Vukuf-i Zamani Ne Demek?

Vukûf-i zamânî: Tasavvufta her an kendini yoklamak ve zamanı iyi değerlendirmek demektir.

Vukûf-i zamânî ne demek?

Vukûf-i Zamânî: İslâm’ı, Fahr-i Kâinât Efendimiz ve ashâb-ı kiram hassâsiyetinde yaşamak şeklinde tarif edebileceğimiz tasavvufun en mühim esaslarından biri, «Vukûf-i Zamânî»dir. Yani zaman nimetini çok hassas bir şekilde kullanmaktır.

“Kendine gel ey yolcu! Kendine gel! Akşam oldu, ömür güneşi batmak üzere… Gücün kuvvetin varken; şu iki günlük ömürde cömertlikte bulun, amel-i sâlihler işle… Elde kalan bu kadarcık tohumu, yani ömrünün geriye kalan son senelerini iyi ek de ve iyi harca da; şu iki nefeslik ömürden uzun bir ömür elde edesin…

Çok kıymetli olan bu ömür kandili sönmeden aklını başına al da; fitilini düzelt, çabucak yağını koy, yani amel-i sâlihler işleyerek şu fânî günlerini rûhânî bir kulluk ve ibâdetle geçir, gönül kandilini uyandır! Aklını başına al da bu işi yarına bırakma! Nice yarınlar geldi geçti. Hemen tevbe ve istiğfâr ile işe başla ki; ekin mevsimi, şu fânî günler ziyan olmasın!”

Zaman ve ömür, insana bahşedilen en kıymetli varlıklardandır. Fakat mahduttur. Çünkü bu dünya fânîdir. Dünyaya dair emekler ve gayretler yok olup gidecektir. Yazık olacaktır. İnsanın en kıymetli metâını; fânîlik girdabında batıp gidecek bir gemiye yüklemesi, ne hazin bir israftır. Mevlânâ Hazretleri seslenir:

“Ey işinin üstüne çok düşen kişi! Bir tâcirin yükü suya düşecek olursa, tâcir elini en değerli kumaşa uzatır. En kıymetli metâını kurtarmaya çalışır.

Mademki senin de bir şeyin suda yok olup gidecek, en iyisini kurtar da değersizini bırak gitsin.”

Cenâb-ı Hak, zaman mefhumuna dikkatimizi çekmek üzere yemin ediyor:

“Asra yemin olsun ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak îmân edip sâlih ameller işleyenler; birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnâdır.” (el-Asr, 1-3)

İslâm’ı, Fahr-i Kâinât Efendimiz ve ashâb-ı kiram hassâsiyetinde yaşamak şeklinde tarif edebileceğimiz tasavvufun en mühim esaslarından biri, «Vukûf-i Zamânî»dir. Yani zaman nimetini çok hassas bir şekilde kullanmaktır.

Nefsini tezkiye ve kalbini tasfiye etmek isteyen bir mü’min; ecelin meçhuliyeti dolayısıyla her an kendini muhasebe mecburiyetinde bulunduğunun idrâki içinde olup, vaktini sâlih amellerle değerlendirmelidir.

Lüzumsuz işleri terk ederek mânâsız konuşmalardan uzak durmalı, Hazret-i Mevlânâ’nın ifadesi ile lisânını «sözün maskarası» olmaktan muhafaza etmelidir. (Yıl: 2017 Ay: Mart Sayı: 145)

Diğer bir mânâda Vukûf-i zamânî

Her geçirilen saati “huzur” veya “gaflet” nokta-i nazarından muhâsebeye tâbî tutmak ve zamanı iyi değerlendirmektir. Sâlik, içinde bulunduğu vaktin kıymetini iyi bilmeli ve lüzumsuz şeyleri terk edip zamânını en kıymetli şeye hasretmelidir. Zamânı ne derecede değerlendirebildiği husûsunda da sık sık nefsini hesâba çekmelidir.

Diğer bir mânâda vukûf-i zamânî, sâlikin her an kendi hâlinden haberdâr olması ve hâlinin şükür mü yoksa özür mü gerektirdiğini bilerek mûcibince amel etmesidir. Hakîkaten sâlik, her gece ve gündüz işlediği amellerini birer birer muhâsebe etmeli, sâlih amelleri kendine müyesser kılan Allâh’a şükredip daha ötelere varmağa gayret göstermeli, hataları için tevbe ve istiğfâr edip pişmanlıkla Allâh’a yönelmelidir. Ömrün son derece kıymetli olan her ânını ve hâssaten Cenâb-ı Hakk’ın husûsî bir bereket bahşettiği müstesnâ zamanları bir fırsat ve ganîmet bilmeli, bütün gücü ile mânevî uyanıklık içinde idrâk ve ihyâsı için gayret göstermelidir.

Velhâsıl her ân ve her hâlin muhâsebesini yaparak huzûrda geçirdiği ânına ve hâline şükredip, gafletle tükettiği zamanlar için tevbekâr olmalıdır. Bir başka ifâde ile kabz hâlinde istiğfâra, bast hâlinde ise şükre devam etmelidir. Bu sûretle her hâlükârda gafletten sakınan bir kimse, gereksiz mâzî endişesinden ve istikbâl telâşından kurtularak, yaşamakta olduğu hâlin ihyâsıyla meşgûl olur ki tasavvuftaki “Sûfî, ibnü’l-vakt olmalıdır.” prensibi de bunu ifâde eder. (Îmândan İhsâna Tasavvuf)

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.