Urve İbni Mes'ud (ra) Kimdir?

Urve İbni Mes’ud radıyallahu anh, anne tarafından Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize yakın akraba!.. Ebu Süfyan radıyallahu anh’ın kızı Amine ile evliliğinden dolayı da Efendimizin bacanağı!..

Siması İsa aleyhisselam'ı andıran bir sahabi!..

Hudeybiye’de Kureyşin elçisi olmasına rağmen müslümanların umre yapmaları için Mekkelileri ikna etmeye çalışan bir kahraman!..

O, Sakıf kabilesinin reisi idi. Bundan dolayı Mekke’de çok iyi tanınıyordu. Babası Ficâr savaşlarında Sakif kabilesinin kumandanlarındandı. Annesi Sübey‘a binti Abdüşems b. Abdümenâf ise Kureyş kabilesine mensuptu. Dolayısıyla Urve ibni Mes’ud radıyallahu anh, Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizle akraba olduğu gibi Ebû Süfyân’ın kızı Âmine ile evliliği dolayısıyla da bacanağı olmakta idi. (İbn Hişâm, IV, 126)

O, İslam Tarihinde vahiy gelmeye başlayınca Mekkeli müşriklerin, vahyin Hazreti Muhammed’e değil Mekke’nin veya Tâif’in zenginlerinden birine indirilmeli dedikleri iki kişiden biri olarak tanınır. Ayet-i celilede: “Ve dediler ki: Bu Kur’an iki şehirden bir büyük adama indirilse olmaz mıydı?” (Zuhruf: 43/31) buyurulmuştu. Burada Urve’nin kastedildiği nakledilmiştir. (İbn Abdülber, III, 1067)

Velid ibni Muğıre bu konuda tavır koymuş ve şunları söylemişti: “Kureyşin büyüğü ve efendisi olan ben, yahut Sakıf’in ulusu Ebu Amr ibni Umeyr es-Sakafi dururken Kur’an Muhammed’e mi inecek?” demişti.

Allah Teala hazretleri ayetin devamında: “Rabbi­nin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar?”buyurmuş peşinden de: “Dünya hayatında onların maişetlerini, geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık” diye ferman buyurmuştur. (Zuhruf: 43/32)

HUDEYBİYE ELÇİSİ

Urve ibni Mes‘ûd, Hudeybiye’de Kureyş’in Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize gönderdiği elçilerden biri idi. Sevgili Peygamberimiz ve ashabıyla ilk defa Hudeybiye’de buluşmuştu. Önce giden Büdeyl ibni Verka’nın bir sonuç alamadan döndüğünü görünce kendisinin gönderilmesini taleb etmişti. Allah Rasûlü ile barış yapılmasına karşı çıkan bazı Kureyşliler Müslümanların tarafını tutacağı endişesiyle onun bu isteğine rıza göstermemişlerdi. Fakat Urve gönderilen elçilerin temsil gücünün bulunmadığını, ayrıca kendisinin de annesi vasıtasıyla Kureyşli olduğunu söyleyerek onları ikna etmişti.

Urve ibni Mes’ud, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in yanına gidince önce umre yapma düşüncesinden vazgeçirmek için gayret etti. Sonra, Mekkeliler’in Müslümanları şehre sokmamaya yemin ettiklerini söyledi. Gerekirse kendileriyle savaşmaya kararlı olduklarını bildirdi. Ayrıca yanında bulunan kimselerin, ashabın Mekkeliler’e karşı duramayacaklarını ve ilk vuruşmada kendisini terkedip gideceklerini iddia etti. Urve’nin bu söylediklerine öfkelenen Hazreti Ebû Bekir radıyallahu anh ona ağır bir söz söyleyerek karşılık verdi. Urve zor durumda kaldı. Bir cevab veremedi.

Urve, Rasül-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'le konuşurken Arap geleneğine göre iltifat amacıyla arada bir sakalını tutuyordu. Her tuttuğunda Rasül-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in yanında duran bir sahâbî, kılıcının kınıyla eline vuruyordu. Bu kişinin yeğeni Muğıre ibni Şu‘be olduğunu öğrenince Urve’nin canı sıkılmıştı.

Urve ibni Mes’ud ashab-ı kiram’ın Rasûlullah’a gösterdikleri sevgi ve saygıdan çok etkilenmişti. Onların son derece muhabbetle nazik davranışlarına, edeb, hizmet ve teslimiyetlerine, her emrine itaatlerine hayran kalmıştı.

O, Mekkeliler’in yanına dönünce orada gördüklerini hayret ifadeleriyle gıbta edercesine açık açık anlattı. Hulasa olarak şöyle ifade etti: “Elçi sıfatıyla birçok kralın yanına gittim. Krallarına bu derece sevgi ve saygı gösteren başka bir topluluk görmedim” dedi. (Buhârî, Şürût, 15)

URVE İBNİ MES'UD'UN İSLÂM İLE ŞEREFLENMESİ

Mekkeliler’e Resûl-i Ekrem’le iyi geçinmelerini, onun ve arkadaşlarının Kâbe’yi ziyaret etmelerine izin vermelerini tavsiye etti. Şayet izin verilmezse kendilerinin zararlı çıkacağını açık bir şekilde söyledi. Mekkeliler’in onun tavsiyelerine önem vermemesi üzerine oradan ayrılıp Tâif’e gitti. Onun İslâm’la şereflenmesi şöyle gerçekleşti:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ashabıyla birlikte 629 m. senede Tâif’i kuşatmıştı. Bu sırada Urve ibni Mes‘ûd, mancınık yapmayı öğrenmek için Yemen taraflarındaki Cüreş’te bulunuyordu. Efendimiz kuşatmayı kısa tutup Medine’ye döndü. Urve ibni Mes’ud memleketine gelince durumu öğrendi. Allah Teala onun gönlüne nurunu lutfetti. İslâm sevgisini kalbinde yeşertti. Kendi kendine Müslüman olmağa karar verdi.

Hicretin 9. yılında Rebiülevvel ayında Medine’ye geldi. İki Cihan Güneşi Efendimizin huzuruna çıkıp kelime-i şehadeti getirerek İslâm’la şereflendi.

Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Urve’nin itibarlı bir kişiliğe sahip olması, aralarında akrabalık bağının bulunması, Hudeybiye görüşmeleri sırasında insaflı bir tutum sergilemesi dolayısıyla onun Müslüman olmasına çok sevindi.

İslam’ın nuruna kavuşan Urve ibni Mes’ud radıyallahu anh, imanından aldığı heyecanla hemen kabilesine dönüp halkı İslâm’a dâvet etmek üzere izin istedi. Efendimiz Tâifliler’in kendisine kötülük yapmasından, hatta onu öldürmesinden endişe ettiğini söyleyerek izin vermek istemedi. O ise kendisinden çok emindi. Kavminin kendisini çok sevdiğini söyledi ve: “Yâ Rasûlallah! Ben onlara öz evlatlarından daha sevgiliyimdir! Onlar, beni uykuda bulsalar uyandırmaz, uyandırmaya kıyamazlar!” dedi.

Taif’e gitmek üzere üç kez için istedi. Bunun üzerine, Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Eh, gitmek istiyorsan, git!” buyurdu.

Urve ibni Mes’ud radıyallahu anh Tâif’e vardığında doğru evine gitti. Kavmi onun bu hareketinden kuşkulandı. Zira Rabbe putuna uğramadan evine girmişti. Ziyaretine gelenler de onu cahiliye selamıyla selamlayınca o, Müslüman olduğunu ve “Esselamü aleyküm” diyerek selam vermelerini tavsiye etti. İslâmiyet’in mükemmel bir din olduğunu anlattı. Sonra onları İslâm’a dâvet ederek şöyle dedi:

“Ey kavmim! Siz beni herhangi bir kötülükle suçlayabilir misiniz? Siz, benim soy sopça en seçkininiz, servetçe en zengininiz, cemaatçe de en güçlünüz olduğumu biliyor değil misiniz?

Beni, İslâmiyete girmeye sevkeden ancak, başkalarının göremediği şeyi benim onda görmüş olmamdır! Gelin, öğüdümü dinleyin! Bana karşı çıkmayın, aykırı davranmayın! Vallahi, benim size getirip sunduğum şeyden daha üstününü, hiç bir elçi kavmine getirip sunmamıştır!” dedi.

Urve ibni Mes’ud radıyallahu anh Taiflilerin kendisine aykırı davranmayacaklarını, karşı koymayacaklarını umuyordu. Fakat tam tersi oldu. Sakîf ahalisi hakaretler ederek çevresini sardılar ve: “Lâta andolsun ki; zaten senin Rabbe’ye yaklaşmadığın ve onun yanında saçını kazıtmadığın zaman, dininden ayrılmış olduğun bizim içimize doğmuştu!” dediler.

TEBLİĞ ŞEHİDİ

Urve ibni Mes’ud radıyallahu anh onlara karşı çok yumuşak davrandı. Fakat Tâifliler onu dinlemediler. Ertesi gün sabah namazı vaktinde evinin üstüne çıkıp ezan okudu ve kavmini İslâm’a davet etti. Ancak buna öfkelenen halk her taraftan ok yağmuruna tuttu. Her köşeden ok atarak Urve’yi ağır şekilde yaraladılar. Atılan ok Urve ibni Mes’ud’un bilek damarını kesti. Kan dindirilemedi. Bunun üzerine Urve’nin akrabaları intikam almak isteyince Urve buna izin vermedi. O, şehitliği ilâhî bir ikram kabul ederek kendisini yaralayanın kanını bağışladığını belirtti ve kabilesine:

“Sakın benim yüzümden çarpışmaya kalkmayınız! Çünkü, ben bu hususta aranız düzelsin diye kanımı bağışlamış bulunuyorum. Bu bir şereftir ki; Allah beni bununla şereflendirmiştir! Bu bir şehitliktir ki, bunu bana Allah göndermiştir. Ben şehadet ederim ki; Muhammed, Allah’ın Resûlüdür! O, Taif halkının beni öldüreceğini önceden bana haber vermişti!” dedi.

Sonra aile yakınlarına: “Taif dışına gömülmüş bulunan şehidlerin yanına beni de gömersiniz” diyerek vasıyyetini yaptı. Vasiyeti üzerine Taif şehitlerinin yanına gömdüler.

Allah ondan razı olsun!

YASİN SAHABİ

Urve ibni Mes’ud radıyallahu anh’ın şehit edildiği haberi Medine’ye ulaşınca Sevgili Peygamberimiz çok üzüldü ve onun Yâsîn sûresinde kendisinden bahsedilen, kavmini hidayete çağırdığı sırada onlar tarafından öldürülen kimseye benzediğini söyledi. Onun hakkında “Yasin sahibi” diyerek iltifatta bulunup şu ifadelerle övdü:

“Onun kavmi ile olan hali, Yâsîn sahibinin kavmi arasında olan haline benzer! Yâsîn sahibi, kavmini Yüce Allah’a imana davet etmişti de kavmi onu öldürmüşlerdi. Hamd olsun o Allah’a ki, ümmetim içinde Yâsîn sahibi gibi birini bulundurdu!” buyurdu. (İbn Sa‘d, I, 312; Hâkim, III, 713)

Yasin sahibi, Antakya halkından Habib ibni Müreyy idi. O, yular yapma işiyle uğraşırdı. Eli hayra açık mü’min bir zâttı. Kazancını akşamleyin toplar, ikiye böler, yarısıyla çoluk çocuğunun maişetini temin eder, yarısını da yoksullara tasadduk eder, dağıtırdı. Onu hiçbir şey ibadetten alıkoyamazdı. Allah’a gizlice ibadet ederdi.

Habib, Antakya halkının kendilerine gönderilmiş elçileri öldürmeye yeltendiklerini haber alınca koşup yanlarına varmış, onlara nasihat etmişti. Elçilere tâbi olmaya, onların sözünü tutmaya davet etmişti.

Antakya halkı ise onu taşa tutmuşdu. O ise kavmine merhamet edip şöyle dua etmişti: “Ey Allah’ım! Kavmime doğru yolu göster! Ey Allah’ım! Kavmime doğru yolu göster! Ey Allah’ım! Kavmime doğru yolu göster!” diyerek onların hidayetini isteyerek can vermişti.

Urve ibni Mes’ud radıyallahu anh şehit edilince, oğlu Ebu Müleyh ile kardeşinin oğlu Karib ibni Esved ibni Mes’ud, Taif halkına: “Siz Urveyi öldürdünüz! Artık biz sizinle hiçbir zaman hiçbir şey üzerinde söz ve iş birliği yapmayacağız!” diyerek Taiften ayrıldılar. Medine’ye geldiler. Muğîre ibni Şûbe’nin evine indiler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in huzuruna varıp Müslüman oldular.

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz onlara: “Kimi isterseniz, kendinize müttefik ve yardımcı edininiz!” buyurdu. Onlar: “Biz Allah’ı ve Allah’ın Resûlünü velî edindik!” dediler. İki Cihan Güneşi Efendimiz de: “Ebu Süfyan ibni Harb dayınızdır. Onunla müttefik olunuz!” buyurdu. Onlar da: “Evet! Ebu Süfyan ibni Harb dayımızdır!” dediler ve onun müttefiki oldular.

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz İsrâ hadisesini anlatırken Beytülmakdis’te gördüğü peygamberlerden Hazreti Îsâ’ya en çok benzeyen kimsenin Urve ibni Mes’ûd radıyallahu anh olduğunu bildirmiştir. (Müslim, İmân, 271)

Cenab-ı Hak cümlemizi Urve ibni Mes’ud radıyallahu anh’ın şefaatlerine nail eylesin. Amin.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 345, Kasım 2014

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • allah ebediyen razı olsun Rabbim şefaatine nail eylesin insallah

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.