Ücreti Cennet Olan Alışveriş

Kendilerini Allâhʼa adayan ashâb-ı kirâmın canları ve malları mukâbili Cennetʼi satın aldıkları ilâhî imtihan manzaraları… Cenâb-ı Hakkʼın zikriyle itmiʼnâna eren, huzur bulan kalpler… Dünya nîmetlerinin gözden düşüp Allah rızâsının zirveleştiği gönüller…

Allah, mü’minlerden mallarını ve canlarını, onlara (verilecek) Cennet karşılığında satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. (Bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da Allah üzerine hak bir vaattir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O hâlde yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin! İşte bu, büyük kurtuluştur.” (et-Tevbe, 111)

İşte ashâb-ı kirâm bu Cennet alışverişi heyecanıyla Allâhʼın dîninin şâhidi olarak rahatlarını terk ettiler, bütün dünyaya dağıldılar. Tâ Çinʼe kadar gittiler. Afrikaʼya girdiler. Kısa bir sürede Atlas Okyanusuʼna kadar dayandılar. Ömer bin Abdülaziz zamanında İspanyaʼya çıktılar.

Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri de iki sefer İstanbulʼa geldi. Çünkü Allah yolundaki gayret ve fedakârlıktan geri kalarak kendi eliyle âhiretini tehlikeye atanlardan olmaktan korktu. Ve Allah Rasûlüʼnün; “İstanbul elbette fetholunacaktır…” müjdesine nâil olma iştiyâkıyla, seksen küsur yaşında İstanbul seferine katıldı.

İkinci seferinde, İstanbul önlerinde vefat etti. Son nefesini verirken de:

Beni, adımınızı atabildiğiniz en son noktaya defnedin! Ta ki, benden sonra gelecek İslâm askerleri daha öteye gitsinler.” vasiyetinde bulundu. Hayatıyla olduğu kadar cesediyle de kendinden sonra gelecek îmanlı nesillere hedef göstererek gerçek bir müslümanın gayret ufkunu mîras bıraktı.

Bütün bunlar, kendilerini Allâhʼa adayan ashâb-ı kirâmın canları ve malları mukâbili Cennetʼi satın aldıkları ilâhî imtihan manzaraları… Cenâb-ı Hakkʼın zikriyle itmiʼnâna eren, huzur bulan kalpler… Dünya nîmetlerinin gözden düşüp Allah rızâsının zirveleştiği gönüller…

ASHÂBIN İNFAK HEYECANI

Bu yıldız şahsiyetler arasında en müstesnâ zirve ise şüphesiz ki Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-ʼtır.

Bir gün Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

(İslâmʼı tebliğ için) Ebû Bekir’in malından istifâde ettiğim kadar başka hiç kimsenin malından faydalanmadım…” buyurmuştu.

Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- ise bu iltifatkâr sözlere karşı gözyaşları içinde:

“Ben ve malım, yalnızca Sen’in için değil miyiz yâ Rasûlâllah?!.” demek sûretiyle kendisini bütün varlığıyla Allah ve Rasûlüʼne adadığını ifade etmişti.

Servetini birçok defa tamamıyla Allah Rasûlü’ne getirmiş, tıpkı Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz gibi, fakirliğe düşmekten korkmaksızın infakta bulunmuştu. Hattâ kendisine:

“–Çoluk çocuğuna ne bıraktın yâ Ebâ Bekir?” diye soran Allah Rasûlüʼne büyük bir gönül huzûruyla:

“–Allah ve Rasûlʼünü bıraktım!..” demişti. (Ebû Dâvud, Zekât, 40)

Canını ve malını cömertçe bezlederek âhiret alışverişinden kârlı çıkan bir diğer güzîde sahâbî ise Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-ʼtır. Cömertlik ve hayâ âbidesi o mübârek sahâbî, Medîne’ye hicret edince müslümanların su sıkıntısı çektiğini görmüştü. Medîne’deki bütün kuyuların suyu acıydı. Sadece bir yahudiye âit olan Rûme Kuyusu’nunki tatlı idi. Yahudi, bu kuyunun suyunu satarak geçiniyordu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin işareti üzerine bu kuyuyu büyük bir bedelle satın aldı. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–İnsanların ondan su içmeleri için (kuyuyu) vakfeder misin?” diye sorunca, Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- hiç tereddüt etmeden bu kuyuyu vakfetti. Büyük bir fazîlet daha sergileyerek, kendisinin satın alıp vakfettiği bu kuyudan su alabilmek için, herkesle birlikte sıraya girdi. Rivâyete göre Hazret-i Osman’ın bu eşsiz fedakârlığı üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu:

“Ey huzûra kavuşmuş nefs! Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön! (Sâlih) kullarımın arasına katıl ve Cennetʼime gir.” (el-Fecr, 27-30)

İslâm hızla yayılıp Medîne’ye gelenler çoğalınca Mescid-i Nebevî dar gelmeye başlamış ve mescidin genişletilme zarureti doğmuştu. Yine Efendimizʼin bir işaretiyle Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- bu hizmeti de üzerine almıştı. Bunun üzerine de şu âyet-i kerîme nâzil oldu:

“Allâh’ın mescidlerini ancak Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler îmâr eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.” (et-Tevbe, 18)

Yine bu mübârek sahâbî, müslümanların binecek bir deve bulamadıkları, bir deveye ancak üç kişinin nöbetleşe binmek mecburiyetinde kaldıkları Tebük Gazvesi’nde de tek başına 300 deveyi tam teçhizatlı bir şekilde hazırlayarak orduya hibe etti.

CENÂB-I HAK, BİRE YEDİ YÜZ VERİYOR

Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-’ın halîfeliği döneminde bir ara Medîne’de büyük bir kıtlık başgöstermişti. O sırada Hazret-i Osman’ın Şam’dan yüz deve yükü buğday kervanı geldi. Kervanı görenler, buğday satın almak için koştular. Hattâ bir dirhemlik buğday için yedi dirhem teklif ettiler. Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- ise:

“−Hayır! Sizden daha fazla veren var, ona satacağım.” dedi.

Ashâb-ı kirâm, mahzun bir şekilde ayrılıp durumu halîfeye şikâyet ettiler. Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-, bu hâdisedeki nükteyi sezerek:

“−Osman hakkında hemen kötü düşünmeyiniz!.. O, Rasûlullâh’ın damadı ve Me’vâ Cenneti’nde arkadaşıdır. Herhâlde siz onun sözünü yanlış anladınız.” dedi. Ardından beraberce Hazret-i Osman’a gittiler. Hazret-i Ebû Bekir:

“−Yâ Osman! Ashâb-ı kirâm senin bir sözüne üzülmüştür.” deyince Hazret-i Osman:

“−Evet, Ey Rasûlullâh’ın halîfesi! Bunlar bire yedi veriyor, hâlbuki Cenâb-ı Hak, bire yedi yüz veriyor. Biz buğdayı bire yedi yüz verene sattık.” buyurdu.

Sonra da yüz deve yükü buğdayı Allah rızâsı için Medîne fukarâsına infak etti. Yüz deveyi de kurban etti.

Böyle bir sehâvet güneşi olan Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-, ümmetin mesʼûliyetini omuzlarına alarak halîfe olduğunda ise mazlûmen şehîd edilerek canıyla da Cennetʼi satın alan bahtiyarlardan oldu.

HAYRIN KEMÂLİNE ERİŞMEK

Medîne’de Ensâr arasında en fazla hurmalığı bulunan, Ebû Talha -radıyallâhu anh- idi. En sevdiği malı da Mescid-i Nebevî’nin karşısındaki Beyruhâ ismindeki hurma bahçesiydi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu bahçeye girer ve oradaki sudan içerdi.

“Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, asla birre (yani hayrın kemâline) erişemezsiniz…” (Âl-i İmrân, 92) âyet-i kerîmesi nâzil olunca, Ebû Talha -radıyallâhu anh-, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe:

“–Yâ Rasûlâllah!.. Benim en sevdiğim malım, Beyruhâ isimli bahçedir. Onu Allah rızâsı için tasadduk ediyorum. Allah’tan onun sevâbını ve âhiret azığı olmasını dilerim…” dedi. Bunun üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Seni tebrik ederim! Kârlı mal dediğin, işte budur!..” buyurdu. (Bkz. Buhârî, Zekât, 44; Müslim, Zekât, 42, 43)

İşte ashâb-ı kirâmın görüş ufku buydu. Gelen her âyete “سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا : işittik ve itaat ettik” diyor ve hemen o âyetin şümûlüne girerek Allâhʼın rızâsını tahsile gayret gösteriyorlardı. Bunun içindir ki Hazret-i Câbir -radıyallâhu anh-:

“Muhâcirler ve Ensâr’dan imkân sahibi olup da vakfı bulunmayan bir tek kişi bilmiyorum.” buyurmuştur. (İbn-i Kudâme, el-Muğnî, V, 598)

VAKIF MEDENİYETİ ECDADIMIZ

Ecdâdımız Osmanlı da bu ruhla yaşadıklarından, memleketlerini âdeta bir vakıf medeniyeti hâline getirmişlerdi. Zira onlar, “esas hayat âhiret hayatıdır” anlayışıyla, fânîyi fedâ ederek bâkîyi kazanma firâsetiyle yaşayan ve îman nîmetinin bedelini ödemeye çalışan sâlih müʼminlerdi.

Her medeniyet, kendi insan tipini inşâ eder. Bizler de o şanlı ecdâdın torunları olarak büyük bir mesʼûliyetle karşı karşıyayız. Bugün bütün dünyada müslümanlar zor durumda bulunuyor. Türkiyemiz, çeşitli zulüm ve haksızlıklara mâruz kalan İslâm dünyasının sözcülüğünü ve mâşerî vicdanın müdâfaasını yapmaya gayret ediyor.

Asırlar boyunca hakkı tevzî eden, zulme mâruz kalmış mazlumların hâmîsi olan milletimiz, bugün de tarihe altın bir sayfa açmaktadır. Bugün ferden ferdâ hepimiz bu dâvânın gayreti içinde olmalıyız. Bu meyanda bilhassa vatanımıza sığınmak zorunda kalan Sûriyeli Muhâcirlere Ensâr olmaya, onlara İslâm kardeşliğinin gerektirdiği fedakârlıkları sergilemeye mecburuz.

Cenâb-ı Hak cümlemizi, taşıdığı emânetin ağırlığını omuzlarında hisseden, kendisine zimmetli muzdariplerin maddî ve mânevî ıztıraplarını yüreğinde duyan ve bu gayretle gözyaşı kadar alın teri de döken, neticede ise bu fânî pazardaki ebediyyet alışverişinden kazançlı çıkan bahtiyar kullarından eylesin. Âmîn!..

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 360

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.