Yeniden Diriliş Nasıl Olacak?

Yeniden dirilme nasıl gerçekleşecek? Yeniden dirilme ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? Kur’an’da geçen dirilme örnekleri...

Kıyâmet günü yaşanacak ba‘s yani diriliş, İsrâfîl -aleyhisselâm-’ın Sûr’a ikinci defa üflemesiyle vukū bulacaktır. Bu ikinci üfleyişle, daha evvel bu fânî cihanda yaratılmış olan bütün canlılar tekrar diriltileceklerdir. Buna “Baʻsü baʻde’l-mevt” yani “ölümden sonra diriliş” denmektedir.

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e, Sûr’a iki üfleniş arasında ne kadar zaman geçeceğini sormuş, Efendimiz de “kırk” diye cevap vermişlerdir.

Ebû Hüreyre’ye, bu ifâdeyle kırk yıl mı, kırk ay mı yoksa kırk gün mü kastedildiği tek tek sorulduğunda her birine ısrarla; “Bir şey diyemem.” şeklinde mukâbelede bulunmuştur. Sonra da Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hadîsini nakletmeye devam ederek şöyle buyurmuştur:

“Allah gökten su indirecek ve insanlar yerden sebze biter gibi bitecekler. İnsanda bir kemik hariç hepsi çürür. Bu çürümeyen, «Acbü’z-Zeneb»[1] denen kuyruk sokumu kemiğidir. Kıyâmet günü yeniden yaratılış bundan terkip edilecektir. (Buhârî, Tefsîr, 39/3; Müslim, Fiten, 141; Muvatta’, Cenâiz, 48; Ebû Dâvûd, Sünnet, 24; Nesâî, Cenâiz, 117)

Bazı rivâyetlerde iki Sûr arasındaki sürenin kırk sene olduğu ifâde edilmiş[2] ve umûmiyetle bu şekilde kabul görmüştür.[3]

Müfessir ve dil âlimi Ferrâ’ya göre:

“İnsanlar ve bütün mahlûkat ilk Sûr ile ölürler. Bununla diğer Sûr arasında kırk sene vardır. Bu esnâda Allah Teâlâ bir yağmur gönderir. Kırk gün erkeklerin menileri kıvamında yağar. İnsanlar, annelerinin karnında yetiştikleri gibi kabirlerinde inbât ederler. Bu durum şu âyet-i kerîmede ifâde edilen şeydir:

«…İşte ölüleri de böyle çıkaracağız…» (el-A‘râf, 57)

Yani ölü yerden yağmurla bitkileri çıkardığımız gibi ölüleri de kabirlerinden çıkarırız.”[4]

YENİDEN DİRİLME NASIL GERÇEKLEŞECEK?

Âyet-i kerîmelerde Cenâb-ı Hak, yeniden dirilmenin nasıl gerçekleşeceği hususunda şüphesi olanlara şöyle hitâb etmektedir:

“Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, Biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alekadan (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları belli belirsiz bir çiğnem et parçasından yarattık ki size (kudretimizi) gösterelim. Ve dilediğimizi, belirlenmiş bir vakte kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız.

Sonra kuvvetli çağınıza ulaşmanız için (sizi büyütürüz). İçinizden kimi vefât eder, kimi de ömrün en zayıf çağına (yani ihtiyarlığa) kadar götürülür. Tâ ki bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hâle gelsin! (Böylece bedenî güç azaldığı gibi, zihnî melekeler de dumura uğrar.)

(Yeniden yaratılışın bir misâli de şudur ki) sen, yeryüzünü kupkuru ve ölü bir hâlde görürsün; fakat Biz, üzerine yağmur indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır ve her çeşitten (veya çiftten) iç açıcı bitkiler verir.

Çünkü Allah hakkın ta kendisidir. O, ölüleri diriltir; yine O, her şeye hakkıyla kâdirdir.

Kıyâmet vakti de gelecektir; bunda hiç şüphe yoktur. Ve hakîkaten Allah kabirdekileri diriltip kaldıracaktır.” (el-Hac, 5-7)

Mü’minûn Sûresi’nde ise, insanın ana rahminde geçirdiği ibretli safhalar, dünya hayatı, ölümü ve ardından tekrar dirileceği hakîkati şöyle anlatılmaktadır:

“Andolsun Biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe hâline getirdik. Sonra nutfeyi aleka (aşılanmış yumurta) yaptık. Peşinden, alekayı, bir parçacık et hâline soktuk. Bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik. Bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan hâline getirdik. Yapıp-yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.

Sonra, muhakkak ki siz, bunun ardından elbet öleceksiniz. Sonra da şüphesiz, sizler kıyâmet gününde tekrar diriltileceksiniz.” (el-Mü’minûn, 12-16)

DİRİLİŞ HAKİKATİ

Cenâb-ı Hakk’ın beyân ettiği bu diriliş hakîkatini, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de Ebû Rezin -radıyallâhu anh- ile aralarında geçen bir konuşmada şöyle ifâde buyurmuşlardır:

Ebû Rezin el-Ukaylî -radıyallâhu anh- naklediyor:

Bir gün:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Allah Teâlâ, mahlûkâtı yeniden nasıl diriltir? Bunun dünyadaki misâli nedir?” diye sordum.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“−Sen hiç, kavminin yaşadığı vâdiden kurak mevsimde geçmedin mi? Sonra bir kere de her tarafın yemyeşil olduğu bahar mevsiminde oraya uğramadın mı?” buyurdular. Ben:

“−Elbette!” deyince, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“−İşte bu, Allâh’ın yeniden yaratmasına delildir. Allah, ölüleri de böyle diriltecektir!” buyurdular. (Ahmed, IV, 11)

Âhireti inkâr edenlerin, yeniden diriltildikleri zaman, içine düşecekleri büyük şaşkınlık ve pişmanlık, âyet-i kerîmelerde şöyle haber verilmektedir:

“O (diriltme) korkunç bir sesten ibâret olacak, o anda hemen onların gözleri açılıp etrafa bakacaklar.

(Durumu gören kâfirler korku ve pişmanlıkla:)

«–Eyvah bize! Bu cezâ günüdür!» derler.

İşte bu, yalanlamış olduğunuz hüküm günüdür.” (es-Sâffât, 19-21)

“Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (ve utançtan yere bakar) bir hâlde ve davetçiye (İsrâfîl’e) koşarak kabirlerden çıkarlar. O esnâda kâfirler:

«–Bu, çok çetin bir gündür!» derler.” (el-Kamer, 7-8)

Zira onlar âhiret hayatını yalan sayıyor ve hayatlarının sadece bu dünyada yaşadıklarından ibâret olduğunu zannediyorlardı. Bu hakîkat âyet-i kerîmede şöyle bildirilmektedir:

“Dediler ki:

«–Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helâk eder.»

Bu hususta onların hiçbir bilgisi de yoktur. Onlar sadece zanna göre hüküm veriyorlar.

Onlara açıkça âyetlerimiz okunduğu zaman:

«–Doğru sözlü iseniz atalarımızı getirin!» demelerinden başka delilleri yoktur.

De ki:

«–Allah sizi diriltir, sonra öldürür. Sonra sizi şüphe götürmeyen kıyâmet gününde bir araya toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler.»” (el-Câsiye, 24-26)

İslâm’ın en azılı düşmanlarından biri olan Ubey bin Halef, öldükten sonra dirilişi inkâr ettiği için, bir defasında yerden çürümüş bir kemik alıp elinde ufalamış ve Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e dönerek, alaycı bir tavırla:

“–Allâh’ın, bu çürümüş kemikleri tekrar dirilteceğine mi inanıyorsun?” demişti.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de ona cevâben:

“–Evet, Allah seni tekrar diriltecek ve Cehennem’e koyacak!” buyurdular. (Kurtubî, el-Câmî, XV, 58; Vâhidî, s. 379)

Ardından da şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu:

“İnsan görmez mi ki, Biz onu bir nutfeden yarattık. Bir de bakıyorsun ki apaçık düşman kesilmiş. Kendi yaratılışını unutarak Biz’e karşı misal getirmeye kalkışıyor ve:

«–Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?» diyor.

De ki:

«–Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.»” (Yâsîn, 77-79)

Cenâb-ı Hak, Kıyâme Sûresi’nin başında, insanları öldükten sonra yeniden diriltmenin kendisi için hiç de zor olmadığını şöyle beyan buyurmaktadır:

“Kıyâmet gününe yemin ederim.” (el-Kıyâme, 1)

“Nefs-i levvâmeye (kendini kınayıp pişmanlık duyan tutarsız nefse) yemin ederim ki (diriltilip hesâba çekileceksiniz).” (el-Kıyâme, 2)

“İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanır?” (el-Kıyâme, 3)

“Evet, Biz’im, onun parmak uçlarını[5] bile aynen eski hâline getirmeye gücümüz yeter.” (el-Kıyâme, 4)

Lokman Sûresi’nde de Rabbimiz şöyle buyuruyor:

(Ey insanlar!) Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz, ancak tek bir kişinin yaratılması ve diriltilmesi gibidir. Şüphesiz ki, Allah her şeyi işiten ve görendir.” (Lokmân, 28)

Hiç şüphesiz ki ilk yaratma, ikinci yaratmaya da delil teşkil etmektedir. Zira yoktan yaratmak, var olanı yok edip tekrar hayata döndürmekten daha zordur. Zoru kabul edip de, kolayın olamayacağını ileri sürmek, hiç de akıllıca bir iddia değildir. Kaldı ki sonsuz ilim ve kudret sahibi olan Allah Teâlâ, ilk yaratmada da aslâ bir âcizlik göstermemiş, her biri birer hilkat bedîası olan sayısız varlıklar halketmiştir.

Nitekim Cenâb-ı Hak kullarına şöyle sormaktadır:

“İlk yaratmada âcizlik mi gösterdik? Hayır, onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler.” (Kāf, 15)

İnsanoğlunun dirilip kabrinden kalktığındaki hâli, âyet-i kerîmelerde şöyle tasvîr edilmektedir:

“Nihayet Sûr’a üfürülecek. Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rab’lerine giderler!

(İşte o zaman:)

«–Eyvah, eyvah! Bizi uyuduğumuz yerden[6] kim diriltip çıkardı? Bu, Rahmân’ın vaad ettiğidir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler!» derler.” (Yâsîn, 51-52)

“O gün onlar, sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi, gözleri horluktan aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş bir hâlde kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar. İşte bu, onların tehdit edilegeldikleri gündür!” (el-Meâric, 43-44)

“O gün yer, onların üzerinden yarılıp açılır ve süratle çıkıp koşarlar! Bu, ancak Biz’e kolay olan bir haşirdir.” (Kāf, 44)

“Kabirlerde bulunanlar diriltilip dışarı atıldığı ve kalplerde gizlenenler ortaya konduğu zaman, insan (hâlinin ne olacağını) düşünmez mi? Şüphesiz Rab’leri o gün onlardan tamamıyla haberdardır.” (el-Âdiyât, 9-11)

O günün şiddet ve vahâmeti, âyet-i kerîmelerde şöyle ifâde edilmektedir:

“Sûr’a üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar!” (el-Mü’minûn, 101)

“Kulakları sağır eden o ses geldiğinde, işte o gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.” (Abese, 33-37)

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz şöyle nakletmektedir:

“Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

«–Kıyâmet günü, yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Allâh’ın huzûrunda toplanacaksınız.» buyurmuşlardı.

Bunun üzerine ben (şaşkınlık içerisinde):

«–Yâ Rasûlâllah! Erkekler ve kadınlar birbirlerine bakarlar!?» dedim.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«‒O zamanki vaziyet, onların böyle bir şeyi düşünemeyecekleri kadar şiddetli ve dehşet vericidir.» buyurdular. (Buhârî, Rikāk, 45; Müslim, Cennet, 56)

Diğer bir hadîs-i şerîfte bildirildiği üzere ölüler yeniden diriltilince kendisine ilk elbise giydirilecek olan kişi İbrahim -aleyhisselâm- olacaktır.[7] Daha sonra Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e elbisesi giydirilecektir. Bundan sonra Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Arş’ın sağ yanında duracak ve orada yalnız Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bulunacaktır. Bu sebeple evvelkiler de sonrakiler de Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e imreneceklerdir.

Cenâb-ı Hak, vücûdun parçalarını bir araya getirip ruhları da onlara iâde ederek ölüleri kabirlerinden çıkaracaktır. Yeniden yaratılan insanlar için, artık sonu olmayan bir hayat başlamış olacaktır.

Kıyâmet günü ilk olarak dirilip kabrinden çıkacak kişi ise, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir.[8]

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün Mescid’e girmişlerdi. Bir tarafında Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- diğer tarafında da Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- vardı. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onların ellerini tuttu ve:

“Kıyâmet günü biz işte böyle diriltileceğiz.” buyurdular. (Tirmizî, Menâkıb, 16/3669)

KUR’AN-I KERİM’DE DİRİLİŞ ÖRNEKLERİ

Dirilişin cismânî mi, rûhânî mi olacağı hususunda ihtilâf edilmişse de Kur’ân-ı Kerîm’de, dirilişin cismânî olacağına dâir pek çok âyet-i kerîme bulunmaktadır. Allah Teâlâ, her insanı bedeniyle diriltip rûhunu da iâde edecektir.

Ölümden sonra dirilişin gerçek olduğu ve bunun Allah için hiç de zor olmadığı hususunda gönüllerin tatmin olması maksadıyla, Cenâb-ı Hak daha dünyada iken bazı ölüleri diriltmiş, bunun misallerini de Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle zikretmiştir:

a. Parçalanmış Kuşların Canlandırılması

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“İbrahim Rabbine:

«–Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster!» demişti.

Rabbi ona:

«–Yoksa inanmadın mı?» dedi.

İbrahim:

«–Hayır, inandım. Fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim).» dedi.

Bunun üzerine Allah:

«–Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azîzdir, hakîmdir.» buyurdu.” (el-Bakara, 260)

Rivâyete göre Allah Teâlâ, İbrahim -aleyhisselâm-’a, yakaladığı dört kuşu kesmesini, tüylerini yolmasını ve etlerini sıyırıp parçalara ayırmasını emretti. Sonra başlarını yanında saklamak sûretiyle, her dağın başına onlardan birer parça koymasını istedi.

İbrahim -aleyhisselâm-, rivâyete göre birer tavus, horoz, karga ve kartal tuttu. Bunların her birini dört parçaya ayırdı, hamur yapıp birbiriyle karıştırdı ve dağların tepesine bundan birer parça koydu. Sonra onları; “Allâh’ın izniyle bana gelin!” diyerek çağırdı. Her bir parçanın bir diğerine doğru uçup, bir cüsse teşkil ettiğini ve gelip kendine âit başla birleşerek eski hâlini aldığını gördü.[9]

Hazret-i İbrahim’in kuşları dağların üzerine koymasının, etrafında büyük bir kalabalığın olduğuna işaret ettiği de ifâde edilmiştir. Yani insanlar tarafından rahatça görülebilsin diye o kuşları yüksek bir yere koymasının emredilmiş olabileceği bildirilmiştir. Buna göre İbrahim -aleyhisselâm-, âhirette yeniden dirilişi inkâr edenlere bunu ispat etmek için Cenâb-ı Hak’tan bir mûcize istemiş ve bu hâdise gerçekleşmiştir.

Mâlum olduğu üzere İbrahim -aleyhisselâm-, büyük bir peygamberdir. Dolayısıyla Allâh’ın ölüleri dirilteceği hususunda herhangi bir şüphesinin olması düşünülemez.

Muhakkak ki Cenâb-ı Hak da, İbrahim -aleyhisselâm-’ın îman ehli olduğunu biliyordu. Fakat İbrahim -aleyhisselâm-’ın; “Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!” sözüyle ne kastettiğinin herkes tarafından bilinmesi için ona; “Yoksa inanmadın mı?” diye sormuştur. İbrahim -aleyhisselâm- da, âyet-i kerîmede beyân edildiği üzere, hakîkati bizzat görerek kalbinin iyice mutmain olması ve bu ilâhî azamet tecellîsini seyrederek inancının “hakka’l-yakîn” derecesine yükselmesi için Cenâb-ı Hak’tan böyle bir talepte bulunduğunu ifâde etmiştir. Zira insanın, inandığı bir şeyi kendi gözleriyle de gördüğü takdirde inancının daha da perçinlenerek sarsılmaz bir hâle geleceği muhakkaktır.

Diğer taraftan, İbrahim -aleyhisselâm-’ın böyle bir talepte bulunmasının, kendisinin “Allâh’ın dostu” olduğu hususunda kalbinin tam bir itmi’nâna ermesi için olduğu da ifâde edilmiştir.

Ayrıca bu âyet-i kerîmeden, bir insanın hangi mânevî makama erişirse erişsin, îmânının kemâli ve kalbinin itmi’nânı için hâlâ alacağı mesafeler olduğu hakîkati ortaya çıkmaktadır. Zira “ülü’l-azm” peygamberlerden biri olan, “Halîlullah/Allâh’ın Dostu” rütbesini taşıyan ve pek çok ilâhî iltifâta nâil olduğu âyet-i kerîmelerde bildirilen İbrahim -aleyhisselâm- bile, itmi’nânının artması için Allâh’a yalvarıyor ve O’ndan yardım istiyor.

Şurası muhakkak ki, kulun Cenâb-ı Hakk’a yakınlığı arttığı nisbette, gönül âleminde muazzam ufuklar açılır. Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’a karşı kendi âcizlik, muhtaçlık, noksanlık ve hiçliğini çok daha berrak bir sûrette idrâk eder. Nitekim İbrahim -aleyhisselâm- da bu hiçlik ve mahviyet hissiyâtı içinde Cenâb-ı Hakk’a şöyle niyâz etmiştir:

(Yâ Rabbi! İnsanların) dirilecekleri gün beni mahcub etme. O gün, ne mal fayda verir ne de evlât. Ancak Allâh’a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (bunun faydasını görür).” (eş-Şuarâ, 87-89)

Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’ın ölülerin diriltilmesini görmek isteyişiyle alâkalı âyet-i kerîmenin işârî tefsîrinde de şöyle denilmektedir:

“Hazret-i İbrahim, bu suâliyle Allah’tan kalbinin ihyâsını istemiştir. Allah Teâlâ da ona, gönlünün başka şeylerle olan bağlantılarını kesmesi gerektiğini haber vermiştir. Buna göre İbrahim -aleyhisselâm-’ın parçalara ayırdığı dört kuş ile, nefiste bulunan dört kötü sıfata işaret edilmiştir. Tavus ziyneti, karga tûl-i emeli (tükenmek bilmeyen arzuları), horoz şehveti ve kartal da hırsı temsil etmektedir. Dolayısıyla mücâhede ve riyâzatla nefsinin bu mezmum sıfatlarını boğazlayamayanlar, müşâhedeyle kalbini diriltme imkânı bulamazlar.” (Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 121)

b. Yıldırım Çarpmasıyla Ölenlerin Tekrar Diriltilmesi

Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulmuştur:

“Bir zamanlar:

«–Ey Mûsâ! Biz Allâh’ı apaçık görmedikçe aslâ sana inanmayız!» demiştiniz de gözleriniz göre göre o anda sizi yıldırım çarpmıştı. Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki şükredesiniz.” (el-Bakara, 55-56)

Âyet-i kerîmelerden de anlaşıldığı üzere Mûsâ -aleyhisselâm-’ın kavminden bazıları; Allâh’ı görmedikçe îmân etmeyeceklerini söylemiş, bunun üzerine de Allah Teâlâ onlara yıldırım göndermişti. Yıldırım çarpmasıyla ölen bu kimseleri Cenâb-ı Hak bir müddet sonra diriltmiş, böylece onlar, Allâh’ın kudretini bizzat yaşamak sûretiyle idrâk etmişlerdi.

Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilen bu hâdise de, öldükten sonra dirilişi inkâr edenlere, bunun Allah için hiç de zor olmadığını göstermektedir. Nitekim âhirette dirilişi inkâr eden insanlara Allâh’ın kudretini göstermek için Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-’a ölüleri diriltme mûcizesinin verilmiş olduğu, Ashâb-ı Kehf’in üç yüz küsur yıl uyutulduktan sonra uyandırıldıkları da mâlumdur.

c. Yüz Yıl Ölü Kalanın Dirilmesi

Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e müşriklerin en fazla îtiraz ettikleri hususlardan biri, ölülerin yeniden diriltilecek olmasıydı. Hem bunu nefsâniyetleri gereği kabul etmek işlerine gelmiyordu, hem de çürüyüp yok olmuş cesetlerin nasıl tekrar canlanacağını bir türlü anlayamıyorlardı. Cenâb-ı Hak Peygamber Efendimiz’e, müşriklerin bu istifhamlarını giderecek birçok âyet-i kerîme vahyetti. Ölümden sonra diriliş gerçeğini birçok misalle Kur’ân-ı Kerîm’de îzah buyurdu. Nitekim bu misallerden biri de, Üzeyir -aleyhisselâm- zamanında gerçekleşen ve yüz yıl ölü kaldıktan sonra tekrar diriltilen kimsedir. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları çatıları üzerine çökmüş (harâb olmuş) ıssız bir kasabaya uğradı;

«–Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba!» dedi.

Bunun üzerine Allah onu hemen öldürüp yüz sene bıraktı, sonra tekrar diriltti:

«–Ne kadar kaldın burada?» dedi.

«–Bir gün yahut daha az.» dedi.

Allah ona:

«–Hayır, bilâkis yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Bir de eşeğine bak. Seni insanlara bir ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra tekrar dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz!» dedi.

Durum kendisince anlaşılınca:

«–Şimdi iyice biliyorum ki, Allah her şeye kâdirdir.» dedi.” (el-Bakara, 259)

Bazı tefsirlerde, Üzeyir -aleyhisselâm- olduğu zikredilen bu kişi, oturanları ölüp gitmiş ve harâbe hâline gelmiş olan kasabaya uğradığında, kendi kendisine, Allâh’ın ölüleri nasıl dirilteceğini düşünür ve konakladığı bu yerde uyuyakalır.

Allah onu öldürüp yüz sene sonra tekrar diriltir. O şahıs dirildiğinde, kendisinin kısa bir süre uyuyup uyandığını zanneder. Çünkü yiyecekleri henüz bozulmamıştır. Fakat merkebine bakınca anlar ki o öleli çok olmuş. Zira sadece çürümeye yüz tutmuş kemikleri kalmıştır. Allah Teâlâ, onun gözü önünde merkebini diriltir. Böylece o kişi, Allâh’ın kullarını nasıl öldüreceğini ve tekrar nasıl dirilteceğini bizzat müşâhede etmiş olur.

Dipnotlar:

[1] Sahih rivâyetlere göre toprak, insanın bütün cesedini yiyip tüketecek, ama Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in teşbîhiyle bir hardal tanesi gibi olan (Ahmed, III, 28) ve insan bedeninin çekirdeği sayılan “Acbü’z-Zeneb: Kuyruk sokumu kemiği” çürümeyecektir. İnsan “Acbü’z-Zeneb”den diriltilip tekrar hayat bulacaktır. (Bkz. Müslim, Fiten, 141-143)

[2] İbn-i Mende, Ebû Abdullah Muhammed b. İshak b. Muhammed b. Yahya el-Abdî (v. 395), el-Îmân (I-II), thk. Ali b. Muhammed b. Nâsır el-Fakîhî, Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1406, II, 794; Beyhakî, Şuabü’l-Îman, I, 541.

[3] Gazâlî, Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed (v. 505), ed-Dürretü’l-Fâhire fî Keşfi Ulûmi’l-Âhire (Mecmuatü Resâili’l-İmâm el-Gazâlî içinde), Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1409, s. 118; Beğavî, VII, 132; Kurtubî, et-Tezkire, I, 287; Süyûtî, el-Büdûrü’s-Sâfire, s. 86-88; Bebek, “Sûr” md., DİA, XXXVII, 534.

[4] Ferrâ, I, 382. Taberî de aynı rivâyeti senetsiz olarak zikreder. Onun rivâyetinde bu yağmura “Mâu Hayevân” denildiği zikredilir. (Taberî, XII, 493-494) Krş. İbn-i Ebî Hâtim, VIII, 2784; Beyhakî, Şuab, I, 541; Ebû Hayyân, V, 79.

Allah Teâlâ’nın semâdan bir su indireceği ve ölülerin bununla yeşilliklerin büyüdüğü gibi yeniden yaratılacağı, sahih rivâyetle haber verilmiştir. (Buhârî, “Tefsîr”, 78/1) Lâkin bu suyun kemiyet ve keyfiyetine dair rivâyetler zayıftır.

[5] Günümüzde “daktiloskopi” denilen ve parmak izlerini inceleyen bir ilim dalı vardır. Bu ilim, parmak izlerinin ömür boyunca hiç değişmediğini ve hiçbir insanın parmak izinin bir başkasınınkiyle aynı olmadığını ortaya koymuştur.

Bu sebeple emniyet ve hukukta en güvenilir hüviyet tespiti, parmak ucu iziyle yapılmaktadır. Bu hakîkat, 19. asrın sonlarında keşfedilmiştir. Oysa Kur’ân-ı Kerîm, parmak uçlarının bu husûsiyetine 14 asır önce nâzil olan âyetinde dikkat çekerek ayrı bir mûcize sergilemiştir. Bu da Kur’ân’ın dâimâ önden gittiğinin, müsbet ilmin de onu şerh ve tasdik ederek ardından geldiğinin sayısız misallerinden biridir.

[6] Müfessirlerin bu husustaki görüşleri şöyledir:

  • Burada ölüm uykuya benzetilmiştir. Zira ikisinde de hareket yoktur. O günün dehşetinden insanların akılları karışacak ve kendilerini uykuda zannedecek olabilirler.
  • Burada uyku yerinin kastedilmesi de câizdir.
  • Kabirden sonraki hâlleri ve Cehennem azâbının dehşetini idrâk edince, kabrin onlara nisbetle bir uyku gibi olduğunu düşünecekler ve bu sözü söyleyeceklerdir. (Bkz. Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XII, 31)

[7] Bkz. Buhârî, Enbiyâ, 8.

[8] Bkz. Dârimî, Mukaddime, 8. Ayrıca bkz. Tirmizî, Menâkıb, 1/3616.

[9] Bkz. Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, III, 81-82.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

ÖLDÜKTEN SONRA DİRİLME

Öldükten Sonra Dirilme

AHİRET HAYATININ EVRELERİ NELERDİR?

Ahiret Hayatının Evreleri Nelerdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.