Yaşlılara Nasıl Davranmalıyız?

Yaşlılara nasıl davranılmalı? Peygamber (s.a.s.) Efendimiz yaşlılara nasıl davranırdı? İslam’ın yaşlılık dönemine ve yaşlılara bakışı...

Yaşlılık Allah Teâlâ’nın fıtrî bir kanunu, hayat ağacının aldığı son şekildir. Çocukluk, gençlik, olgunluk, dönemi derken ömrü olan herkes kendini ihtiyarlık potasında buluverir. Artık insan bu devrede güçlülük yerine âcizlik, güzellik yerine çirkinlik, ilerleme yerine gerileme, sıhhat yerine hastalık gibi kaçınılmaz hallerle baş başa kalır. Kur’ân-ı Kerîm’de söz konusu duruma şöyle dikkat çekilmektedir:

“Sizi topraktan, sonra nutfeden (sperma), sonra alâkadan yaratan, sonra bebek olarak çıkaran, sonra sizi güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz, sonra da ihtiyarlamanız -ki daha önce vefat edenler de vardır- ve belli bir vakte ulaşmanız için yaşatan O’dur. Umulur ki düşünürsünüz!” (el-Mü’min, 40/67)

“Sizi Allah yarattı. Sonra sizi vefat ettirecek, daha önce bilgili iken hiçbir şeyi bilmez hale gelsin diye sizden bazı kimseler ömrün en zayıf (erzeli’l-ömr) çağına kadar yaşatılacak. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir ve her şeye kâdirdir.” (en-Nahl 16/70)

Efendimiz de:

“Allahım! Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve cimrilikten... sana sığınırım.” (Müslim, Zikir 50)

“Allahım!... İhtiyarlığın bunaklığına (erzeli’l-ömr) düçar olmaktan sana sığınırım.” (Bûhârî, Cihad, 25) dualarıyla ihtiyarlığın bu müşkil hâlinden Allah’a iltica etmiştir.

Doğrusu, tarih boyunca insan anatomisiyle uğraşan birçok âlim ve doktor, yaşlılığı ortadan kaldırmak veya en azından onu asgarî düzeye indirmek için çok uğraşmışlar, ancak buna muvaffak olamamışlardır. Günümüzde bir takım estetik ameliyat ve tedavilerle vücutta yüzeysel bir iyileştirme yapılabiliyorsa da, bedendeki çöküşün ve ömür ağacının kurumasının önüne geçilememektedir. Nitekim Fahr-i Kâinât da bu duruma şöyle vurgu yapmaktadır:

“Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz! Zira Allah Teâlâ ihtiyarlık hariç her hastalığın bir şifasını yaratmıştır.” (Ebû Dâvûd, Tıb, 1; Tirmizî, Tıb, 2)

Ömrü olan herkes yaşlanacağına göre insanoğlu, ihtiyarlık gelmeden önce sâlih ameller yapmak suretiyle hayat sermayesini şuurlu bir şekilde kullanmayı bilmelidir. Zira hadis-i şerifte, kemal yaşına erdikten sonra dünya hayatı sona erenlerin, yapamadıkları iyilikler sebebiyle ilâhî huzurda bahanelerinin kalmayacağı şöyle ifade edilmiştir:

“Allah Teâla altmış yıl ömür verdiği kişinin mazeret gösterme imkânını ortadan kaldırmıştır.” (Buhârî, Rikâk, 5)

YAŞLILARIN SEVME KONUSUNDA GENÇ KALDIĞI İKİ ŞEY

Ayrıca insanoğlu yaşlanıp, vücudu yıpransa da iç dünyasındaki ebediyet arzusu bâkîdir. Nefsâniyetin mayasında fâniliğe isyan vardır. Allah Resûlü “İhtiyarın kalbi iki şeyi sevme hususunda gençtir. Bunlar, çok yaşama ve mal sevgisidir.” (Müslim, Zekât, 113, 114) buyurmaktadır. İblis de Hz. Âdem’i kandırmak için fıtratıntaki ebedîlik duygusunu istismar etmiştir. Zira “Şeytan ona: «Ey Âdem! Sana ölümsüzlük ağacını ve yok olmayacak bir mülkü göstereyim mi?» diye vesvese vermiştir.” (Tâhâ 20/120)

Aslında insan ihtiyarlayınca diğer kuvvet ve hisler gibi dünya sevgisi ve uzun yaşama düşüncesinin de gerilemesi gerekir. İşin aksine tecelli etmesi kişinin içindeki bekâ duygusuyla yakından alakalıdır. Ancak ebedî hayatın yaşanacağı ahirete hazırlıklı olanlar için ölüm; ruhun kafesten kurtularak lâhutî âleme uçması ve dünya meşakkatlerinden sıyrılması demektir. İhtiyarlık ise bu vuslat halinin son basamağıdır.

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN YAŞLILARA MUAMELESİ

Yaşlıların toplum içindeki konumlarını İslâmî duyarlılıkla değerlendirdiğimizde onlara bir çocuktan daha fazla itina göstermememiz lazımdır. Buna göre yaşlıların incelmiş duyguları rencide edilmemeli, yaşlılıktan dolayı vuku bulabilecek bir takım halleri hoş karşılanmalı ve onların hayır duaları alınmalıdır. Ayrıca, pîr-i fânilerin varlığının, rızkımızın genişlemesine vesile olduğu, bela ve musibetlere karşı birer kalkan vazifesi gördüğü unutulmamalıdır. Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Zayıf ve düşkünlerinize dikkat ediniz! Zira siz ancak düşkünleriniz sayesinde yardım görür ve rızıklanırsınız.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 69)

“Beli bükülmüş ihtiyarlar, süt emen bebekler ve otlayan hayvanlar olmasa idi üzerinize (bela ve) azap yağardı.” (Heysemî, X, 227)

Bu nedenle yaşlı kimselerin varlıklarına tahammül edememek, onlardan tiksinmek, bir an önce ölmelerini arzu etmek gibi menfi tavır ve düşüncelerin İslâm ahlâkında yeri yoktur. Dolayısıyla gerçek mü’minin çevresindeki yaşlıları, hele hele ihtiyar peder ve validesini tahkir edecek davranışlarda bulunması, onları huzur evi adıyla açılmış kimsesizler yurduna bırakması düşünülemez. Aksine onların huzur içerisinde hayatlarını devam ettirebilmeleri için imkân nisbetinde yanı başlarında hizmetlerine koşturması gerekir. Dolayısıyla bugünün genci -Allah ömür verirse- kendisi de yaşlanacak ve yaptığı hizmetin karşılığını mutlaka görecektir. Efendimiz buyuruyor ki:

“Allah Teâlâ, yaşından ötürü bir ihtiyara saygı gösteren gence, yaşlılığında hizmet edecek kimseler lutfeder.” (Tirmizî, Birr, 75)

Bir başka hadîs-i şerîfte de saçı sakalı ağarmış pîr-i fâni Müslümana saygı göstermenin Allah Teâlâ’ya duyulan saygı ve tazimden ileri geldiği ifade edilmektedir. (Ebû Dâvûd, Edeb, 20)

Bunun yanında Resûlullah gerek dünyevî gerekse uhrevî hususlarda ihtiyarlara daima kolaylık sağlanmasını tavsiye etmiştir. Malum olduğu üzere namazı çok uzatan imamı uyarırken yaşlı kimselere şöyle atıfta bulunmuştur:

“Sizden biriniz, insanlara namaz kıldırdığı zaman, hafif tutsun. Çünkü onların arasında zayıf, hasta ve yaşlılar vardır...” (Buhârî, İlim, 28)

Yine Enes bin Mâlik’in nakline göre, bir gün Hz. Peygamber’i görmek isteyen yaşlı bir adam gelmişti. Ahâli ona yol açmakta ağır davranmıştı. Bunun üzerine Nebiyy-i Muhterem:

“Küçüğümüze merhamet etmeyen büyüğümüze hürmet göstermeyen bizden değildir.” buyurdu. (Tirmizi, Birr, 15)

Ayrıca Mekke’nin fethinde Hz. Ebûbekir yaşlı babası Ebû Kuhâfe’yi Müslüman olmak için Hz. Peygamber’in huzuruna getirince, Resûlullah:

 “– Şu ihtiyarı buraya kadar yormayıp evinde bıraksaydın ben onu ziyaret ederdim.” buyurdu. Hz. Ebûbekir ise:

– Onun size gelmesi daha uygundur, diye cevap verdi. (İbn Hişâm, IV, 25)

Efendimiz’in ihtiyar Ebû Kuhâfe’ye olan bu nazik davranışı Hz. Ebûbekir’e karşı iltifatının yanında yaşlı insanlara duyduğu saygının bir ifadesi olarak görülmelidir.

Diğer taraftan Nebiyy-i Ekrem savaş için gönderdiği mücahitlerine tavsiyede bulunurken, kadınlar ve çocuklar yanında ihtiyarlara da dokunmamalarını emretmiştir. (Vâkidî, Meğâzî, II, 758)

Kaynak: Üsve-i Hasene 2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İSLAM’DA SAYGI VE HÜRMET ADABI

İslam’da Saygı ve Hürmet Adabı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.