Üftâde Hazretleri Kimdir?

Üftâde Hazretleri, Aziz Mahmud Hüdâyî’nin şeyhi, mutasavvıf-şairdir.

Bursa’nın Araplar mahallesinde doğdu. Doğum tarihi kaynaklarda 895 (1490) olarak verilmekteyse de müridi Aziz Mahmud Hüdâyî’nin Vâķıat’ında geçen bir ibareden 900 (1495) yılı civarında dünyaya geldiği anlaşılmaktadır. Adı Mehmed, lakabı Muhyiddin’dir. Şiirlerinde kullandığı “Üftâde” mahlasıyla tanınır. Babasının Manyas’tan gelip Bursa’ya yerleştiği kaydedilmektedir. Üftâde, çocuk yaşlarında intisap ettiği Bayramî şeyhlerinden Muk‘ad Hızır Dede’nin teşvikiyle ilim tahsiline başladı. Şeyhinin vefat ettiği 918’e (1512) kadar yaklaşık sekiz yıl kendisine hizmet etti. Güzel sesiyle Bursa Ulucamii’nde ve Doğan Bey Mescidi’nde ezan okudu. Birkaç akçelik maaşı kabul ettiği için rüyasında, “Mertebenden üftâde oldun” (düştün) diye uyarıldığının ertesi günü ezan okumayı bıraktı.

Bu olayın ardından ipekçilik ve düğmecilik yaparak, kitap istinsah ederek geçimini sağladı. Bir yandan da fahrî imamlık ve müezzinlik görevini sürdürdü. Otuz beş yaşları civarında vaaz ve irşada başladı. Doğan Bey Mescidi, Namazgâh Camii ve diğer camilerdeki vaazlarını halk büyük bir ilgiyle takip ediyordu. Uludağ eteklerindeki Pınarbaşı Kuzgunluk mahallesinde inşa ettirdiği cami ve tekkede irşad faaliyetini sürdürürken 1529-1536 yılları arasında Emîr Sultan Camii hatipliğine tayin edildi. Emîr Sultan’ın mânevî işaretiyle kabul ettiğini söylediği bu görevi vefat ettiği 12 Cemâziyelevvel 988 (25 Haziran 1580) tarihine kadar sürdürdü. En meşhur halifesi Aziz Mahmud Hüdâyî ona hayatının son yıllarında 984’te (1576) intisap etti. Mehmed ve Mustafa adlı iki oğlu tekkesinde onun yerine postnişin oldu.

ÜFTADE HAZRETLERİNİN SÜNBÜL EFENDİ İLE GÖRÜŞMESİ

Kaynakların çoğunda Üftâde’nin Hızır Dede’den hilâfet aldığı belirtilmektedir. Ancak şeyhinin vefatında on sekiz yaşlarında bulunan Üftâde’nin o yaşlarda hilâfet alması pek mâkul görünmemektedir. “Merhum şeyhim zamanında bana açılmadı, ancak vefatından sonra açıldı” diyen Üftâde’nin Hızır Dede’den başka “şeyhim” dediği bir kimseye de rastlanmamıştır. Bu durum dikkate alındığında onun sülûkünü Üveysî tarikle tamamlamış olması kuvvetli bir ihtimal gibi görünmektedir. Hızır Dede’den başka bir şeyhi yoksa da Üftâde çocuk yaşlarından itibaren bazı sûfîlerin sohbetinde bulunmuştur. Bunlardan Bursa’da Irgandı Köprüsü’nün yanındaki Selçuk Hatun Camii’nin imamı Muslihuddin Mustafa Efendi keramet sahibi bir dervişti.

Muslihuddin Efendi’nin Zeyniyye Dergâhı şeyhlerinden Muallimzâde Şeyh Mustafa Efendi ile (ö. 930/1524) aynı kişi olması da muhtemeldir. VâķıǾât’ta onun bir dönem Bursa’da ikamet eden Şâzelî şeyhi Ali b. Meymûn el-Mağribî (ö. 917/1511) ve halifesi Abdurrahman Efendi’den sıkça söz ettiği görülmektedir. Meşrep itibariyle coşkun bir yapıya sahip bulunduğu anlaşılan Abdurrahman Efendi’nin halifesi Şeyh Abdülmü’min Efendi ile de özel bir yakınlığı vardı. Halvetî-Gülşenî şeyhlerinden Lemezât-ı Hulviyye müellifi Cemâleddin Hulvî ve onu takip eden bazı müellifler, Üftâde’nin Hızır Dede’den önce İstanbul’da Sünbül Sinan’a (ö. 936/1529) intisap ederek ondan icâzet aldığını kaydetmişse de bu doğru değildir. İleri yaşlarında birçok defa İstanbul’a giden Üftâde’nin Sünbül Sinan Efendi ile görüşmesi mümkünse de kendisine intisap etmesi uzak bir ihtimaldir, hilâfet alması ise mümkün değildir.

Üftâde’nin tarikat silsilesi Hızır Dede ve Akbıyık Sultan vasıtasıyla Hacı Bayrâm-ı Velî’ye ulaşır. Celvetiyye tarikatı Aziz Mahmud Hüdâyî’ye nisbet edilmekteyse de seyrüsülûk usulü bakımından celveti esas alan Celvetî şeyhi olan İsmâil Hakkı Bursevî, Celvetiyye’nin İbrâhim Zâhid-i Geylânî devrinde hilâl, Üftâde zamanında ay, Hüdâyî döneminde dolunay durumunda bulunduğunu söyler (Silsile-i Celvetiyye, s. 63). Üftâde’nin en belirgin özelliklerinden biri zühd ve takvâsıdır; haramlardan kaçınmanın yanında bazı helâllere dahi iltifat etmemiştir. Bir zamanlar vaazlarında Meŝnevî ve Fuśûśü’l-ĥikem’den bahsetmesini yasaklayan Kanûnî Sultan Süleyman’ın onu İstanbul’a davet edip hürmet gösterdiği, tekkesine vakfetmek istediği bir iki köyü kabul etmediğini görünce vezirlerine bazı şeyhlerin tâlib-i dünyâ, fakat Üftâde’nin târik-i dünyâ olduğunu söylediği rivayet edilir.

ŞERİATI TERKETMEYİN!

Üftâde’nin keşif ve mârifetle ilgili görüşlerinin özünü, “Mülk ve melekût âleminde bulunan şeylerin tamamı size keşif yoluyla görünse şeriata uygun biçimde izah etmeye gücünüz yetmiyorsa o keşfi terkedin, fakat şeriatı terketmeyin” sözü oluşturur. Ona göre melekût âleminde seyreden bir sâlik, o âlemin meselelerini mülk âleminde bulunan ve bu âlemin kayıtlarıyla mukayyet olan bir kimseye anlatmamalı, hakikati keşfeden sâlik ağzını şeriatın iğne ve ipliğiyle dikmelidir. Eğer sözlerini şeriat libasına sokmadan uluorta konuşursa fesada yol açar; Hallâc-ı Mansûr ve Seyyid Nesîmî’de görüldüğü gibi fitne denizi dalgalanmaya başlar. Ayrıca mücerret taklit yoluyla bu sözleri söyleyenlerin ilhâda düşmelerine sebebiyet verebilirler. İnsanlara anlayış seviyelerine göre hitap etmek gerekir. Nitekim peygamberler de öyle yapmış, insanlarla akıllarının alacağı şekilde konuşmuştur. Bu sebeple Üftâde’nin ağzından şathiye kabilinden tek bir söz bile çıkmamıştır.

ARİFANE ŞİİRLER

Yûnus Emre tarzında sade bir dille ârifane şiirler yazan Üftâde’nin şiirleri tekke çevrelerinde büyük ilgi görmüş, bunlardan bazıları ilâhî şeklinde bestelenerek okunagelmiştir. Bursalı Mehmed Tâhir’in bastırdığı divanının (İstanbul 1328) Latin harfleriyle üç neşri daha bulunmaktadır (nşr. Mustafa Bahadıroğlu, Celvetiyye’nin Piri Hz. Üftade ve Divanı, Bursa 1995; Üftâde Divanı, Bursa 2000, İstanbul 2011). Üftâde’nin çoğu aruzla, bir kısmı heceyle yazılmış elli parça şiir ihtiva eden eserini Paul Ballanfat Le divan Hazret-i Pir Üftâde adıyla Fransızca’ya çevirmiş (Paris 2002), Angelo Culme-Seymour bu Fransızca çeviriyi The Nightingale in the Garden of Lover adıyla İngilizce’ye aktarmıştır (Oxford 2005). Üftâde’nin, “Yine dûş oldu gönül yârin cemâl-i şem‘ine / Götürüp yüzden nikābı gark olup envârına” mısralarıyla başlayan şiirini Ali Örfî Efendi “Şerh-i Nutk-ı Üftâde” adıyla şerhetmiştir.

ÜFTADE HAZRETLERİNİN ESERİ

Aziz Mahmud Hüdâyî, Üftâde’ye intisap ettiği 1 Zilkade 984 (20 Ocak 1577) tarihinden itibaren üç yıl süren seyrüsülûkü boyunca mürşidinin söylediği sözleri Arapça olarak kaydetmiş, hilâfet alıp Bursa’dan ayrılmasına bir ay kala 9 Şevval 987 (29 Kasım 1579) Cuma günü tamamladığı eser Vâkıât-ı Hüdâyî (Vâkıât-ı Üftâde) adıyla tanınmıştır. Baş tarafında, “Sülûk esnasında hazret-i şeyh ve bu fakir arasında geçen, işlenmiş altından kıymetli yüce sözler” anlamına gelen bir ibare bulunmaktadır.

İsmâil Hakkı Bursevî, “Hazret-i Hüdâyi’nin derlediği Şeyh Üftâde’nin sözleri ki Vâkıât adıyla ünlenmiştir” dediğine göre esere bu ad sonradan verilmiştir. Üftâde’nin görüşleri ve Celvetiyye tarikatı hakkında temel kaynak sayılan kitabın müellif nüshası her biri 100 varaklık iki cilt halinde Üsküdar Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’nde kayıtlıdır (Aziz Mahmud Hüdâyî, nr. 249-250). Hüdâyî’nin müridlerinden olduğu tahmin edilen Mehmed Muizzüddin Celvetî eserin bazı kısımlarını şeyhin sağlığında Türkçe’ye çevirmiştir (Süleymaniye Ktp., Mihrişah Sultan, nr. 253/ 6). Üftâde’nin tekkesi ve Yerkapı semtinde 985 (1577) yılında tamamladığı camisi çeşitli zamanlarda yapılan tamir ve tâdilâtla günümüze kadar gelmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Hüsâmeddin Bursevî, Menâkıb-ı Üftâde, Üftâde Tekkesi Ktp.; Türbedar Şeyh İbrâhim Efendi, Menâkıb-ı Pîr Üftâde, Üftâde Tekkesi Ktp.; Menâkıb-ı Şeyh Üftâde, Üftâde Tekkesi Ktp.; Mecdî, Şekāik Tercümesi, s. 377; Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye, Millet Ktp., Ali Emîrî, Şer‘iyye, nr. 1100, vr. 203b; İsmâil Hakkı Bursevî, Silsile-i Celvetiyye, İstanbul 1291, s. 44, 63, 77-80; Belîğ, Güldeste, s. 107-109; Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, Risâle-i Melâmiyye-i Şüttâriyye, İÜ Ktp., İbnülemin, nr. 3357, vr. 5a-6a; Harîrîzâde, Tibyân, II, vr. 227a vd.; Osmanlı Müellifleri, I, 12, 22, 134; Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ (haz. Mehmet Akkuş - Ali Yılmaz), İstanbul 2006, II, 576-584; M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (İstanbul 1919) (haz. Orhan F. Köprülü), Ankara 1976, s. 269; Mehmed Şemseddin [Ulusoy], Bursa Dergâhları: Yâdigâr-ı Şemsî (haz. Mustafa Kara - Kadir Atlansoy), Bursa 1997, s. 370; Kepecioğlu, Bursa Kütüğü, I, 106; II, 281; III, 248, 396; IV, 281; Irene Beldiceanu-Steinherr, Scheich Üftâde der Begründer des Ğelvetijje Ordens, München 1961; Hasan Kâmil Yılmaz, Azîz Mahmûd Hüdâyî ve Celvetiyye Tarîkatı, İstanbul 1980, s. 125, 235, 244, 247, 272; Mustafa Bahadıroğlu, Celvetiye’nin Pîri Hz. Üftâde ve Divan’ı, Bursa 1995; a.mlf., Vâkıât’ın Tahlîl ve Tahkîki (doktora tezi, 2003), UÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Kaynak: Nihat Azamat, Diyanet İslam Ansiklopedisi

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.