılanların ze­kâtlarını verdikleri husûsu ifâde buyrulur. Bunun sebebi, “bedenî” ve “mâlî” olmak üzere iki gruba ayrılan ibâdetlerde, bu ikisinin, birinci sırada ve eş değerli olarak yer al­masıdır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte:

“Namaz kıldığı hâlde zekât vermeyen kimsenin namazı(nda hayır) yoktur!” buyrulmuştur. (Heysemî, III, 62)

ZEKAT KİMLERE VERİLİR KİMLERE VERİLMEZ?

Zekât; mektep, kurs, hastahâne gibi hükmî şahıslara verilmez. Zîrâ o, Cenâb-ı Hakk’ın buyurduğu gibi, sekiz sınıf muhtâca âit bir haktır.[7] Böyle müesseseler, kendilerine verilen zekâtı fakirlerin aslî ihtiyaçları dışında sarf edemezler. Ancak kursta bulunan muhtaç öğrencilere ve i’lây-ı kelimetullâh maksadıyla ilim öğrenen talebelere harcayabilirler. Zîrâ zekâtın, geçiminden âciz fakirlerin aslî ihtiyaçlarını (havâyic-i asliye) karşılamak üzere verilmesi ve bunun araştırılması, onun sıhhat şartlarındandır. Bu sebeple kendilerine zekât tevdî edilen müesseseler bu prensibe hassâsiyetle riâyet etmelidirler. Aksi hâlde Hak katında mes’ûl olurlar.

Kur’ân-ı Kerîm’de zekâtın hangi şahıslara verilebileceği şu şekilde tasnîf edilmektedir:

“Sadakalar (zekâtlar), Allâh’tan bir farz olarak ancak fukarâya (geçimini temin edemeyen, ya da çok zor temin edebilenlere), mesâkîne (hiçbir şeyi olmayanlara), onun üze­rine âmil olanlara (zekât toplama memurlarına), müellefe-i kulûba (kalpleri İslâm’a ısın­dırılması gerekenlere), kölelik altında bulunanlara, borçlulara, Allâh yolundakilere (mücâhidlere, dînî ilim talebelerine vs.) ve yolda kalmışlara mahsustur. Allâh pek iyi bilendir, hikmet sâhibidir.” (et-Tevbe, 60)

Dernek ve vakıf gibi hükmî şahıslara da ancak âyette buyrulan sekiz yere ulaş­tırmaları şartıyla zekât verilebilir. Bu, dikkat edilmesi gereken mühim bir husustur.

Peygamber Efendimiz zekât hakkındaki ilâhî emir üzerine, zekâtın nelerden, ne miktarda verileceği ve ne kadar malı olana farz kılındığı hakkında bir yazı yazdırdı ve onu kılıcına bağladı. Vefâtına kadar bu yazıyı yanında bulundurdu ve ona göre amel etti. Allâh Resûlü’nden sonra Hazret-i Ebûbekir (r.a.) ve ondan sonra da Hazret-i Ömer (r.a.) de ona göre amel ettiler.[8]

ZEKATIN HİKMETİ NEDİR?

Zekâtın; varlıklı insanların servete râm olma netîcesinde muhtemel azgınlıklarına set çekmek, muhtaçların zenginlere karşı kin ve haset gibi menfî temâyüllerle dolmalarını engellemek, ictimâî hayâtı korumak ve fertleri birbirine muhabbetle kenetlemek gibi pek çok ferdî ve ictimâî hikmetleri vardır. Fakir ve zengin arasındaki denge ve muhabbeti temin açısından İslâm ictimâî nizâmında “zekât ve infak” ibâdetinin çok mühim bir yeri vardır.

Zekât ve infaktaki hikmetlerden biri de, ferdî sermâyenin dehhâmeleşmesine (anormal büyümesine) ve bu sûretle zayıfların istismârına veya aralarında kin ve haset husûle gelmesine mânî olmaktır. Çünkü zenginlik, bir övünme ve büyüklenme vesîlesi olursa, zengin için âkıbet hazîn olur. Oysa bir toplumda, yardım eden veya yardım edilen bütün fertler, maddî ve mânevî cihetlerden birbirlerine muhtaçtırlar.

Bilinmelidir ki mülk, mutlak mânâda Allâh’a âittir. İnsanların mülk üzerindeki sâhipliği ise günümüzde yeni îcâd edilen devre mülk usûlüne benzer. Yâni servet, Allâh’ın kuluna geçici olarak verdiği bir emânettir. Bu yüzden fertlerin onu kullanması, birtakım ilâhî ölçülere bağlanmıştır. O, mülkün hakîkî sâhibinin emrettiği istîkâmette kullanılmalı veya sarf edilmelidir. Şâyet servet, ilâhî emirlere zıt bir sûrette kullanılırsa, insanları azdırmaya, türlü kibir, zulüm ve haksızlıklara sürüklemeye çok müsâittir. Böyle bir âfete sürüklenenlerde mal sevgisi, kalbe yerleşir. Cenâb-ı Hakk’ın dünyâ nîmetleri içinde sâdece mal ve evlâdı “fitne” olarak zikretmiş olması, bunların kalbe girerek âdeta putlaşması tehlikesine binâendir. Bu bedbahtlığa düşenleri îkâz için Allâh Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“...Altın ve gümüşü yığıp da onları Allâh yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azâbı müjdele! O gün cehennem ateşinde (bu biriktirilen altın ve gümüşler) kızdırılıp bunlarla, onların alınları, yanları ve sırtları dağlanır. (Ve onlara denilir ki:) «İşte bu, nefisleriniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azâbını) tadın!»” (et-Tevbe, 34-35)

ZEKAT VERMEYENLERİN DURUMLARI NE OLACAK?

Resûlullâh da zekâtı ihmâl edenlerin acı âkıbetini şöyle ifâde buyurmuştur:

“Zekâtı verilmeyen her altın ve gümüş, kıyâmet günü ateşte kızdırılarak levha hâline getirilir ve sâhibinin yanları, alnı ve sırtı bunlarla dağlanır. Bu levhalar soğudukça, sâhibine azâb için tekrar kızdırılır. Süresi elli bin sene olan bir günde kullar arasında hüküm verilinceye kadar bu böyle devâm eder. Netîcede kişi, yolunun ya cennete ya da cehenneme çıktığını görür.”

Ashâb:

“–Yâ Resûlallâh! Peki zekâtı verilmeyen develerin durumu nedir?” diye sorduklarında Hazret-i Nebî (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“–Develerinin hakkını ödemeyen her deve sâhibi, -ki su başlarına geldikleri zaman sağılıp sütünden muhtaçlara dağıtılması da bu haklar arasındadır- kıyâmet günü düz ve geniş bir sahaya yatırılır. O develer de, bir tek yavru bile hâriçte kalmamak şartıyla en semiz hâlleriyle gelerek o kişiyi ayaklarıyla çiğner ve dişleri ile ısırırlar. Öndekiler geçtikçe arkadakiler gelir (aynı şeyi yapar). Süresi elli bin sene olan bir günde insanlar hakkında hüküm verilinceye kadar bu böyle devâm eder. Netîcede kişi, yolunun ya cennete veya cehenneme çıktığını görür.”

Ashâb-ı kirâm, sığır ve koyunların zekâtını ödemeyenlerin durumunu sorduklarında da Allâh Resûlü benzer cevaplar verdi. (Müslim, Zekât, 24; Buhârî, Cihâd, 48)

ZEKAT VE SADAKA VERME ADABI NEDİR?

Zekât ve sadakalarda nezâket husûsuna da çok dikkat etmek gerekmektedir. Başa kakmak, kötüsünden vermek gibi zekâtı ve sadakayı boşa çıkaran davranışlardan uzak durmak gerekir. Bilhassa veren, alana karşı bir teşekkür edâsı içinde olmalıdır. Çünkü onu farz olan bir borçtan kurtarıp ecre nâil eylemektedir. Verilen sadakalar ise, aynı zamanda, veren kişiyi hastalık ve musîbetlere karşı koruyan birer siper-i sâikadır. Yoksullar, fakirler ve garipler, aslında varlık sâhipleri için büyük bir nîmettir. Zîrâ cennet kapıları, onların duâları ile açılır.

Sadaka verirken riâyet edilecek edebi tâlim eden âyetlerde şöyle buyrulmaktadır:

“Mallarını Allâh yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, işte onların Allâh katında mükâfâtları vardır. Onlar için korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceklerdir. Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden ezâ gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allâh hiçbir şeye muhtaç değildir, hilim sâhibidir. Ey îmân edenler! Allâh’a ve âhiret gününe inanmadığı hâlde malını gösteriş için harcayan kimse gibi başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız infak ve sadakalarınızı boşa çıkarmayın!..” (el-Bakara, 262-264)


Dipnotlar:

[1] Sâ’: 1040 dirhem ağırlığındaki buğday veya arpayı alabilen bir hacim ölçeğidir. 1 sâ’, şer’î dirheme göre yaklaşık 2,917 kg; örfî dirheme göre ise 3,333 kg. ağırlığa denktir.

[2] Buhârî, Zekât, 70-78; Müslim, Zekât, 13.

[3] İbn-i Mâce, Zekât, 21.

[4] İbn-i Sa’d, I, 248-249.

[5] Ebû Dâvûd, Edâhî, 3-4/2792; İbn-i Sa’d, I, 249.

[6] Muvatta, Hac, 205.

[7] Bkz. Tevbe, 60.

[8] Buhârî, Zekât, 38; Ahmed, II, 14.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hazret-i Muhammed Mustafâ 2, Erkam Yayınları

ZEKAT NEDİR, KİMLERE VERİLİR VE NASIL HESAPLANIR?

https://www.islamveihsan.com/zekat-nedir-kimlere-verilir-nasil-hesaplanir.html

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.