Üç Ayların Alâmet-i Fârikası

Üç Ayların ve rûhumuzun gıdası orucun önemi ve faydası...

Meşhur bir atasözü vardır: “Can boğazdan gelir.” Hakikaten insan bedeni gıdalanarak enerjisini temin eder ve hayâtiyetini sürdürür. Uzun bir müddet yiyip-içmezse vücut sisteminin fonksiyonları da dumûra uğramaya başlar ve neticede ölüme doğru gider. Gıdalandığı toprağın bağrına girdiğinde de, toprağın onu sindirmekte bir an tereddüt göstermeyişi, hakikaten ibretliktir. Böylece toprakla başlayan macera, tekrar orada nihayet bulur.

Fakat insan, sadece maddeden ibâret değildir. Onun bir de mânevî yapısı vardır. Orası gıdasız kalınca da maddî âlemdeki çöküşün benzeri, bu defa mâneviyatta olmaktadır. İnsan madde ve mânâsıyla bir bütün olduğundan, ilâhî emanet olan canı Rabbine kavuşuncaya kadar, her iki yapısını da korumakla mükelleftir.

ÜÇ AYLARIN ALÂMETİ

Biz bu yazıda beden ve rûhun mühim gıdalarından biri olan “oruç”tan bahsetmek istiyoruz. Zira ilâhi rahmetin coşup taştığı, kandillerle süslenen, ulvî ikramlarla taçlanan bir mevsime girmiş bulunuyoruz. Bu sebeple Rabbimiz’e sonsuz hamd ü senâlar ediyor, bu ayların kıymetini layıkıyla idrak edebilmeyi kendisinden niyâz ediyoruz.

Üç aylar, ibadet coşkusunun da arttığı bir zaman dilimidir. Ancak “oruç” ibadeti, âdeta bu iklimin alâmet-i fârikası gibidir. İlk gününden başlayarak sonuna kadar oruçlu geçirildiği takdirde hangi nimetlere kavuşulacağı, pek çok hadîs-i şerîfte müjdelenmektedir. Aynı zamanda bu aylarda Sevgili Peygamberimiz’in oruca daha bir ehemmiyet verdiğini, Şaban ayında ise giderek artırdığı oruç ibadetine ek olarak, esen rüzgârlardan daha cömert olduğunu, siyer ve hadis kitaplarından okuyoruz. Demek ki oruç, gerçekten pek mühim bir ibadet!.. Görünüşte belli bir müddet beden açlığı var, lâkin insanın mânevî yapısında öyle bir beslenme oluyor ki, sâir ibadetler onda bir lezzet hâline geliyor.

Daha önce pek çok yazıda, orucun faydalarından bahsedip, ilmî araştırmaları nazarlarınıza bu sayfalardan sunduk. Bu ayki yazımızda, “Oruç tutun sıhhat bulun.” (Heysemî, III, 179) hadîs-i şerîfinde buyrulduğu üzere, bu ibadetin ruh ve beden sağlığımıza olan tesirlerinden bir özet yapmaya çalışacağız.

ORUCUN FAYDALARI

Bu asrın en yaygın hastalığı olan “obezite”, pek çok ülkede ölümlerin birinci sebebini oluşturuyor. Yani cana enerji taşıyan yeme fiili, çığırından çıkarak yaşamak için yemenin yerini, yemek için yaşamaya bırakması; insanları mezara taşıyor. Tâbiri câizse, “can boğazdan gidiyor.” İşte bu noktada oruç, insana bir yeme disiplini kazandırıyor. Obezitenin yol açtığı pek çok hastalık, oruçla tedavi edilebiliyor.

İnsan vücuduna alınan gıdalar, sindirim sistemimizde yapı taşlarına kadar ayrılır. Artık maddeler, çeşitli yollarla vücuttan uzaklaştırılırken, elde edilen enerji bünye için kullanılır. Sisteme sürekli giriş olduğunda, hazım için yeterli zaman bulunamaz ve iyi yakılamayan gıda artıkları vücutta çeşitli yerlerde birikerek yıpranmaya sebep olur. Bilhassa damarlara çöküp onları daraltan artıklar, ciddî hastalıklara zemin hazırlar. Özellikle ülkemizde en sık ölüm sebebini oluşturan kalp-damar hastalıklarının ortaya çıkış mekanizması budur.

Oruçta ise, akşama doğru gıdalar tamamen yakılır, artık madde kalmadığından damar çeperindeki hücreler âdeta bayram yaparlar. Damar sertliği hastalığı olanlar için oruç; ilaç gibi tedavi edicidir. Bu hastalar, Ramazan ayı dışında da sık sık oruç tutmalıdırlar.

Oruçlu iken hücrede ve hücreler arasında sıvı azalır. Kan hacmindeki azalma, damar hücreleri üzerindeki baskının azalması, küçük tansiyonun düşmesi; kalbin on beş bin defa daha az atarak dinlenmesine sebep olur. Bu şekilde oruç, tansiyon ve kalp ilaçlarının tesirini gösterir; bir farkla ki, ilâçlara ait yan etkiler oruçta görülmez.

İnsan, ana öğünlerin dışında ara öğünlerde de yemeden duramaz. Ağza atılan her lokma, sindirim sistemi için bir faaliyet mânâsına gelir. Bu şekilde sistem sürekli çalışır. Yenilen gıdaların hazmedilmesi için, elde edilen enerjinin üçte biri kullanılır. Yani sindirim, enerji gerektiren bir hâdisedir. Ağır yemeklerden sonra yorgunluk hissetmemiz de bundandır.

Oruç sayesinde sistem rahat bir nefes alır, istirahate ve kendini yenilemeye fırsat bulur. Sahurda yediklerini hazmettikten sonra ekstra faaliyetlere girişir ki, bunlar organizma için hayatîdir. Hücre içinde oluşan artıkların yakılması, bünyeye zarar veren kansere sebep olan birtakım maddelerin uzaklaştırılması, ancak bir müddet açlıkla mümkündür. Bu mânâda oruç, kansere karşı bir rol oynamaktadır.

Oruçlu iken vücut sisteminde, bilhassa kan şekerine, su-tuz dengesine vs. ayar veren kimyevî maddeler, yani hormonlar vardır. Stres hormonu olarak bilinen bu maddeler bir yandan kişiyi zinde ve uyanık tutarken diğer yandan kanserli hücrelerle savaşırlar.

Yapılan araştırmalarda oruç tutan hastalarda, kötü huylu tümörlerin ilerlemesinin yavaşladığı, iyi huylu olanların da yok olduğu görülmüştür. Yani oruç, hem direk hem de dolaylı olarak kanserle savaşmaktadır. Kanserin her çeşidinin sık görüldüğü zamanımızda “oruç” daha bir ehemmiyet arz etmektedir.

Florida’da Dr. Ahmed Elkadi başkanlığındaki Amerika İslâmî İlâç Araştırmaları Enstitüsü’nün kanser hastaları üzerinde yaptığı “oruç deneyleri” oldukça heyecan vericidir. Deneyler neticesinde, düzenli oruç tutan hastalarda kötü huylu tümörlerin yayılmasının yavaşladığı (hatta durduğu), ameliyatla alınan iyi huylu tümörlerin de yok olduğu görülmüştür.

Joel Fuhrman, 1995’te yayınlanan “Sağlık İçin Yemek ve Oruç” adlı kitabında şu ifadelere yer vermiştir:

“Oruç, sadece fibroid tümörleri için değil, diğer birçok kanser dışı tümörler için de güvenli ve tesirli bir yaklaşımdır. Kişi, aşırı kilolu olmadıkça oruçla tedaviye mutlaka olumlu tepki verecektir.”

Oruç günleri, sadece sindirim için değil, bütün sistem için bir revizyon zamanıdır. Vücudun kimyevî fabrikası olan karaciğer, zehirli ve zararlı maddelerin zararsız hâle getirilmesi, ölü hücrelerin tasfiyesi, kanın temizlenmesi, koruyucu protein üretilmesi gibi, üstlendiği vazifeleri daha kolay ve hızlı gerçekleştirmektedir. Zira sâir zamanlarda karaciğere devamlı gıda taşıyan ana damar, onun bu işlerini rahatlıkla yapmasına fırsat vermez.

HADİS-İ ŞERİFTEKİ ORUÇ TAVSİYESİNİN HİKMETİ

Bedeni sıhhate kavuşturan orucun, psikoloji üzerindeki olumlu tesiri de hayret vericidir. Pek çok zararlı alışkanlık, irâde zaafından doğar. “Sabır tâlimi olan oruç” âdeta bir eğitim yaptırarak, irâdeyi bileyip sağlamlaştırır. Kişi, oruçlu iken tiryakisi olduğu şeyden uzak durmayı başarınca özgüveni artar. Bu irâde, oruç dışına da taşınınca zararlı alışkanlıkları terk etmek kolaylaşır.

En bâriz zaaflardan biri olan yeme-içme isteğinin frenlenmesi, diğer şehevî arzuları da kontrol etmeyi kolaylaştırır. Evlenme imkânı bulamayanlara hadîs-i şerîfteki “oruç” tavsiyesinin hikmetini de buradan anlayabiliyoruz.

ORUÇ MEVSİMİNDE SUÇ İŞLEME ORANLARI DÜŞER

Oruç, mideye lokma sokmayan bir ibadet gibi görünür, ancak oruçluya tavsiye edilen davranışlara bakıldığında, bunun kuru bir açlık olmadığı kolayca anlaşılır. Tüm âzâlara tutturulan bir orucun makbul olduğunu söyler, yüce dînimiz… Eline, diline, gözüne sahip olarak tamamlanan bir oruçla, kişi daha sağlıklı ve uyumlu bir sosyal ilişki gerçekleştirir.

Oruç mevsiminde suç işleme oranları düşer. Yardımseverlik, paylaşım, diğergâmlık, geçimlilik, nezâket gibi davranışlarda; üç aylarda özellikle Ramazan ayında artış olması, orucun kişilik gelişimine olumlu katkısını göstermektedir. Eş-dostla birlikte yapılan iftarlar, Ramazan gecelerinde toplu kılınan terâvih namazları, okunan mukâbeleler, zekâtların daha ziyade bu aylarda verilerek fakir-fukarânın sevindirilmesi; orucun insanın iç âleminde yaptığı inşânın, dış dünyaya yansımasını göstermektedir. Oruç, kuru bir açlık değil, bir yandan ferdin davranışlarını düzenlerken bir yandan da toplumu îmar edip huzura kavuşturan bir ibâdettir.

 21. ASIR İNSANINA BU İBADET CAN SUYU

Hem koruyucu hekimlikte, hem tedavide çok mühim bir yere sahip olan oruç ibadetinin faydaları burada iki-üç sayfayla özetleyemeyeceğimiz kadar çoktur. Lâkin orucun bir perhiz gibi değil, ibadet neş’esiyle tutulması gerekir. Oruç, saatlerce aç durmak değil; beden kalıbına girince zaafa düşüp, elest bezminde verdiği sözü unutan rûha, geldiği yeri hatırlatan bir zikirdir. Bu niyetle tutulan oruçla maddî-mânevî nice faydalar elde edilecektir. Ruh ve beden sağlığı için durmadan hekimlerin kapılarını aşındıran 21. asrın yorgun insanına, bu ibadet bir can suyu olacaktır.

Rabbimizden niyâzımız, şu mübârek mevsimi “üsve-i hasene” olan Sevgili Peygamberimiz’in hayatındaki gibi idrâk edebilmek ve nice ikramların ihsân edildiği bu günlerden gafil kalmayıp, Ramazân-ı Şerîf ayına bir hazırlık mâhiyetinde değerlendirebilmek, gündüzlerini sıyâmla, gecelerini kıyâmla ihyâ edebilmektir.

Kaynak: Dr. Betül Nefise İnal, Şebnem Dergisi, 134. Sayı, Nisan 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.