Uluğ Bey Kimdir?

Uluğ Bey kimdir? Uluğ Bey nerede doğdu? Uluğ Bey kimin torunudur? Uluğ Bey neler yaptı? Uluğ Bey’in bilime katkıları nelerdir? Timur Devleti sultanlarından; Uluğ Bey’in hayatı.

Uluğ Bey, Timur İmparatorluğu’nun 4. sultanı ve Türk matematikçi ve astronomi bilginidir.

ULUĞ BEY’İN HAYATI

Uluğ Bey, 22 Mart 1394’te Azerbaycan’ın Sultâniye şehrinde doğdu. Babası Emir Timur’un küçük oğlu Şâhruh, annesi Gevher Şad’dır. Uluğ Bey unvanı Timurlular’daki “emîr-i kebîr”in Türkçe karşılığıdır.

1394-1405 yılları arasında sarayda geleneksel dinî ilimler, ardından mantık, matematik ve astronomi tahsili gördü. 1404’te Emir Timur tarafından Muhammed Sultan’ın kızı Öge Begüm ile (Biki) evlendirildi. Babası Uluğ Bey’e 1409 yılında Semerkant merkezli Mâverâünnehir bölgesinin yönetimini verdi.

Henüz on altı yaşında iken devleti yönetme sorumluluğunu üstlenen Uluğ Bey, kuzeybatıda Ceyhun ırmağından Soğanak’a ve kuzeydoğuda Asparay şehrine kadar otuz sekiz yıl bu geniş coğrafyanın emîri olarak yönetimini sürdürdü. Ancak vaktinin çoğunu bilimsel faaliyetlere adadığı için devlet işlerini babasına bağlı şekilde ve onun yardımıyla yürüttü, diğer emîrler gibi o da hutbelerde ve sikkelerde Şâhruh’un adını kullandı.

Uluğ Bey döneminde Semerkant naklî ve aklî ilimlerin, sanat ve edebiyatın en parlak günlerini yaşadığı bir merkez haline geldi. Kendisinin ilgi derecesi bilinmiyorsa da onun zamanında tasavvuf kültürü ve özellikle Nakşibendîlik bu bölgede hızlı biçimde yayıldı.

ULUĞ BEY’İN İBRETLİK HİKAYESİ

Şâhruh’un 1447’de vefatından sonra taht kavgaları başladı. Uluğ Bey babasının ölüm haberi üzerine Semerkant’ı küçük oğlu Abdülaziz’e bırakarak Horasan’a hareket ettiyse de ancak Belh’i ele geçirebildi. 1448’de büyük oğlu Abdüllatif’in desteğiyle Herat şehrine girdi ve şehre dokunmadıysa da dış mahallelerin düşmanla iş birliği yaptığı gerekçesiyle askerler tarafından yağmalanmasına izin verdi. Bu sırada Ebülhayr Han’ın Semerkant’a saldırdığını ve sarayını tahrip ettiğini öğrenince geride Abdüllatif’i bırakıp Herat’tan ayrıldı. Ancak Uluğ Bey yönetime geldiğinde hazineden verilmesi gereken hisseyi Abdüllatif’e vermemesi, ayrıca Herat’a Abdüllatif’in yardımıyla girdiği halde bunu fetihnâmelere küçük oğlu Abdülaziz’in yardımı olarak kaydettirmesi yüzünden baba ile oğlu arasında bir soğukluk ve kırgınlık meydana geldi.

Uluğ Bey’in Herat’tan ayrılmasını fırsat bilen Abdüllatif babasına karşı bir ordu hazırlayarak Ceyhun kenarında onunla birkaç defa çarpıştıysa da yenildi. Bu olaydan sonra Semerkant’a dönerken oğlunun kendisini takip ettiğini öğrenen Uluğ Bey tekrar Abdüllatif’in üzerine yürüdü fakat bu defa yenilerek geri çekilmek zorunda kaldı. Bu sırada yanında yetişen Ebû Said Mirza Han Semerkant’a saldırdı. Abdüllatif ise Tirmiz ve Keş’i ele geçirip Semerkant’a yürüdü ve Eylül-Ekim 1449’da Uluğ Bey’i Semerkant’ın dış bölgesi Dımaşk’ta mağlûp etti.

Uluğ Bey şehre dönmek istediyse de kendi kumandanı kale kapılarını kapattırarak onu içeri almadı. Nihayet Abdüllatif’e teslim olmak zorunda kaldı. İran asıllı ve Abdüllatif yanlısı Abbas adlı bir kişinin başkanlığında kurulan mahkeme kendisini ve Abdülaziz’i şeriata muhalefetten idama mahkûm etti.

ULUĞ BEY NASIL ÖLDÜ?

Uluğ Bey, hükümdarlık hak ve iddiasından vazgeçip oğlunun egemenliği altında yaşamaya razı oldu ve Abdüllatif’ten hacca gitmek için izin istedi. Verilen izin üzerine Semerkant’tan ayrıldıysa da kumandanlar, bu durumun sakıncalı olduğu hususunda Abdüllatif’i ikna ederek 27 Ekim 1449’da Semerkant’a bir iki günlük mesafede onu öldürdüler. İki gün sonra da yine bir suikast sonucu Abdülaziz öldürüldü.

Semerkant’ta Gûr-ı Emîr’de defnedilen Uluğ Bey’in hükümdarlığı iki yıl sekiz ay sürdü. Onun hayatının bir trajediyle sona ermesinin başlıca sebepleri, hükümdar olunca oğlu Abdüllatif’in Herat’ı istemesine rağmen onu Belh valiliğine tayin etmesi sonucu aralarının açılması, diğer hükümdarların aksine halktan toplanan vergileri kumandanlarına ve çevresindekilere dağıtmayıp halkın yararına ve ilmî araştırmalara, medrese, kütüphane ve rasathâne yapımına harcamasıdır. Kumandanlar bu sebeple Abdüllatif’i babası aleyhine kışkırtmış ve Uluğ Bey’i bırakıp karşı safa geçti. (Abdülmüteâl es-Saîdî, s. 339)

Uluğ Bey matematikçi, astronom, edip ve şair olmasının yanı sıra Kur’ân-ı Kerîm’i yedi kıraat üzere okuyacak kadar kıraat ilmine vâkıftı.

ULUĞ BEY’İN HİMAYE ETTİĞİ ALİMLER

Döneminin her alanda başarılı din, ilim, sanat ve edebiyat âlimlerini davet ederek bol ihsanlarda bulunmuş, kendisi de onlardan çok istifade etmiştir. Kadızâde-i Rûmî, Cemşîd el-Kâşî ve Ali Kuşçu bunların en meşhurlarıdır. Uluğ Bey’in saray şairleri arasında İsmet-i Buhârî ile Çağatay şiirinin ilk önemli şairi Sekkâkî’nin özel bir yeri vardı. Sekkâkî, Uluğ Bey için yazdığı kasidede,

“Felek ne kadar dönerse dönsün / Ne senin gibi âlim bir hükümdar ne de benim gibi bir Türk şairi gelecektir” diyerek hem onu hem kendini övdü.

ULUĞ BEY NELER YAPTI?

Matematik ve astronomi alanındaki üstün başarılarının yanında Uluğ Bey’in mimaride bıraktığı eşsiz eserlerin bir kısmı zamanımıza ulaştı. 1417-1420 yılları arasında biri Buhara’da, diğeri Semerkant’ta iki medrese yaptırdı ve geniş vakıflarla bunları destekledi. Ayrıca Semerkant’ın Registan’ında bugüne kadar gelmeyen bir hankah, bir hamam ve geniş bahçeler içinde iki saray inşa ettirdi.

SEMERKANT MEDRESESİ

Gıyâseddin el-Kâşî’nin Semerkant Medresesi’ndeki ilmî faaliyetleri konu alan mektubundan anlaşıldığına göre her alanda çağının en meşhur ilim adamlarının ders okuttuğu bu medresede riyâzî ilimlere ayrı bir değer verilmekteydi. Uluğ Bey’in de bu derslere iştirak ettiği ve zaman zaman ders verdiği bilinmektedir. (Sayılı, Uluğ Bey, s. 78-79) Uluğ Bey döneminde faaliyetlerini sürdüren bu medrese onun ölümünden sonra giderek önemini yitirdi. (bk. Uluğ Bey Medresesi) Mimari alanında Uluğ Bey, dedesi Timur’un da ihtimam gösterdiği ve sahâbe kabrinin bulunduğu Şah Zinde Mezarlığı’ndaki yapıları onarttı, Gûr-ı Emîr’e bir taçkapı (dervâze) yaptırdı ve yeni galeriler ilâve ettirdi.

Üstün bir zekâya sahip olan Uluğ Bey başarılı bir matematikçi ve astronomdu. Henüz küçük denecek yaşta Merâga Rasathânesi’ni gördü ve zihninde ona bir yer ayırdı. Bu sebeple Merâga’dan sonra en büyük rasathâneyi Semerkant’ta kurdu. Bu yapı, Kadızâde-i Rûmî ile Cemşîd el-Kâşî’nin gözetiminde inşa edildi. Ancak bu iki âlim rasathâne tamamlanmadan vefat etti, onların yerine Ali Kuşçu getirildi.

ULUĞ BEY ZİCİ

Uluğ Bey’in ölümüne kadar otuz yıl faaliyetini sürdüren rasathâne ve burada oluşturulan astronomi tabloları teleskopun icadına kadar ilim dünyasında etkili oldu. (bk. Semerkant Rasathânesi) Uluğ Bey, kullandığı Zîc-i İlhânî’de gördüğü bazı ölçüm hatalarını ve eksiklikleri gidermek için hem İslâm dünyasında hem Avrupa’da alanında kaynak eser kabul edilen Zîc-i Uluğ Bey’i meydana getirdi. Ayrıca onun geometri alanında ve özellikle üçgenler konusunda araştırmalar yaparak tanjant ve sinüs cetvelleri oluşturduğu bilinir. (bk. Zîc-i Uluğ Bey)

Uluğ Bey’e isnadı şüpheli olan Târîḫ-i Ulus-i Erbaʿa Farsça olarak kaleme alındı fakat tamamı günümüze kadar gelmedi. Hükümdarın çevresindeki tarihçilerden birinin yazmış olabileceği ileri sürülen bu eser Moğol İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra kurulan Çin ve Moğolistan, Altın Orda Devleti (Cuciler), İran ve Çağatay Türkleri’nin Orta Asya’daki devletlerini konu aldı. (Göker, s. 120-121)

Kaynak: DİA

 

İslam ve İhsan

SEMERKANT TARİHİ

Semerkant Tarihi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • ÇOK GÜZEL

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.