Vesveseden Korunma Yolları

“Vesvese” sözlükte; “fısıltı, gizli ses” demektir. Gönülden geçen, sürekli tekrar eden sestir. Genel olarak vesvese, şeytanın ve şeytanın yolunda olanların zayıf kalplere attığı huzursuzluk verici düşünceler, kuşkular, faydasız ve hayırsız hayaller, kuruntu veren seslerdir...

İnsanın dünya hayatında en büyük düşmanı şeytan (İblis)’tir. Bu gerçek, Kur’ân-ı Kerîm’de insanoğluna şöyle bildirilir:

“Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, «Âdem’e secde edin!» diye emrettik. İblis’in dışındakiler secde ettiler. O (İblis) ise, secde edenlerden olmadı. Allah buyurdu:

«-Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan da nedir?» (İblis:)

«-Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın!» dedi.

Allah: «-Öyle ise, “İn oradan!” Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! Çünkü sen aşağılıklardansın!» buyurdu.

İblis: «-Bana, (insanların) tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver.» dedi.

Allah: «-Haydi, sen mühlet verilenlerdensin.» buyurdu.

İblis dedi ki: «-Öyle ise beni azdırmana karşılık, andolsun ki, ben de onları saptırmak için Senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve Sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!» dedi.” (el-A’râf, 11-17)

Muhakkak ki şeytan, Allâh’a söylediği vaadini yerine getirmek için her yolu kullanacaktır. Onun bu konuda en büyük yardımcıları, dalâlete düşmüş insan ve cinlerdir.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Böylece Biz her peygambere, insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. (Bunlar) aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi, onu da yapamazlardı…” (el-En’âm, 112)

Âyette açıkça beyân edildiği üzere, şeytan, insanı kandırmak için kötülüğü sadece fısıldar (vesvese verir). Vesvese, ilk önce akılda başlar; oradan bütün âzâlara yayılır. Sonunda kalpte yer tutar. Ancak bilinmelidir ki, vesvese, kalbe ait bir haslet değildir. Eğer vesvese kalbe ait bir vasıf olsaydı, kalp bundan rahatsızlık duymaz, insan tedirginlik yaşamazdı. Vesvese, tıpkı aynanın buğulanmasına benzer. Nasıl ki ayna silinince buğunun izi kalmıyorsa, vesvesenin üzerinde de durulmadığında, onun bütün izleri kaybolup gider.

Vesvese denince akla ilk gelen, şeytandır. Çünkü şeytan, “vesvesenin kaynağı”dır. Vesvesenin şeytânî olması, kişiyi korkutabilir. Ancak vesvese, korkulacak bir durum değildir. Zira şeytan, insana zarar vermek için ona vuramaz, dokunamaz; kimseyi elinden tutup dalâlet, küfür ve günaha sürükleyemez; kimseye zorla kötülük yaptıramaz. Şeytanın yapabildiği, ancak fenalıkları süsleyip “câzip” ve “çekici” göstermektir. Bu hususta âyet-i kerîmede:

“…Muhakkak şeytanın hilesi zayıftır.” (en-Nisâ, 76) buyrularak, şeytanın tuzaklarının basitliğine dikkat çekilir.

Herhangi bir şahsa vesvesenin gelmesi, onda îmanın bulunduğuna alâmettir. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e bir sahâbî tarafından sorulan şu soru, bize bu konuda çok güzel bir misaldir:

Bir gün sahâbe-i kirâmdan biri, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelip:

“-Yâ Rasûlallah, vesveseye müptelâyım!” diye endişesini bildirdi. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona:

“-Endişe edilecek bir şey yok; o îmânın ta kendisidir.” buyurdular. (Müslim, Îman 211; Müsned, 2/456; 6/106)

Şeytan, îmandan uzak, İslâm’ı yaşamayan kupkuru ve bomboş kalplerle uğraşmaz ve böyle sermayesiz kimselere vesvese oklarını aslâ göndermez. Bu sebeple inançsız veya münâfık bir kimse, “Bende hiç vesvese olmuyor.” dese, doğrudur. Zira bu gibi kimselerde âhiret, tevbe, zikir, sâlih amel gibi endişeler olmadığı için, şeytan onlarla uğraşarak boşa vakit geçirmez.

İnsanoğlunun ikinci büyük düşmanı ise, nefsidir. Nefsin de insana yönelttiği birtakım vesveseler vardır. Şeytana kıyasla nefsin vesvesesi, daha gizli ve tehlikelidir. Hem nefsin, hem de şeytanın vesveseleri Kur’ân-ı Kerîm’de ayrı ayrı zikredilir:

“Andolsun ki, insanı Biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf, 16) âyeti, nefsin vesvesesine işaret ederken;

“Şeytan, … onlara (Âdem ve Havva’ya) vesvese verdi” (Bkz: el-A’râf, 20; Tâhâ, 120) mânâsına gelen birçok âyet de şeytanın vesvesesine misak teşkil etmektedir.

Kur’ân ve hadislerde zikredilen vesvese, daha çok mü’minleri Allah ve Peygamber yolundan alıkoyacak vesveselerdir. Bunlar genel olarak; îtikâdî (inançla ilgili) konularda, ibadetlerde, temizlikte korku, şüphe, endişe yahut hayal olarak kendisini gösterir.

ÎTÎKADÎ KONULARDA VESVESE

İnsanın aklına durup dururken ya da herhangi bir hâdise üzerine aniden Allah, peygamber, melek, âhiret, ölüm, rızık vs. gibi konularda veya mânevî hâller hakkında şüphe, korku veya endişeler gelebilir. Şeytan, bununla insanın Allâh’a olan îmânını ve îtimâdını sarsmayı hedefler.

Kişi, bazen bu vesveselere takılmaz, bazen de bu gibi düşünceler kişinin zihninde tıpkı bir balonun şişmesi gibi büyüyerek içinden çıkılamaz bir hâl alır; hayatı zorlaştırabilir ya da insanı yaşamaktan soğutarak bezdirebilir. Oysa Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu gibi düşüncelerin şeytandan olduğunu bize haber verir:

“Şeytan, sizden birine gelir ve:

«-Yeri kim yarattı, göğü kim yarattı, şunu kim yarattı, bunu kim yarattı?» diye sorar. Kul da hepsine:

«-Allah yarattı.» diye cevap verir. Sonunda:

«-Peki, Allâh’ı kim yarattı?» diye kalbe bir soru atar. İçinde böyle bir soru bulan kimse, onun şeytandan olduğunu bilsin, hemen soruya son versin. Eûzü-Besmele çekip Allâh’a sığınsın ve:

«-Ben Allâh’a ve O’nun peygamberlerine îman ettim.» desin.” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 11)

Bilinmelidir ki; insanın, küfrü hayal ve tasavvur etmesi veya dalâleti düşünmesi hiçbir zaman, küfür ve dalâletin kendisi değildir. Yani küfrü zihnen düşünme, kişiyi kâfir yapmaz. Çünkü hem hayal etme, hem vehmetme, hem tasvir etme, hem de tefekkür etme, aklın tasdikinden ve kalbin kabulünden ayrı ve farklı şeylerdir. Kalbin îmanı, zihinden geçen düşüncelerle bozulmaz. Vesvesenin zihinde (akılda) gerçekleşen bir hâdise olduğunu ve îmanın mahallinin de zihin olmadığını bilmek çok önemlidir.

İslâm âlimleri, îman etme yeri ile düşünme yerinin farklı olduğunu, “Düşünme yeri zihin, inanma yeri kalptir.” şeklinde ifade etmişlerdir. Îman kalple olur, akılla olmaz. Akıl, ancak îmanı onaylar. İnsanın zihnine ne kadar şüphe gelirse gelsin, kalpte îman olduğu müddetçe bunların hiçbir kıymeti yoktur, bu gibi düşüncelerin hepsi şeytandan birer vesvesedir.

Vesvese anında Allah Teâlâ’yı zikretmek, şeytana karşı en büyük siperdir. Allah Teâlâ:

“Şüphesiz, müttakî olanlara şeytandan bir vesvese geldiğinde, (Allâh’ı hatırlayıp, geleni) iyice düşünürler ve onun (Rahmânî mi, şeytânî mi olduğunu) hemen anlayıverirler.” (el-A’râf, 201) buyurur.

İBADETLERDE VESVESE

Bir kimse temiz suyun pislenip pislenmediğinden; abdestinin olup olmadığından, abdest alırken bir uzvunu yıkayıp yıkamadığından veya namazı üç rekât mı, yoksa dört rekât mı kıldığından, rükû ile secdeyi yapıp yapmadığından, namaza veya oruca niyet edip etmediğinden… vs. şüpheye düşerse, bunların hiçbirinin ibadete bir zararı ve tesiri olmaz. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu konudaki uygulama ve tavsiyeleri şöyledir:

“Bu ümmetten bir zümre gelecek ki, temizlik ve duâda haddi aşacak.” (Ebû Dâvud, Tahâret, 45)

“Abdeste musallat olan bir şeytan vardır ki, ona «velehân» (şaşkınlık veren) derler. Onun için abdest ve gusülde su vesvesesinden korunun.” (Tirmizî, Taharet, 43)

Bu hususta yaşanmış bir hâdise şöyledir:

Bedevînin biri, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek abdestin nasıl alınacağını sordu. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, âzâlarını (organlarını) üçer defa yıkayarak ona abdest almayı gösterdi. Sonra da şöyle buyurdu:

“İşte abdest budur. Bundan fazla yapan, sünneti terk ederek hata yaptı, sınırı aştı ve nefsine zulmetti demektir.” (İbn-i Mâce, İkame, 48)

Hadîs-i şerîflerde açıkça görüldüğü üzere, şeytan, her fırsat bulduğunda kişiye vesveseler vererek onu madden ve mânen huzursuz eder. Böyle bir durumla karşı karşıya kalan kişi, şeytanın tuzağına aldanmayıp bu durumun üzerine giderse, vesvese küçülür ve bir üfleme ile kaybolup giden bir toz zerresi hâline gelir. Meselâ abdest alırken “Acaba bir uzvu yıkadım mı, yıkamadım mı?!” diye tereddüde düştüğünde, bu durum başına ilk defa geliyorsa, unutulan uzvu yıkar ve bu meseleyi sonlandırır. Ama böyle bir vesvese neredeyse her gün yaşanıyorsa, o hâlde kişi “unuttum” zannettiği uzvu “yıkadım” sayar ve geçer. Artık bu konu üzerinde düşünmez. Zaten bu meseleye takılmadan geçip gittiği takdirde vesvesenin nihayete erdiğini de görür.

Yine Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yellenme hususunda şüpheye düşen bir kimseye:

Ses işitmedikçe veya koku duymadıkça namazdan ayrılmasın.” (Buhârî, Vudû, 4, 36; Müslim, Hayz, 99) buyurarak vesveseye kapılmadan hâdiseyi neticelendirmek gerektiğini bir ölçü dâhilinde bildirmiştir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- namaz rekâtları konusunda şüpheye düşen bir kimse için de şöyle buyurmuştur:

“Biriniz namazını dört rekât mı yoksa üç rekât mı kıldığında şüpheye düşerse, şüpheyi atsın ve yakînen (çok iyi) bildiğine göre davranıp namazını tamamlasın. İki secde yapsın. Eğer beş kılmış ise bu secdeler namazına şefaatçi olur. Eğer namazını tam kılmış ise, bu secdeler şeytanın uzaklaştırılmasına vesîle olur.” (Buhârî, Sehv, 6-7)

Böyle bir vesvese ilk defa vukû buluyorsa kişi namazı en baştan kılabilir. Ama bu durum mükerreren (tekrar tekrar) oluyorsa, kişi, kuvvetli kanaatine göre “üç kıldım” veya “dört kıldım” diye kabul eder ve namazını bu şekilde kaldığı yerden tamamlar. Bu hususta içine gelen vesveselere de aldırış etmez; yani namazını tekrar tekrar kılmaya çalışmaz. Zira bu durum ibadetlerde bıkkınlığa sebebiyet verebileceği gibi, ibadeti terk etmekle de neticelenebilir. Ya da böyle vesveselere kapılan kişi kendisini “en doğru” kabul ederek kibre kapılır. Böylece şeytan murâdına ermiş, maksadını o insan üzerinde gerçekleştirmiş olur.

VESVEDEN KORUNMA YOLLARI

Şeytan bize vesvese verdikçe “tek dayanağımız” olan Rabbimize sığınmalı ve O’nun öğrettiği üzere bol bol Eûzü-Besmele çekmeliyiz. Allah Teâlâ vesveseden korunmak için bize Felak ve Nâs sûrelerini bildiriyor. Bilhassa Nâs Sûresi’nde geçen “Vesvâsi’l-Hannâs” ifadesi ile bize şeytanın “vesveseci” olduğu öğretiliyor. “Hannâs”, kalbi boş bulunca ona saldıran, kalp zikre geçince de hemen sinip kaçan demektir. Târiften de anlaşıldığı üzere, vesveseli kişilerin kendisini zikirle meşgul etmesi ve vesvesenin şeytânî olduğunu bilip onu kontrol altına alması, bir kurtuluş reçetesidir.

Câhil insan, vesveseye kapılarak şeytanın maskarası olur, helâli-haramı birbirine karıştırır; hurâfeye din diye sarılır; şeytan da onu istediği gibi kullanır. Allah Teâlâ, bizleri korumak için şeytanın vesvesesini Kur’ân-ı Kerîm’de sürekli hatırlatır ve bize korunma yolunu da bildirir:

“Hiç şüphesiz îman edip de sadece Rablerine güvenen tevekkül sahiplerine onun (şeytanın) bir hâkimiyeti yoktur. Onun hâkimiyeti, ancak kendisini dost edinen ve Allâh’a ortak koşan kimseleredir.” (en-Nahl, 99-100)

Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün:

“-Sizden her birinizin bir şeytanı vardır.” buyurdu.

Ashâb-ı kirâm bunu duyunca hemen sordu:

“-Sizin de şeytanınız var mı, yâ Rasûlâllah?”

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Evet, benim de şeytanım var. Ancak, Allah ona karşı bana yardım etti ve o teslim olup benim emrime girdi.” buyurdular. (Ahmed bin Hanbel, Müsned, VI, 115; bkz: Müslim, Münafikun, 69, 70)

Hadîs-i şerîften anlıyoruz ki; şeytan, tek başımıza yenebileceğimiz bir düşman değil. Bu sebeple ölene kadar yakamızı bırakmayacak olan bu düşmanı başımızdan defetmenin tek yolu; zikir ve istiâze (Allâh’a sığınma) neticesinde gelecek olan ilâhî yardımdır.

(De ki:) «İster cinlerden, isterse insanlardan olsun, insanların kalplerine vesvese sokan sinsi şeytanın şerrinden insanların Rabbine, insanların mâlik ve hâkimine sığınırım!” (en-Nâs, 1-6)

Kaynak: Şebnem Dergisi, Kevser Atar, Şubat 2015, 120. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.