Ümmetin Yolunu Kesen Düşünce

Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerim’de bir yandan onların bu durumlarını açık ederken bir yandan da inançta tevhid ve toplumda vahdet özellik ve erdemine yönelik olarak Ehl-i kitaptan gelecek tehlikelere karşı Müslümanları uyarıyor.

Her din kendi içinde bir bütünlüğe ve sistematiğe sahiptir. Bu se­beple de dinler, ancak kendi bütünlükleri içinde algılanıp yaşanabilir. Parçalanmak onların özüne ve niteliklerine terstir. Böyle bir yola gidecek olan dindarları felâketler bekler. Bu gerçekleri âyet-i kerimeler şöyle dile getirmektedir: Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp da bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezası dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir? Kıyamet gününde de azabın en şiddetlisine itilirler. Allah gâfil değildir, herkesin ne yaptığını bilir.”1

Örnek alınma ihtimali bulunan geçmiş ümmetlerin mevcut halleriyle gerek inanç, gerekse kulluk açısından bozulmuşluk ve tutarsızlık içinde oldukları bilinmektedir. Halbuki kendilerinden böylesi bir karmaşa değil, teklik ve netlik istenmiştir. “Oysa onlar bâtıl dinlerden uzaklaşıp saf bir inançla yalnız Allah’a kulluk etmek, namaz kılmak ve zekat vermekle emir olunmuşlardı ki, dosdoğru din de (dindarlık da) zaten budur.”2

MÜSLÜMANLARIN YOLUNU KESME GİRİŞİMİ

Hıristiyanların tevhid inancını ve Allah’a kulluğu başka un­surlarla karıştırıp üçlü hale getirmeleri (teslis), Yahudilerin tanrıyı özelleştirip sadece kendi milletlerine özgü kılmaları (tahsis) onları, kendilerine Allah tarafından gönderilmiş bir “delil”, yol gösterici olan Hz. Peygamber sallahu aleyhi ve sellem geldikten sonra derin bir anlaşmazlığa ve anlamsız bir rekabete düşürmüştür. Dolayısıyla da tam bir duygusal ve davranışsal açmaza sürüklenmişlerdir.

Bu acınası durum kendilerini Müslümanlara karşı koyma ve çekememezlik duyguları içinde kıvrandırmaya başlamış ve netice itibariyle Müslümanların yolunu kesme girişimlerinde (saddun an sebilillah) bulunmuşlardır.

Yüce Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerim’de bir yandan onların bu durumlarını açık ederken bir yandan da inançta tevhid ve toplumda vahdet özellik ve erdemine yönelik olarak Ehl-i kitaptan gelecek tehlikelere karşı Müslümanları uyarmıştır:

De ki: ‘Ey Ehl-i kitap! Allah yolunun doğru olduğunu bile bile, onu eğri göstermeye çalışıp mü’minleri ondan niçin alıkoyuyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan asla habersiz değildir.”

İSLAM İLE YAŞAMAK UYARISI

Ey mü’minler!. Ehl-i kitaptan bir gruba uyacak olursanız, onlar sizi imanınızdan vazgeçirip yeniden kâfirler haline döndürürler.”

Allahın âyetleri size okunup dururken, üstelik O’nun elçisi de aranızda bulunurken nasıl olur da küfre dönersiniz? Allah’ın dinine sımsıkı sarılan kimse, elbette dosdoğru yola iletilmiş olur.”

“Ey iman edenler! Allah’ın emir ve yasaklarına gereği gibi saygılı olun ve yalnızca Müslüman olarak ölün.”3 Böyle bir saygılı hayat ve güzel sonuç (hüsn-i hâtime) için “(Ey mü’minler!) Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, sakın ayrılığa düşmeyin!..”4 çağrısı yapılmıştır.

Müslümanlara yönelik bu İslâm ile yaşamak uyarısı ve çağrısı göstermektedir ki, öncekilerden etkilenme, onların yolunu takip etme gibi olumsuz gelişmeler olacaktır. Bu tür değişimlerin, bir yanda dindarlar arası çekememezlik duygu ve uygulamalarının, planlı özel gayretlerin varlığı ve etkisi, diğer yanda da Müslümanların etkilenmeye açık hallerinin sonucu olduğu inkar edilemez.

HZ. PEYGAMBER'İN UYARISI 

Geçmiş din mensuplarının (ehl-i kitab) durum ve tutumları ne kadar bozuk olursa olsun, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, sosyolojik bir etkileşim sonucu zamanla Müslümanların onlara benzemeye çalışacaklarına dikkat çekmiş ve şu uyarıda bulunmuştur:

Ebû Said el-Hudrî (v. 74) radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Sizden öncekilerin yolunu karış karış, adım adım takib edeceksiniz. Hatta o kadar ki şayet onlar bir keler deliğine girseler siz de arkalarından girmeye kalkışacaksınız.”

Râvi Ebû Said diyor ki:

- Böylesine kendilerine uyacağımız bu bizden öncekiler Yahudi ve Hıristiyanlar mıdır, ey Allah’ın Resûlü? diye sorduk.

- “Onlardan başka kim olabilir ki?” buyurdu.5

Ulemâ, bu olumsuz etkilenme ve taklidin küfürde değil, günahlarda gerçekleşeceğine işaret etmekte, hadisin mutlak ifadesini, daha çok sosyal hayattaki tezahürlerle/görüntülerle yorumlamaktadırlar. Bozulma ve günahlarda bu derece başkalarının izini takip etmenin sonuçta inanç bakımından da bir sapmaya sebep olmayacağını düşünmek, herhalde sadece bir ümit ve iyimserlik temennisi olarak değerlendirilebilir. Yani tehlikenin büyüklüğü, “günahlarda” yorumuyla aslâ küçülmüş ve küçültülmüş değildir.

Hadis-i şerifteki “Senen” kelimesi gidişât, hayat tarzı, örf ve âdetler demektir. Yahudi ve Hıristiyanlar gibi önceki ümmetlerin yolunu veya izini yani yaşayış biçimini paylaşmak, onları “keler deliğine girmek” gibi en olmadık işlerinde bile, zorluğuna ve gülünçlüğüne bakmadan takip etmeyi marifet, hüner veya güncel deyimiyle çağdaşlık ve gelişmişlik saymak, hiç kuşkusuz, fert ve ümmet olarak tam bir kimlik ve kişilik aşınması ve kaybı demektir. Yani Kitap ve Sünnet’in kazandırdığı özel ve güzel kimliği, yabancı ve kötü bir kimlikle değiştirmektir. Hiç bir gerekçe, böylesi bir iflası ve yok oluşu asla mâkul ve mâzur göstermeye yetmeyecektir. Çare, her alanda ve her zaman Kitap ve Sünnet’e bağlı kalmak, sımsıkı sarılmaya çalışmak ve bu yolla kendi özgün kimliğini korumaktan ibarettir.

BİRLİK ÇAĞRISI

İşte tam da bu noktada Yüce Rabbimizin birlik/vahdet çağrısı ile karşılaşmaktayız.

(Ey mü’minler!) Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, sakın ayrılığa düşmeyin!”6

Yüce Rabbimizin, doğrudan Müslümanlara hitap edip “Ey iman edenler! Allah’ın emir ve yasaklarına gereği gibi saygılı ve duyarlı olun ve yalnızca Müslüman olarak can verin” buyruğunun hemen ardından “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, sakın ayrılığa düşmeyin!” emrini vermiş olması, özgün Müslüman kimliği içinde olmanın ve dolayısıyla toplumda birliğe/vahdete sahip çıkmanın, Müslümanlar için hem dünyevî hem de uhrevî boyutta ne denli önem ifade ettiğini ortaya koymaktadır.

Allah Teâlâ, bu emirlerinin devamında o günkü Müslümanlara yönelik ihsan ve ikramlarını hatırlattıktan sonra, kendilerinden ve dolayısıyla tüm Müslüman nesillerden beklenen vahdet toplumuna sahip çıkabilmenin yolunu da göstermiş bulunmaktadır: “İçinizden hayra çağıran, iyiliği teşvik ve emredip kötülükten sakındıran bir topluluk/kadro bulunsun...7

Bu âyet-i kerimede varlığının gereğine vurgu yapılan kadronun işlevi, hayra çağırma, emir bil’maruf ve nehiy ani’l-münker olarak tüm toplum kesimlerini kucaklayıcı bir kapsamda ve “Allah’ın ipine/kitabına/dinine sımsıkı sarılma” çizgisinde olmakla belirlenmiş bulunmaktadır. Sonraki âyet-i kerimede de “Her şey açık-seçik ortaya konulmuş iken, tefrikaya, dinde ayrışmaya düşenler gibi olunmaması” emredilmiştir. Değişik etkiler altında Müslümanların mezhep, meşrep, gurup ya da ocak çağrısı yaparak ayrılığı, parçalanmışlığı öne çıkarmamaları istenmiştir. Bu sebeple İslâm’ı insana ulaştırma, bir başka ifade ile, Allah’ın son dinini Allah’ın kullarına duyurma demek olan tebliğ hizmetini ve görevini kendi cemaatlerinden olma çağrısına dönüştürmemeye özen göstermek gerekmektedir. Müslümanların, öncelikle, kaç Allah kulunun hidayetine vesile olduklarına odaklanmaları daha doğru olur. Zira Peygamber Efendimizin Hz. Ali’ye hitaben “senin vasıtan ile bir kişinin hidayete ermesi, İslâm’ı seçmesi, senin için dünyanın en değerli mal varlığına sahip olmandan daha kıymetlidir” diye verdiği müjde8, din-iman-ümmet bağlamındadır.

Bu genel müjdeyi dar çerçevede özelleştirerek uygulamaya kalkışmak, hata işlemekten korunmuş olmayan (ğayr-i ma’sum) kişileri kutsayıp taklit etmek noktasına kadar insanları sürükleyebileceği için hem iman açısından hem de ümmet bütünlüğü, birliği ve gücü bakımından ciddi sakıncaları ve büyük sarsıntıları beraberinde getirebilecektir. Bu noktada kendine has değerleri özelinde kalıp gafil dost ve hain düşman telkinlerinden etkilenmemeye dikkat etmek hayatî önem arz etmektedir. Çünkü biz, rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, peygamber olarak Muhammed’den razıyız ve bu değerlerimize asla alternatif aramayız. İslâm kardeşliğinin her türlü bağdan üstün, yeterli ve öncelikli olduğunu da kabul ve itiraf ederiz.


Dipnotlar: 1) el-Bakara (2), 85. 2) el-Beyyine (98), 5. 3) Âl-i İmran (3), 99-102. 4) Âl-i İmran (3), 103. 5) Buhârî, Enbiya 50; Müslim İlim 6; İbn Mâce, Fiten 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 327, 450, 511, 527, III, 84, 89, 94. 6) Âl-i İmran (3), 103. 7) Âl-i İmran (3), 104. 8) Buhari, Fedailü’l-ashab 9, Meğazi 38, Cihad 102, 143; Müslim, Fedailü’s-sahâbe 34.

Kaynak: Prof. Dr. İsmail.L. Çakan, Altınoluk Dergisi, 368. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.