Yunus Emre Hazretlerinin Hikmetli Sözleri

Arifler ve aşıklar sultanı Yunus Emre Hazretlerinden hikmetli sözler...

Talebesi Yûnus Emre’yi birçok mânevî merhalelerden geçiren Taptuk Emre Hazretleri, müridleriyle sohbet ettiği bir gün ona:

“–Evlâdım Yûnus! Bize hikmetli bir şiir söyle!” dedi. Böyle bir emirle ilk defa karşılaşan Yûnus Emre şaşırdı:

“–Hocam! Ben şiir söylemeyi bilmem!” mukâbelesinde bulundu. Taptuk Hazretleri tekrar:

“–Haydi Yûnus, bize bir şiir söyle!” dedi.

Yûnus Emre, o âna kadar hiç şiir terennümünde bulunmamıştı. Şeyhinin emrini nasıl yerine getireceğini derin derin düşünürken bir anda dili çözüldü, gönlünde mevcut olan, fakat o âna kadar sükût ve sükûn hâlinde bulunan hikmet deryâsı tuğyân etti ve kelimelerin muhtevâsına şiir hâlinde akmaya başladı:

Aşkın aldı benden beni, bana Sen’i gerek Sen’i

Ben yanarım dün ü günü, bana Sen’i gerek Sen’i

Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim

Aşkın ile avunurum, bana Sen’i gerek Sen’i

Sûfîlere sohbet gerek, ahîlere ahret gerek

Mecnunlara Leylî gerek, bana Sen’i gerek Sen’i

Yûnus’durur benim adım, gün geldikçe artar odum

İki cihanda maksûdum, bana Sen’i gerek Sen’i

Yûnus Emre, derûnundaki bu Allah muhabbetinin diğer bir tezâhürü olarak Hazret-i Peygamber’in aşkıyla da yanıp tutuşmuştu. Bunu da şöyle dile getirdi:

Aşkın ile âşıklar, yansın yâ Rasûlâllah!

İçip aşkın şerâbın, kansın yâ Rasûlâllah!

Şol Sen’i sevenlere, kıl şefâat anlara,

Mü’min olan tenlere cansın yâ Rasûlâllah!

Âşıkım ol dildâre, bülbülem şol gülzâre,

Sen’i sevmeyen nâre yansın yâ Rasûlâllah!

Bundan sonra Yûnus Emre’nin gönül iklîminden o meşhur sehl-i mümtenî tarzındaki eşsiz terennümler ardarda sâdır oldu.

NEFSANİ MÜCADELELERİN ASIL SEBEBİ

Yûnus Emre, devrinde cereyan eden, insanların birbirleriyle nefsânî mücâdelesindeki asıl sebebin, aşksızlık ve bunun neticesi olarak da muhabbet eksikliği ve duygusuzluk olduğunu görmüştü. Böylece o, bu eksiği gidermek için tesiri zamanımıza kadar devam eden kuvvetli bir nefha (nefes) hâlinde Anadolu toprağı üzerinde esti ve Rumeli’den Orta Asya’ya kadar her yangın yerinde yeniden bir neşv ü nemâ bereketi hâsıl eden münbit yağmur bulutları gibi feyizli bir vazife îfâ etti.

O, kendisinin aşk, vecd ve istiğrak hâlinde yanışını şu şekilde arz eder:

Ben yürürem yâne yâne, aşk boyadı beni kàne,

Ne âkılem ne dîvâne; gel gör beni aşk n’eyledi?

Gâh eserim yeller gibi, gâh tozarım yollar gibi,

Gâh çağlarım seller gibi, gel gör beni aşk n’eyledi?

Aşk yoluna girenlere de şu şekilde hitâb eder:

Cânını aşk yoluna, vermeyen âşık mıdır?

Cehd eyleyüp ol dosta, ermeyen âşık mıdır?

Nefs arzusundan geçüp, aşk kadehinden içüp,

Sohbetlerde baş çatup, durmayan âşık mıdır?

Yûnus imdi ol dostun cefâsına sabreyle,

Yüreğine aşk odun, urmayan âşık mıdır?

Yûnus Emre, aşksız bir gönlün kuru ve faydasız olduğunu da şöyle ifâde eder:

İşitin ey yârenler, aşk bir güneşe benzer.

Aşkı olmayan gönül misâli taşa benzer!

YUNUS EMRE HAZRETLERİNİN DAVETİ

Yûnus Emre Hazretleri, bu hikmetli sözleriyle insanları düşünmeye, duymaya ve bilhassa kendilerini muhâsebe etmeye sevk etti. O, rûhânî bir dille insanın gönlündeki mânevî enerjiyi bütünüyle harekete geçirmesini bildi. Neticede acıları tada, zehirleri bala çeviren bir mâneviyat kahramanı oldu. Çünkü o ballar balını bulmuştu:

Canlar cânını buldum; bu cânım yağma olsun!

Assı ziyandan geçtim; dükkânım yağma olsun!

Varlık çün sefer kıldı, dost andan bize geldi

Vîran gönül nûr doldu; cihânım yağma olsun!

Yûnus ne hoş demişsin, bal u şeker yemişsin

Ballar balını buldum; kovanım yağma olsun!

Ballar balını bulan Yûnus, kendi gönlüne hitâb ederken, aslında herkesi bu mânevî lûtfun bahşedildiği dost kapısına, yani Rabb’e dâvet etmeye başladı:

Gel gidelim can durmadan, sûret terkini urmadan,

Araya düşman girmeden, gel dosta gidelim gönül

Ölüm haberi gelmeden, ecel yakamız almadan,

Azrâil hamle kılmadan, gel dosta gidelim gönül!

Gerçek erene varalım, Hakk’ın haberin soralım,

Yûnus Emre’yi alalım, gel dosta gidelim gönül!

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahşiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

YUNUS EMRE HAZRETLERİ KİMDİR?

Yunus Emre Hazretleri Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Herkese alamun aleyküm

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.