Yahudiliğin Kısa Tarihi

İsrailoğulları ne demek? İsrailoğulları peygamberleri kimlerdir? Siyonizm nasıl ortaya çıktı? Yahudiliğin gelişimi ve kısa tarihi... Siyonist İsrail'e giden yol...

İsrâiloğulları… Bir adı da “İsrâil” yani “Allâh’ın kulu” olan Yâkub -aleyhisselâm-’ın soyundan gelenler… Uzun bir geçmişleri, mâceralı bir tarihleri var. Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılan pek çok peygamber, İsrâiloğulları soyundan gelmiş ve onları, Allâh’ın dînine davet etmiş.

İSRAİLOĞULLARI PEYGAMBERLERİ

Hazret-i Yâkub’un babası İshak, onun babası İbrahim -aleyhimüsselâm-… Hazret-i İbrahim’in ikinci oğlu İsmail vasıtasıyla Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile de soyları birleşiyor. Hazret-i İbrahim, hem Peygamber Efendimiz’in hem de İsrâiloğulları’nın ortak atası…

Bu soydan ilk akla gelen peygamberler; Hazret-i Yakub, Hazret-i Yusuf, Hazret-i Mûsâ, Hazret-i Hârun, Hazret-i Dâvud, Hazret-i Süleyman, Hazret-i İlyas, Hazret-i Elyesa, Hazret-i Zekeriyya, Hazret-i Yahya, Hazret-i Îsâ -aleyhimüsselâm-… Her biri, yoldan çıkmış İsrâiloğulları’nı tekrar Allâh’ın dînine döndürmek için çok meşakkatli vazifeler yapmışlar. Birçoğu sürgün edilmiş veya bizzat İsrâiloğulları tarafından şehit edilmiş.

Rabbimiz, bu kavim merkezinde insanlara Tevrât’ı, Zebûr’u ve İncil’i göndermiş. Ama onlar kendilerine emanet edilen bu kitaplara gereği gibi sahip çıkmamakla kalmamış, bir de onu kendi hevâ ve heveslerine göre değiştirip tahrif etmişler. Ondaki “işlerine gelmeyen” bazı ilâhî emir ve yasakları çıkarmışlar ve kendi görüş ve yaşayışlarını yansıtan başka bölümler eklemişler. Kısacası bu kitaplar, “ilâhî” vasfını kaybetmiş ve Allâh’a götürecek son ilâhî kitaba, Kur’ân-ı Kerîm’e ihtiyaç hâsıl olmuş.

PEYGAMBER EFENDİMİZ VE YAHUDİLER

İşte Kur’ân-ı Kerîm, ismi zikredilen bu peygamberlerin hayatlarıyla birlikte bize İsrâiloğulları’nın “karakterini” haber verir. Zira îman etmek üzere kitaplarında bildirilen “son peygamberi” bekleyen bu kavim, Hazret-i Muhammed Mustafâ’nın gelişi ile O’na en büyük hasım kesilmiştir. Zira onlar, alıştıkları üzere İbrahim -aleyhisselâm-’ın oğlu İshak tarafından, yani kendi soylarından bir peygamber bekliyorlardı. Oysa gelen son peygamber yine İbrahim -aleyhisselâm- soyundan olmakla beraber kendisinden başka o soydan hiçbir peygamber gelmemiş İsmâil -aleyhisselâm-’dan zuhûr etmişti. Allâh’ın vaadi gerçekleşmiş, Hazret-i İbrahim’in neslinden bir son peygamber gelmişti. Ama bu, Yahudileri hiç memnun etmedi.

O güne kadar gelişine gün saydıkları ve muhaliflerini o peygamberle nasıl yola getirecekleri hakkında korkuttukları “beklenen son Nebî” gelince, işin çehresi değişti ve sırf kendi kavimlerinden olmadıkları için o Peygamber’e ve ashâbına “en yaman hasım” kesildiler. Türlü komplo ve baskılarla İslâm’ı zayıflatmaya, Müslümanlara darbe vurmaya çalıştılar. Kur’ân-ı Kerîm de onların maskelerini indirdi, inançlarındaki samimiyetsizliği, iki yüzlülüklerini, dünyaya olan hırslarını, insanlara olan komplo ve düşmanlıklarını bir bir ortaya döktü.

YAHUDİLERİN KISA TARİHİ

İşte o günden bugüne insanlık tarihinde hemen hemen hiç değişiklik olmadı. İsrâiloğulları, Allâh’ın lütuf ve ikramıyla Hazret-i Dâvud ve Hazret-i Süleyman zamanında, o gün bilinen dünyanın hâkimiyetini elde ettiler. Kudüs (Beytu’l-Makdis), bu devletin merkezi oldu. Ama bu iktidar dönemi, İsrâiloğulları’nın azgınlık ve taşkınlıkları sebebiyle katliâm ve sürgünlerle nihayetlendi. (M.Ö. 721)

Hazret-i Süleyman’ın mâbedi yıkıldı, Kudüs yağmalandı. Erkekler ve kadınlar esarete mahkûm oldu. Ardından bir dönem daha geçti ve yaptıkları hataları anlayıp peygamberlerin etrafında kenetlenen Yahudiler tekrar, Filistin topraklarına döndüler. (M.Ö. 530) Çok geçmedi, azgınlıkları sebebiyle ikinci defa büyük bir mağlubiyet yaşadılar, Süleyman Mâbedi ikinci defa yıkıldı ve canını zor kurtaran yahudiler, dünyanın dört bir tarafına yayıldılar. (M.S. 70)

Bu tarihten itibaren yaklaşık 1900 yıl boyunca, yahudiler çeşitli bölgelerde “sığıntı” hâlinde yaşadı. Bürokrasiden, askerlikten men edilen yahudiler, Avrupa’da çoğu kere “mal ve can güvenliğini” de kaybedecek; sürgün, katliâm ve baskınlarla huzursuz bir şekilde hayat sürmeye devam edecekti. Bu dönemde Yahudilerin en rahat ve huzur içinde yaşadıkları, dinlerini ve ibadetlerini gönüllerince yerine getirdikleri; istedikleri gibi servetlerine servet kattıkları tek bölge, Müslümanların hâkimiyeti altında bulunan yerlerdi.

Endülüs’te İslâm idaresi altında huzur içinde yaşarken bölgeyi istilâ eden İspanyollar; Müslüman ve yahudileri yok etmeye başladığında, yahudiler gemilerle Osmanlı Devleti’ne iltica etti. Osmanlılar da büyük bir âlicenaplık göstererek onları ülkelerinde misafir etti. Onları İstanbul’a, Selânik’e ve Anadolu’nun muhtelif yerlerine yerleştirdiler.

Peki, onlar bu müşfik ve merhamet dolu Müslüman eline nasıl karşılık verdiler?

SİYONİZM’İN ORTAYA ÇIKIŞI

1800’lü yılların ortalarından itibaren Yahudiler içinde, “Siyonizm” fikirleri yeşermeye başladı. Siyonizm, “Nil’den Fırat’a kadar olan bölgenin ve bilhassa Filistin’in, yahudiye vaad edilmiş bir yurt olduğu” tezini ileri sürerek yahudileri tek vatanda toplamayı gaye edinen bir teşebbüstür. Ve gariptir ki, kutsal metinleri kendisine bayrak edinen ilk Siyonistlerin pek çoğu, dinden uzak insanlardı. Bu fikri bayraklaştıran isimlerin başında gelen Theodor Herzl (1860-1905); dağınık bir hâlde bulunan Siyonist hareketleri tek bir çatı altında toplamayı başardı. 1897 yılında İsviçre’nin Basel şehrinde I. Siyon Kongresi’ni gerçekleştirdi.

Herzl, ikisi Sultan II. Abdülhamid Han’ın daveti olmak üzere tam beş kez İstanbul’a geldi. Filistin toprakları karşılığında Yahudilerin Osmanlı Devleti’nin borcunu ödemeyi teklif ettiklerini padişaha iletti. Ancak Abdülhamid Han bu teklifi şu cümleleriyle reddetti:

“-Ben bir karış dahî olsa toprak satmam. Zira bu vatan bana değil, milletime âittir. Milletim, bu vatanı kanları ile mahsuldar kılmıştır. (…) Bırakalım Mûsevîler milyonlarını saklasınlar, benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlar, Filistin’i karşılıksız ele geçirebilirler. Fakat yalnız bizim cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına müsaade etmem.”

Bu kesin ve tavizsiz cevap üzerine bütün hedeflerini, her ne pahasına olursa olsun, Sultan II. Abdülhamid’i tahttan indirmek olarak belirlediler. Bu hususta içten ve dıştan tuttukları işbirlikçiler eliyle yoğun bir propaganda ve baskı oluşturdular.

İttihat ve Terakkî’yi, mason localar eliyle kurup onlar gibi örgütlediler. Ardından bu kuklalar eliyle darbe teşebbüsünde bulunarak; 33 yıl boyunca ülkeyi her türlü bâdireden uzak tutup büyük bir dirâyetle yöneten Sultan II. Abdülhamid Hân’ı tahtından indirdiler.

İttihat ve Terakkî yönetimi, cahil, beceriksiz ve güdümlü kadrolardan oluşuyordu. Abdülhamid Hân’ın tahttan indirildiği 1909 yılından beş yıl sonra, devleti I. Dünya Savaşı’na sokup bu savaşın nihayetinde de 5 milyon kilometrekarelik vatandan yaklaşık 800 bin kilometrekareye düşen bir vatan bırakarak kaçıp gittiler. 620 yıllık koca bir çınar, bir grup basiretsiz ve çapsız hâinin elinde 10 yılda târumâr olmuştu.

Kaynak: Melike Şahin, Şebnem Dergisi, Sayı: 164

İslam ve İhsan

YAHUDİLİK VE SİYONİZM TARİHİ

Yahudilik ve Siyonizm Tarihi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.