Türkiye Yeni Bir Döneme Girdi

15 Temmuz darbe gecesini yaşadıktan sonra Türk milleti yeni bir döneme girdi; büyük savaş, “Cihad-ı Ekber” dönemi. Nasıl savaşmalıyız? Zihnimizi ve gönlümüzü temizleyerek, içimizdeki putları kırmak gerekir. Kendimizi kötülükten, şeytânî kuvvelerden, sahte tanrılardan ve kalbimizi istila edip orada hüküm süren putlardan temizlemek gerekir. Bu bir iç temizliktir.

Diyanet 2016 Ramazan ayında “iyilik” kavramını vurgulamıştı. Benim kanaatime göre önce “iyileşmek” gerekir. Yüce Rabbimiz şöyle buyurur; “Bir toplum kendilerinde bulunanı (iyi davranmışlar)değiştirmedikçe, Allah onlara verdiği bir nimeti değiştirmez.” (Enfal 8, 53)

İNSANLIK TARİHİNİN EN MUHTEŞEM MEDENİYETİ

Bir gerçek var ki; 15 Temmuz gecesi yaşandıktan sonra eski halimize dönmemiz mümkün değildir. O gece vatandaşlarımızın şuurunda silinmez izler bıraktı. Bakış açımız, hissiyatımız, hassasiyetimiz, halimiz ve dahi birbirimizle olan ilişkilerimiz değişti. O gece vesilesiyle toplumuzda büyük sosyolojik, manevi, psikolojik ve şahsi birçok değişim yaşandı. Bu sebeple millet kapsamlı bir terbiye altında kaldı ve bir tadilat, iyileşme, temizlenme, şifa süreci başladı. Dolayısıyla, Türkiye artık yeni bir döneme girdi. Millet yeni bir şuur oluşturdu ve yeni bir millete gebe oldu. Yeni bir toplum temelini inşaa ettik.

Bütün bu yenilenme kâmil bir insan olmakla sonuçlanmalıdır. Dolayısıyla, insanlığın ihtişamlı şerefi, değeri ve izzetini geri kazanmak için çaba göstermeliyiz, miracın ruhuna tekrar erişmek için mücadele göstermeliyiz.

Medine’de yapılan cihadlar vesilesiyle yepyeni bir millet doğdu. Sağlıklı, güçlü ve dengeli bir İslam toplum yapısı ortaya çıktı. O’nunla (s.a.v.) insanlık tarihinin en muhteşem medeniyeti gerçekleşti.

İSLAM DÜNYASI TEKRAR BİR YÜREK OLMALI

Nihayet bugün de bütün İslam dünyası olarak tekrar bir yürek, kardeş ve ümmet olup Medine medeniyetine erişmeliyiz. 15 Temmuz gecesi, Allah’ın izniyle, ümmet-i Muhammed olmak şuuruna, kardeşlik ve birlik duygusuna tekrar eriştik. Rabbul alemin ve Rahmetellil aleminin istediği budur! Gecelerce tutulan nöbetler ilahi emaneti taşımak demektir. Milletin 4 haftalık bu kıyamında her gece nöbet tuttuğu için inşallah ümmet olma davetine icabet şerefine erdik.

Peygamber Efendimizin ümmetinden olmanın, gelmiş-geçmiş insanlığın mazhar olduğu hiçbir nimetle mukayesesi kabil değildir. Ümmet-i Muhammed bizim kim olduğumuzu, hangi bütünün parçası olduğumuzu gösteriyor. Bizim inanan kimliğimize, Allah Teâlâ habibinin Muhammed Mustafa (s.a.v.) aşkının peşinden gidişimize hitap ediyor.

15 TEMMUZUN EN YÜCE İHSANI

Rabbül Alemin Türkiye’de yaşayan kulları için bir gece celaliyle tecelli edip, hemen ardından sabaha doğru bol ikram ve cemalini gösterdi, tecelli etti. Allah Teâlâ bize bu şerli gecenin sonunda büyük bir hayır nasib etti. Bu gecenin en yüce ihsanı, şehitlerin nurudur. Bize şimdi büyük bir borç düşüyor. Allah’a karşı ölümden korkmamak ve kulluk vazifelerini yerine getirerek hakikat yolunda yürüme borcumuz var, cihada girme borcumuz var. Hz. Âdem’in torunlarıyız. Şehid Hâbil’in çocuklarıyız. Günler ve geceler boyu dayanılmaz işkenceler altında “Ehad, Ehad!” demekten geri durmayan Hazreti Bilal’e borcumuz var. Habil’in akıttığı kan uğruna, onun bize sunduğu aşk uğruna bizim de ona dostluğumuzu sunma borcumuz var.

O şehadet gecesi hürmetine, yüzlerce şehit, binlerce yaralı ve yoğun bakımda yatan insanlar hürmetine, kendimizi iyileştirmek ve bir olmak için gayret etmeliyiz. Her vatandaşın üstüne düşen sorumluluğun arttığını fark etmeliyiz. Bir gerçek var; Haftalarca tutulan nöbetler ve o pazar günü muazzam birlik tablosunu yaşadıktan sonra günlük hayatımıza dönmekteyiz, her şey normal akışına dönmekte ve tekrar maddeye odaklanmaktayız. Dolaysıyla, bu yaşananları hafızamıza kazımak, direniş gücü heyecanını ve şehitlerin nurunu günlük hayatımıza aksettirebilmek için, çok özel bir gayret göstermek gerekir! En büyük marifet; bu fani dünyada, madde hayatında, imanın nurunun güzelliklerini yansıtabilmektedir. Bu nedenle, bu günlerde üstümüze düşen;

İçimize dönmek ve kendimizle yüzleşmektir. Kendimize sormalıyız, acaba içimizde kaç hain var? Kendimize zülüm ediyor muyuz? Gerçek budur; biz en değerli varlığımız olan kalbimizi masiva ile işgal ettik. Hûd suresi 101 ayette; “Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmettiler.” buyruluyor. Kalplerimizi istila edip oraya yerleşen şeytan, uydurma tanrılar, idoller, kirler, tozlar, manevi hastalıklar, kısacası “şirk” tarafından işgal edilmiş durumdayız. Şeytan ve kendi nefislerimize kukla olduk. Asıl kölelik nefse köleliktir. Zulümlerden, zalimlerden, firavunlardan kurtulduğumuz zaman özgür olamıyoruz. Zalimlerden kurtulduğumuz zaman Allah’a olan teslimiyetimiz, itaatimiz, imanımız öyle artacak ki, teslimiyetin bir muhabbet işi olduğunu anlamaya başlayacağız çünkü en büyük özgürlük Allah’a köle olmaktır! İnsanın asıl özgürlüğü arzularından, dürtülerinden, kendi zulmünden kurtulması. Dr. Halûk Nurbaki; “Bütün duygularımızı, nefsimizin bütün hainliklerini sevday-ı Muhammedi uğruna feda edeceğiz!” diyor.

İÇİMİZİ PUTLARDAN ARINDIRMAMIZ GEREKİR

Peygamber Efendimiz Mekke’nin fethinden sonra ilk olarak Kabe’ye varıp içindeki putlardan arındırdı, Müminler için yegane örnek olan Muhammed Mustafa (s.a.v.) gibi bu zaferden sonra kendi kalbimize dönüp putlardan arındırmamız gerekir. Gönül putlarını kırmadan şuur açılmaz, aşk ve ihlas doğmaz, güzellikler ve nur yayılmaz, ilim ve mana doğmaz, kalp gözleri açılmaz ve miraca çıkılmaz.

Darbeye karşı kazandığımız zaferden sonra, Peygamber Efendimizin Tebük savaşından döndükten sonra buyurduğu gibi; (küçük cihattan döndük – büyük savaşa başlıyoruz) “Cihad-ı Ekber”e yani nefsimizle olan mücadeleye yoğunlaşmalıyız. Hz. Mevlana’ya; “Cihad nedir?” diye soruyorlar. “Deliler elinden silah almaktır” diye cevap veriyor. Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın bir yorumu var; “Sağlıklı düşünmeyen bir insanın elinde silah olursa kan akar. Silahı onun elinden almak bir cihattır. Kötülük yapacak insanın kötülüğüne engel olmak cihattır. O gece bu mücadeleye defalarca şahit olduk.

"CİHAD-I EKBER" DÖNEMİ

15 Temmuz darbe gecesini yaşadıktan sonra Türk milleti yeni bir döneme girdi; büyük savaş, “Cihad-ı Ekber” dönemi. Nasıl savaşmalıyız? Zihnimizi ve gönlümüzü temizleyerek, içimizdeki putları kırmak gerekir. Kendimizi kötülükten, şeytânî kuvvelerden, sahte tanrılardan ve kalbimizi istila edip orada hüküm süren putlardan temizlemek gerekir. Bu bir iç temizliktir. Amaç, daha güzel görmektir. Sağlıklı gözler ve sağlıklı bir zihin için mücadele vermek gerekir. Beden sağlığından ziyade psikolojik sağlık ve akıl sağlığı son derece önemlidir. Algımızın temizlenmesi lazım. Zerre kadar iyilikle zerre kadar kötülüğü birbirinden ayırabilmemizi sağlayacak kadar saf bir bakış kazanmamız lazım. Kalbimize şeytanın ve meleğin ziyaretlerini birbirinden ayırabilecek kadar saf bir bakışa ihtiyacımız var.

Hz. Mevlânâ iç temizlik hakkında şöyle buyurmaktadır; “Bu görünen pislik bir parça suyla arınır, fakat içte olan pislik, arttıkça artar. İçteki pislikler  gözyaşından başka bir şeyle temizlenemez.” Hz. Şems-i Tebrîzi bu konuda; “Şüphesiz iç temizlik şarttır ve içteki bir zerre kirlilik dıştaki binlerce zerre kirlilikten daha kötüdür. Üç veya dört damla gözyaşı iç kirliliğini ancak temizleyebilir. O her gözyaşlarından değil, içtenlikle akıtılan gözyaşlarından. Böyle bir iç temizliğinden sonra insan kurtulur ve huzur kokusu ona ulaşır.” buyurdu.

DARBEYE KARŞI KAZANDIĞIMIZ ZAFER

Fatiha suresinin son ayeti çok mühim bir mana taşıyor, bilhassa yaşanan son olaylardan sonra daha da dikkatli bakılması gerekir; Fatiha suresi 7. ayet; “O kendilerine nimet verdiğin mutlu kimselerin yoluna; o gazaba uğramışların ve o sapmışların yoluna değil.” Münafıkların mü’minlere karıştığı bugünlerde kendilerine Allah tarafından nimet verilen kimselerle birlikte olmak için dikkatli ve agâh olmalıyız. Bu uyarı bizlere Fecr Suresinin son ayetlerinde de yapılmaktadır; “Kullarımın arasına gir (de) cennetime gir!” (Fecr Sûresi, 29-30) buyurmuştur.

Allah’ın “cennetim” diye ifade ettiği Zât cennetine girmenin şartı, ona kul olmuşların arasına girmek, onlardan olmak; yani önce onun velîlerine sonra da bütün mahlûkâta yakın olmaktır. Kullara yakın olmadan Allah’a yakın olamayız. Hz. Mevlânâ, İnsan, sezgi melekesinden bütün harici maksatları temizlemeli ve dindeki refîkleri aramalıdır. Din, refik aramaktır,” buyurmuştur.

Nasr Suresi de aynı şekilde günümüzde daha mühim bir anlam kazandı; “Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde. İnsanları bölük, bölük Allah’ın dinine girerlerken gördüğünde. Artık Rabbini hamd ile tesbih et ve bağışlamasını dile! Muhakkak ki, O, çok bağışlayandır!” Darbeye karşı kazandığımız zaferden sonra, sevgili Rabbimize dönmek ve bol bol tövbe, istiğfar etmek gerekir.

Kaynak: Rabia Brodbeck, Altınoluk Dergisi, 367. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.