Zekât Ne Demektir? Zekât Neden Verilir?

Zekât, belli bir miktarın üzerinde mala sahip olan zenginlerin, hicrî takvime göre senede bir defa mallarından % 2,5 nisbetinde Allah için vermeleridir.

Zekât; fakirlere, yoksullara, zekât toplayan memurlara, gönülleri İslâm’a ısındırılacak olan kimselere, hürriyetlerini satın almaya çalışan kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışanlara ve yolda kalanlara verilir. (et-Tevbe, 60)

HAYVANLAR VE TOPRAK MAHSÜLLERİ ZEKATA TÂBİ Mİ?

Hayvanlar ve toprak mahsulleri de zekâta tâbîdir. Her birinin hesapları farklı farklı yapılır. Toprak mahsullerinin zekâtına “öşür” denir.

İslâm, zekât gibi belli ölçüde mecbûrî bir infâkın yanında yüksek himmet sahiplerinin, durumlarına göre infak ve tasaddukta bulunmasını da kendilerine bırakmıştır.

ZENGİNLE FAKİRİN VAZİFELERİ

Fertlerin ve toplumların güçlü-güçsüz, sıhhatli-sıhhatsiz, bilgili-bilgisiz, zengin-fakir gibi farklı durumlarda bulunması, takdîr-i ilâhînin nice derin ve ince hikmetlerini ihtivâ etmektedir. Her şeyden önce, hayatta sahip olduğumuz bütün nîmetleri Cenâb-ı Hak bize bir imtihan vâsıtası olarak lûtfetmiştir. Hattâ sahip olduğumuz nîmetler kadar içine düştüğümüz mahrûmiyetler de birer imtihan vesîlesidir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Her ne zaman Rabb’i, imtihan için insana ikrâm edip bol nîmet verse, «Rabb’im bana ikrâm etti!» der. Ne zaman da imtihan edip rızkını daraltsa, «Rabb’im bana değer vermedi!» der.” (el-Fecr, 15-16)

Buna göre meselâ zenginlik bir izzet, fakirlik de bir zillet değil, taksîm-i ilâhîdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“...Dünya hayatında onların maîşetlerini aralarında Biz taksîm ettik. Birbirlerine iş gördürmeleri için de kimini(n maîşetini) derecelerle ötekine üstün kıldık. (Ancak) Rabb’inin rahmeti, onların biriktirdiklerinden daha hayırlıdır.” (ez-Zuhruf, 32)

CENÂB-I HAK ASLÂ HAKSIZLIK ETMEZ

Cenâb-ı Hak kulları arasındaki taksimâtı farklı yaptığı gibi mükellefiyetleri de ona göre tanzîm ederek kullarına aslâ haksızlık etmemiştir. Bu âyet-i kerîmeden ayrıca, insanlar arasındaki farklılığın, toplum âhenk ve nizâmını temin etmede mühim bir role sahip olduğunu anlıyoruz.

Zengin, malını nereden kazanıp nereye sarf ettiği husûsunda, yani helâl veya haram kazançlarından, zekât, sadaka, hayır ve hasenât fasıllarından Allâh’ın huzûrunda hesap verecektir. O, varlığının muayyen bir kısmını fakirlere vermeye memur kılınmakla, serveti bakımından büyük bir imtihana tâbîdir. Ancak diğerleriyle birlikte bu imtihanı da kazandığı takdirde rızâ-yı ilâhîye ve Cennet nîmetlerine nâil olacaktır.

Fakir de, sabır, şikâyet, isyan, kin, haset, iffet gibi hususlardan hesâba çekilecektir. Bunların neticesi Allâh’ın rızâsına uygun düşerse, onun dünya çilesi, ebedî bir âhiret saâdetine dönüşecektir.

Fakir, dünyada zenginin maddî desteğine muhtaç olduğu gibi, zengin de hem dünyada hem de âhirette fakirin duâsına muhtaçtır.

ZENGİNLİK VE FAKİRLİĞİN FİTNELERİ

Şükür ehli cömert zenginler ile sabırlı ve haysiyetli fakirler, insanlık şerefinde ve ilâhî rızâda beraberdirler. Ancak İslâm’da, kibirli hasis zenginler ve buna mukâbil sabırsız ve istemeyi âdet hâline getiren fakirler zemmedilmiştir. Nitekim Hazret-i Peygamber -sallâllahu aleyhi ve sellem-:

“Yâ Rabbî! Zenginlik ve fakirliğin fitnelerinin şerrinden Sana sığınırım!” diye duâ buyururlardı. (Müslim, Zikir, 49)

O hâlde kanaat, tevekkül, teslîmiyet ve itaat kimde galebe hâlinde ise, gerçek zengin odur...

Çalışmak ve helâl yoldan mal-mülk sahibi olmak, elbette meziyettir. Doğru olan, bunları kalbe sokmadan, yani putlaştırmadan Hak yolunda infâk edebilmektir. Aksi hâlde servet, dünyada hamallık, âhirette de acıklı bir azap sebebi olur.

"NE İLE CENNETE GİRECEKSİN?"

İnfak, sadaka ve Allah yolunda hizmet ve gayretin ehemmiyetini bildiren şu kıssa çok ibretlidir:

Beşîr bin Hasâsiyye -radıyallahu anh- şöyle anlatır:

Nebiyy-i Ekrem -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e bey’at etmek için geldim. Bana, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Hazret-i Muhammed’in de O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna şehâdet etmemi, namaz kılmamı, zekât vermemi, İslâm üzere haccetmemi, Ramazan orucunu tutmamı ve Allah yolunda cihâd etmemi şart koştu.

Ben şöyle dedim:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Vallâhi bunlardan ikisine gücüm yetmez. Onlar da cihâd ve sadakadır. Müslümanlar, cepheden kaçan kimsenin Allâh’ın gazabına uğramış olarak döneceğini söylüyorlar.[1] Ben ise cihâd meydanına varınca, nefsimin korkuya kapılıp ölmeyi istememesinden endişe ediyorum. Sadakaya gelince, vallâhi benim küçük bir koyun sürüsü ve on deveden başka bir şeyim yoktur. Onlar da âilemin maîşet kaynağı ve binek hayvanlarıdır.”

Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- elini yumdu, salladı ve şöyle buyurdu:

“–Cihâd (Allah yolunda hizmet) yok, sadaka yok, peki ne ile Cennet’e gireceksin?!”

Ben hemen:

“–Yâ Rasûlâllah, Sana bey’at ediyorum!” dedim ve koştuğu bütün şartlar üzerine bey’at ettim. (Ahmed, V, 224; Hâkim, II, 89/2421; Beyhakî, Şuab, V, 8; Heysemî, I, 42)

Dipnotlar:  [1] Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur: “Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilme veya diğer bölüğe ulaşıp mevzi tutma durumu dışında, kim öyle bir günde, onlara (kâfirlere) arka çevirirse muhakkak ki o, Allâh’ın gazabına uğramış olarak döner. Onun yeri de Cehennem’dir. Orası, varılacak ne kötü yerdir!” (el-Enfâl, 16)

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslâm, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.