Türkiye İslam’ın Son Kalesidir

Uluslararası Müslüman Topluluklarla Dayanışma Vakfı (MÜSDAV) bünyesinde “Latin Amerika İslam ve Müslüman Topluluklar” konulu konferans düzenlendi.

Ankara Üniversitesi Latin Amerika Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (LAMER) Müdürü Prof. Dr. Mehmet Necati Kutlu’nun konuşmacı olarak katıldığı konferans, Uluslararası Müslüman Topluluklarla Dayanışma Vakfı (MÜSDAV) Genel Merkezi’nde yapıldı.

Kur’an tilavetiyle başlayan programın açış konuşmasını Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı ve MÜSDAV Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Selim Argun yaptı.

Dr. Selim Argun, dünya Müslüman azınlık toplulukları üzerine çalışmalar yapan MÜSDAV’ın; İslâm dininin insanlığa huzur ve barış getirmeyi amaçlayan evrensel ilke ve değerlerinin tanıtılmasına katkı sağlamak, çoğunluğunu Müslümanların oluşturmadığı bölgeler öncelikli olmak üzere din eğitimi ve din hizmetleri ile dini içerikli sosyal ve kültürel faaliyetler yürütmek ve Müslüman toplulukların statüleri, dini ihtiyaçları ve beklentileri ile ilgili bilimsel çalışmalar yapmak amacıyla 1997 yılında kurulduğunu aktardı

Argun, MÜSDAV’ın Türkiye’nin son yıllardaki uluslararası ivme kazanması ile birlikte ortaya çıkan bir zorunluluğun neticesinde oluşan ihtiyaçlar doğrultusunda faaliyet alanlarını çeşitlendirerek çalışmalarına kesintisiz devam ettiğini söyledi.

“ÜLKEMİZ İSLAM COĞRAFYASINDA BİR BAŞARI ÖRNEĞİ OLARAK TAKDİR EDİLMEKTEDİR”

Latin Amerika, Asya-Pasifik ve Uzakdoğu gibi coğrafyalardan ülkemize yönelik talep ve beklentilerin yeni bir yapılanmayı gerekli kıldığını dile getiren Argun, MÜSDAV’ın, Türkiye’nin yurtdışında faaliyet gösteren TİKA, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Maarif Vakfı ve Yunus Emre Enstitüsü gibi kurumlarla koordinasyon halinde, ülkemizin medeniyet mefkûresini bu coğrafyalara taşımak amacıyla atılmış mütevazı ama iddialı bir adım olduğunu ifade etti.

“İslam’ın yaygın din olmadığı, nispeten ihmal edilen, gereken ilgi ve alakanın gösterilmediği coğrafyalarda yaşayan Müslümanlara mesajımızı iletmeliyiz.” ifadelerini kullanan Dr. Selim Argun, şöyle devam etti:

“Kadim geçmişi ve aşırılıktan uzak İslam anlayışı ile birlikte, modernite ile geleneği sağlıklı bir şekilde mecz edebilmiş demokratik bir ülke olarak edindiğimiz tecrübeler, bu coğrafyalarda yaşayan Müslüman topluluklar tarafından merak ediliyor ve ülkemiz bir başarı örneği olarak takdir ediliyor.”

Dr. Argun, Latin Amerika’nın da bu coğrafyalardan biri olduğunu belirterek “Orada Türkiye’ye sempati besleyen çok büyük bir topluluk var. Sosyalizasyonları itibari ile de ülkemiz ile çok büyük benzerlikler söz konusu. Buralardan gelen taleplere hep birlikte cevap vermek boynumuzun borcudur.” dedi.

“TÜRKİYE İSLAM’IN SON KALESİDİR”

Açış konuşmasının ardından başlayan konferansta konuşan ve Latin Amerika’nın kısa tarihi hakkında katılımcılara bilgi veren Prof. Dr. Mehmet Necati Kutlu ise bölgenin sosyo-ekonomik durumu ve demografik yapısına ilişkin notlar ile Osmanlı’dan itibaren Türkiye-Latin Amerika ilişkileri ve göç dalgaları hakkında özet bilgiler aktardı.

Latin Amerika’da Müslümanlara dair ilk resmi kaynakların 1596 yılında bir ticaret gemisinin taşıma belgesinde tespit edildiğini belirten Prof. Dr. Kutlu, bölgenin dini yapısının ağırlıklı olarak Katolik Hıristiyanlardan oluşmasına rağmen Latin Amerika’da azımsanmayacak bir Müslüman topluluğunun da yaşadığını ifade etti.

Bölge ülkeleri arasında yaklaşık bir milyon olarak tahmin edilen Müslüman nüfusuyla en fazla Müslüman’ın yaşadığı ülke olan Arjantin’de, Türkiye’nin İslam’ın son kalesi olarak görüldüğüne dikkati çeken Kutlu, “Latin Amerika, uluslararası bir aktörden dünya çapında bir aktöre dönüşme gayretleri içerisinde bulunduğumuz bir dönemde, kesinlikle ihmal edilmemesi gereken bir coğrafyadır.” ifadelerini kullandı.

Prof. Dr. Kutlu, genel olarak bölgede Türkiye ve İslam’a yönelik olumlu bir algı olduğunu ancak son yıllarda Deaş, El-Kaide, Taliban gibi aşırılıkçı örgüt ve grupların bölgede faaliyetlerinin arttığını, bu sebeple Türkiye’nin aktif olarak sahada yer almasına özellikle ihtiyaç duyulduğunu dile getirdi.

Konferansa TİKA Başkan Yardımcısı Birol Çetin, Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyet II. Başkanı İlyas Serenli,  Ankara İl Müftüsü Mehmet Sönmezoğlu, Yunus Emre Enstitüsü Türkoloji Müdürü Tayfun Kalkan, Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdürü Mehmet Savaş Polat ile TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Hakim ve Savcılar ile TDV'den üst düzey yöneticiler katıldı.

Diyanet Haber

İslam ve İhsan

İSLAM SANCAĞI TÜRKİYE'DEN DALGALANACAK

İslam Sancağı Türkiye'den Dalgalanacak

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.