Ümmü Gülsüm Binti Ali (ra) Kimdir?

 Ümmü Gülsüm Binti Ali radıyallahu anhâ Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin ikinci kız torunu... Fikir ve düşüncelerini gayet açık ve net bir şekilde ortaya koymasıyla meşhur... Kendine güvenli, kuvvetli kişiliğe sahip bir iman eri... Hak ve hakîkati güzel bir üslûbla kimseden çekinmeden söyleyen bir hanımefendi... Hz. Ömer'in (r.a.) âilesi...

Ümmü Gülsüm (r.anhâ) Medine'de doğdu. Annesi, nübüvvet bahçesinin gülü Hazreti Fâtıma (r.anhâ)'dır. Babası, savaş meydanlarının kahramanı, Allah'ın arslanı diye tanınan Hz. Ali (r.a.)'dir. Küçük yavrunun adını Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz koydu. Onun için duâ etti. Babası seferden döndüğünde yavrusuna Ümmü Gülsüm (r.anhâ) adının dedesi tarafından verildiğini duyunca çok sevindi. Eşini tebrik etti. Nur parçası kızını da sevgiyle bağrına bastı.

Ümmü Gülsüm (r.anhâ), Hasan ve Hüseyin'den sonra mutlu yuvanın üçüncü çocuğu idi. Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimizin Hz. Fâtıma'dan ilk kız torunu idi. Vefat eden teyzelerinin adının yaşatılması niyetiyle Hz. Fâtıma annemiz kız kardeşlerinden birinin adının verilmesini istiyordu. Babacığına arzetti ve Ümmü Gülsüm (r.anhâ) adı verildi. Gün geçtikçe büyüyen, gelişen küçük yavru on yaşlarına gelmişti. Henüz çocuk yaşta olmasına rağmen çok güzel konuşurdu. Düşüncelerini anlaşılabilir bir ifadeyle açık ve net olarak aktarabilirdi. Kendine güvenli bir kişiliğe sahipti.

O henüz hayatının ilk baharını yaşarken dedeciği İki Cihan Güneşi Efendimizin rahatsızlığını gördü. Kısa zamanda dünyadan ayrılışının acılarını gönlüne gömdü. Onun tebessümlerinden, iltifatlarından ayrı kalmanın üzüntüsüyle büyüdü. Çok kısa aralıklarla anneciği Hz. Fâtıma'nın (r.anhâ) da âhirete göç etmesiyle kendi içine kapandı. Babacığı Hz. Ali (r.a.) ona öksüzlük acısını unutturabilmek için bir anne şefkati, sevgisi ve sıcaklığını göstermek üzere elinden gelen gayreti gösterdi. Onun bilgi, görgü, beceri, hizmet ve muhabbet gibi ahlâkî üstünlüklerle donanması için çalıştı. Karşılıklı baba-kız olarak ilmî, fikrî, samîmî ve sevgi dolu sohbetler yaptı.

HZ. ÖMER'İN (RA) ÜMMÜ GÜLSÜM (R.ANHA) İLE EVLENMEK İSTEMESİNİN SEBEBİ

Ümmü Gülsüm (r.anhâ) gençlik çağına girmişti. Onun güzel ahlâkı, olgunluğu ve sahip olduğu diğer faziletler, bilgisi, görgüsü, becerisi ve güzel konuşması yakınlarının dikkatini çekmekteydi. Yaş itibariyle küçük olmasına rağmen onunla evlenme teklifleri gelmeye başladı. Hz. Ömer (r.a.) o dönemde müminlerin emiri idi. İki Cihan Güneşi Efendimize kızı Hz. Hafsa'yı vererek yakın akraba olmuştu. Fakat bir arzusu daha vardı ki, ona neseben de akraba olmak istiyordu. Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz hayatta iken bu isteğini gerçekleştirememişti. Halife olduğunda bir gün Hz. Ali'ye: "Yâ Ali! Ümmü Gülsümü bana nikâhla" dedi. O da: "Yaşı küçüktür." diye mazeret gösterdi. Hz. Ömer ise teklifinde ısrar etti ve: "Yâ Ali! Benim bu evliliği istemekteki maksadım, Peygamber soyuna katılmaktan başka bir şey değildir. Allah'a yemin olsun ki onun sohbetini benim kadar arzulayan dünyada hiç kimse yoktur." dedi.

Hz. Ali (r.a.) düşünceli bir vaziyette evine geldi. Durumu kızıyla istişâre etti ve onun da rızasıyla Ümmü Gülsüm'ü (r.anhâ) Hz. Ömer (r.a.)'e nikâhladı. Sonra Ashâb-ı kiram mescide toplandı. Müminlerin emiri bir hitâbede bulundu ve bir kez daha Resûlullah ile akrabalık bağı kurmaktan duyduğu mutluluğu belirterek evliliğini ilân etti. Orada bulunan ashâb-ı kiram bu evliliği tebrik ettiler. Hayır ve seâdet temennisinde bulundular.

ÜMMÜ GÜLSÜM'ÜN (R.ANHÂ) HEDİYESİ

Ümmü Gülsüm (r.anhâ) mü'minlerin emiri Hz. Ömer (r.a.)'in evinde itaatlı, hizmetli, vefakâr bir aile olarak yaşamaya başladı. Bir gün kocasının haberi olmadan Rum Meliki Hirakl'in zevcesine postacı ile bir hediye gönderdi. Hirakl'in hanımı da karşılık olarak ona bir teşekkür mektubu yazdı ve: "Bu hediye, müslümanların halîfesinin hanımı ve Peygamberlerinin torununun hediyesidir." diyerek iltifatlarda bulundu. Ayrıca hediye olarak kıymetli bir gerdanlık gönderdi. Postacı Medine'ye dönünce Hz. Ömer (r.a.) hediyeleri alıp yanında alıkoydu. Hanımı Ümmü Gülsüm'ün (r.anhâ) yaptığına üzüldü. Onunla konuşup yanlış hareket edildiğini söyledi. Kendinden habersiz böyle bir iş yapmasını hoş karşılamadı.

Müslümanları mescide toplayıp bilgi verdi. Bütün ayrıntılarıyla olayı ortaya koydu. Bu hediyenin Ümmü Gülsüm'e (r.anhâ) verilip verilmemesi konusunda istişarelerde bulundu. Ashabın verilmesi fikri ağır basmasına rağmen Hz. Ömer (r.a.) şöyle dedi: "Sözlerinizde haklısınız. Fakat elçi müslümanların elçisi, postacı onların postacısıdır." dedi ve hediyenin beytülmâle verilmesini istedi. Ailesinin de gönlünü hoş etmek için kendine ait maldan bir miktar parayı hanımına verdi.

SALİHA HANIM

Bu olay nefse ağır gelmesine rağmen Ümmü Gülsüm (r.anhâ) nefsine fırsat vermedi. "Ene"sine boyun eğmedi. Enâniyetini ayaklar altına aldı ve kocasının görüşlerini kabul ederek "Saliha kadın = olgun bir hanım" olma sorumluluğunu yerine getirdi. İtaatkâr ve kanaatkar bir hanımefendi olarak hiç itiraz etmedi.

Ümmü Gülsüm (r.anhâ)'nın Hz. Ömer (r.a.)'dan Zeyd adında bir oğlu, Rukıyye adında bir kızı oldu. Bir anne olarak o, yavrularının yetişmesi konusunda çok titiz davrandı. Kendileri gibi sağlam bir imana, ahlâka, kuvvetli görüş ve kişiliğe sâhip olmaları için gayret etti. Onları son derece mütevâzî ve fakat hakkı söyleme konusunda atak ve cesur davranmak gibi özelliklere sâhip olarak yetiştirdi.

Hz. Ömer (r.a.) mecûsi bir köle olan Ebû Lü'lü tarafından şehit edilince Ümmü Gülsüm (r.anhâ) dul kaldı. Babacığı Hz. Ali (r.a.) kızının iddet müddeti dolunca onu kardeşi Ca'fer (r.a.)'ın oğlu Avn'e nikâhladı. Yumuşak huylu ve ince kalbli bir insan olan Avn İbni Ca'fer ile mutlu günler geçirdi. Fakat Avn'inde vefatıyla bu mutluluk kısa sürdü.

ÜMMÜ GÜLSÜM'ÜN (R.ANHA) FERYADI

Ümmü Gülsüm (r.anhâ) afif bir hayatın en güzel örneklerini vererek yaşadı. Siyâdet (Peygamberin soyundan gelme) şerefini ömrü boyunca korudu. Musibetler, ibtilâlar ardarda geldi. Fakat o hiç bir zaman metânetini kaybetmedi. Babacığı Hz. Ali (r.a.) zehirli kılıçla yaralandı. Onun çektiği acılara üzülürken bir kaç gün içinde zehirin tesiriyle dünyasını değiştirme gibi çetin imtihanlara maruz kaldı. Daha sonra kardeşi Hz. Hüseyin'in şehâdet olayı baş gösterince üzüntüsünden âdeta eridi. İçinin ızdırabını elem dolu duygularını ifadelere dökmeye başladı. Kûfe halkına şöyle seslendi:

"Ey Kûfe halkı! Ey vefasızlar, siz ey yardım ederiz deyip de yardım etmeyenler!.. Artık göz yaşı dinmez, feryatlar kesilmez. "Siz yeminlerinizi aranızda hile edinerek o ipliğini sağlamca eğirdikten sonra bozan kadın"a benziyorsunuz. (Nahl sûresi: 92)

Siz çok gürleyip yağmur yağdırmayan bir bulut gibisiniz. Hüseyin'i davet edip düşmanlara jurnal etmekten başka ne yaptınız? Siz, işe yaramayan bir toprak gibisiniz. Ne kötü iş yaptınız? Öyle kirli bir iş yaptınız ki yıkamakla ebediyyen temizlenemezsiniz.

"Siz risâlet madeni, cennetliklerin efendisi ve gideceğiniz yolda size ışık tutan bir Peygamberin neslini katlettiniz. Bu, temizlenebilecek bir leke değil ki...

"Artık ne yapılsa faydası yok. "Yemin olsun ki çok çirkin bir şey yaptınız, Az kalsın ondan dolayı gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp yere düşecekti." (Meryem sûresi: 89 - 90)

"Siz biliyor musunuz kimin kanını akıttınız?.. "Elbette âhiret azâbı dünyadakinden daha şiddetlidir. Hem de onlar Allah'ın azâbından kurtulamayacaklar." (Fussılet suresi: 16)

"Bu, kül içinde kalmış ateş bakıyyesidir artık. Asla hafife alınmamalı. Allah (c.c.) hepimizin yaptıklarını görücüdür." dedi.

Ümmü Gülsüm (r.anhâ) gönlünün ızdırabını, elem ve kederini beliğ bir ifâde ile bu şekilde bir hitabe ile ortaya koydu. Bu konuşmayı yaptıktan sonra oradan ayrıldı. Ömrünün geri kalan kısmını acıları gönlüne gömerek Medine-i Münevvere'de geçirdi. Gün geçtikçe bedence zayıflayan o nâzenîn Abdullah İbni Ca'fer (r.a.)'ın nikâhı altında iken fânî hayata gözlerini kapadı. Cenâze namazını Abdullah İbni Ömer (r.a.) kıldırdı. Rûhu şen, kabr-i gülşen olsun. Cenâb-ı Hak şefaâtlerine nâil eylesin. Amin.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, 2002 - Mart, Sayı: 193, Sayfa: 038

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.