Tokatlı Seyyid Mustafa Haki Efendi Kimdir?

Tokatlı Seyyid Mustafa Haki Efendi (ks) kimdir? Seyyid Mustafa Haki Efendi eğitimi, tasavvuf hayatı ve hakkında bilinmesi gerekenler…

Nakşibendi Tarikatının Hâlidiyye kolu büyüklerinden Mustafa Haki Efendi 1272/1855 yılında Tokat ‘ın Soğukpınar Mahallesinde doğmuştur. Babası Tokat eşrafı ve âlimlerinden Abdullah Efendidir. Seyyid soyundan olup atalarının şeceresinin Trablusgarp’tan Abdusselâm b. Meşiş vasıtasıyla Hz. Hüseyin’e ulaştığı kaydedilmektedir. Osmanlı’nın son şeyhülislâmlarından Mustafa Sabri Efendi ‘nin anne tarafından yeğenidir.

SEYYİD MUSTAFA HAKİ EFENDİ EĞİTİM HAYATI

Erken yaşlarında hâfızlık yaptıktan sonra ilim tahsiline Tokat’ta başlamış ve çeşitli hocalardan dersler almıştır. Onun sahip olduğu Allah(cc) vergisi güzel sesiyle Kur’an-ı Kerim okuması ve dinleyenlere huzur vermesinden dolayı kendisine “Melek Hâfız” lakabı verilmiştir.

Daha sonra Çorum’da ikâmet eden Şiranlı Mustafa Efendi ‘yi ziyaret ederek ona intisap etmiştir. Mürşidinden mânevî eğitimini sürdürürken aynı zamanda burada zâhirî ilimlerden dersler almıştır. Yirmili yaşlarında hem zâhirî ilimlerden hem de mânevî alanlardan icâzet almıştır. Kendisinde meydana gelen bazı hâlleri Şiranlı Mustafa Efendi ‘ye arz edince o Hâki Efendi ‘ye hitaben şöyle demiştir:

“Size nasıl zuhurât olursa öyle hareket ediniz. Dereceniz benden yüksek ve bâtınınız benden kavi olup zamanınızın müceddidi olursunuz. Siz sâliklere kolaylıkla yol verirsiniz. Biz bütün vazifelerimizi ve bâtınımızı (bâtın vazifelerimizi) size devrettik. Tokat’a gidip tâliblere seyr-i sülûk ettiriniz ve kendinize râbıta yaptırınız.”

MECLİS-İ MEBUSAN ‘DA TOKAT MEBUSU

Mustafa Haki Efendi, Hocası Mustafa Rumi Efendi ‘den  hilafet icazeti almasına rağmen mürşidinin vefatına kadar ona saygısından dolayı şeyhlik yapmayıp kendisine intisap etmek isteyenleri Şiranlı Mustafa Efendiye göndermiştir. Eğitim-öğretiminin ardından icazetli hoca olarak Tokat Ali Paşa Camii’nde görev yapmıştır. Buradaki görevi devam ederken 2. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte 1908 yılında Meclis-i Mebusan’a Tokat sancağı mebusu olarak seçilmiştir. Gayr-i Müslim mebusların tasallutuna maruz kalan Mustafa Efendinin mebusluğu askıya alınarak İstanbul’da ikamete mecbur edilmiştir.

Meclis-i Meşâyıh’ın kararıyla 1914’te Fatih’teki Mustafa İsmet Efendi Dergâhı şeyhliğine atanmış ve bu müessesede ikâmet etmeye başlamıştır. Söz konusu görevi esnasında namazlarını genellikle Fatih Camii’nde kıldığı belirtilmektedir. Mustafa Hâki Efendi bir dönem Meclis-i Meşayıh üyeliği görevinde de bulunmuştur.

seyyid-mustafa-haki-efendi-fatih-camii

İSMET EFENDİ DERGAHI’NA ATANMASI

Mustafa Haki Efendi ‘nin Meclis-i Meşayıh tarafından İsmet Efendi Dergâhı ‘na görevlendirilmesi devrin âlimlerinden Ahıskalı Ali Haydar Efendi (1870-1960) ve müridleri tarafından hoş karşılanmamış ve birçok tartışmaya neden olmuştur. Çünkü Ali Haydar Efendinin Mustafa İsmet Efendi silsilesinden Ali Bezzâzî’nin (ö.1914) halifesi olarak adı geçen dergâhın şeyhliğine vakfiye şartları gereğince ilgili tarikat mensuplarının seçimiyle belirlendiği için postnişînliğin/tekke şeyhliğinin onun hakkı olduğu ifade edilmiştir. Hatta bu konuda Meclis-i Meşayıh’a ve Padişah’a dilekçe verilerek bu hakkın iade edilmesi istenmiştir.

Dönemin İttihat ve Terakki hükümeti bu uygulaması ile Ali Haydar Efendi ‘yi İsmet Efendi Dergâhından uzak tutmuş, Mustafa Haki Efendi‘yi de burada göz hapsine almışlardır. Hem Ali Haydar Efendi hem de Mustafa Haki Efendi her hangi bir fitneye lüzum bırakmadan bu sıkıntılı dönemin sükûnetle geçmesini sağlamışlardır.

MUSTAFA HAKİ EFENDİ’NİN TASAVVUFΠHAYATI

Geceleri uykudan ayırdığı belli saatleri ibadetle ve Kur’an-ı Kerim okumakla geçirirdi. İstanbul’daki pek çok âlim ve şeyhle görüşüp ilmî müzakerelerde bulunurdu. Güzel ve temiz giyinir ve yapılan davetlere nezaketle icabet ederdi. Sohbetlerinde ikna edici delillerle konuşur ve karşısındakinin sorularını ayrıntılarıyla dinleyerek cevaplandırırdı. Devletten aldığı maaştan kendi maişetini sağlayacak kadarını ayırıp gerisini fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı.

Ailesine maddî olarak hiçbir miras bırakmadığı ve biri şeyhiyle olmak üzere üç defa hacca gittiği belirtilmektedir. Hatta Şiranlı Mustafa Efendi ‘yle birlikte gittikleri haccında Medine’de mürşidi hastalanınca yanında kalmak istemişse de o Hâki Efendinin Anadolu’ya gidip müridlerine sahip çıkmasını söylemiştir. Deniz yoluyla dönmek üzere Cidde’ye ulaştığı sırada şeyhinin vefat haberini aldığında son deminde yanında bulunamadığı için üzülmüştür.

İSTİKAMET ÜZERE OLMANIN GEREĞİ: SÜNNET-İ SENİYYE

Mustafa Hâki Efendi Hz. Peygamber(sav)’in sünnet-i seniyyesine uyup bidatlardan kaçınmayı öğütlemekteydi. Ona göre bu durum istikamet üzere olmanın gereğidir. Mustafa Hâki Efendi itikadî konularda ehl-i sünnet âlimlerine uymak gerektiğini ifade etmektedir. Amelî konularda da yine aynı yol izlenmelidir. Çünkü dinde ayrılık ve karışıklık hoş karşılanan bir şey değildir. Ona göre dinimiz birliği ve istikamet üzere olmayı bize emretmektedir.

Mustafa Haki Efendi müridlerine ahlâkî açıdan nasıl olmaları ve davranmaları gerektiğini toprak benzetmesiyle açıklar. Ona göre Müslüman temiz toprağa benzer. Temiz toprağa her şey atılır. Hakaret ve eziyet görebilir, cefaya uğrayabilir. Lakin ondan hep güzel temiz ve faydalı şeyler çıkar. Müminin insanları ayrım yapmadan aynı şekilde davranması ve güzel ahlâklı olması gerekir.

Hâki Efendi, şeyhliğin kevnî kerametlerle değil istikametle ölçülmesi gerektiğini açıklar. O, ziyaretine gelenlere tasavvufî terbiye almayı düşündükleri zaman karşılaştıkları kişilerin havada uçtuğunu, suda batmadıklarını vs. kevnî kerametleri görseler bile Allah(cc)’ın emir ve yasaklarına uymada gevşeklik veya lakaytlık olduğunu farkettikleri zaman bu kişilerden uzak durmalarını tavsiye ederdi. Oğlu Mehmet Bahaddin Efendi babasının ilmi yönü ile ilgili şu ifadeleri kullanmaktadır:

“İstanbul’da babamın hâllerini ve ilmî derinliğini bilenler etrafına toplanmaya başlamıştı. Birçok âlim ve şeyh onu ziyâret edip ilmî konuları konuşur ve son sözü onun söylemesini isterlerdi. O da meseleyi âyet ve hadislerle öyle anlatırdı ki bu durum karşısında herkes hayret ederdi. Hâlbuki babam vaktinin sadece bir kısmını ilmî mütalaaya ayırır¸ çoğunu ise ibadet¸ murâkabe ve sâliklerle sohbetle geçirirdi. Birçok hoca “Onun ilmine tahsille erişilmez¸ o bir okyanustur.” derdi. Bu konuda ona ilahî yardım çok açıktı.”

Mustafa Haki Efendi kabri istanbul fatih camii

MUSTAFA HAKİ EFENDİ’NİN VEFÂTI

Mustafa Hâki Efendi zaturre rahatsızlığı sebebiyle 15 Kanunusani 1336/15 Ocak 1920’de İstanbul’da vefat etmiş ve Fatih Camii haziresine defnedilmiştir. Bugün üzerindeki demir parmaklıklarla çevrili olan kabri pek çok insan tarafından ziyaret edilmektedir. Kabr-i şerîfleri silsilesini devam ettiren Hamid Hamidettin Ateş Efendi ‘nin gayretleri ile Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi Vakfı tarafından restore edilmiştir.

Kendisinden sonrası için bir çok talebe yetiştiren Mustafa Haki Efendi‘nin en meşhur talebeleri Sivaslı Mustafa Taki Efendi ve Sivaslı İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Efendi‘dir. Oğlu Mehmet Bahaddin Efendi, Mustafa Haki Efendi‘nin emanetlerini Sivas’a gelerek halifesi Mustafa Tâkî Efendi’ye teslim etmiştir. Hâlidiyye yolunun büyüklerinden Mustafa Hâki Efendi‘nin silsilesi böylece Mustafa Taki Efendi, İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Efendi ve Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi ile günümüzde devam etmektedir. Altın Silsile ‘de kendisi Mustafa Haki Tokadi olarak anılmaktadır.

Osman Hulûsî Efendi’nin Mustafa Hâki Efendi hakkında kaleme aldığı şu mersiyesi kabir kitabesinde yazılmıştır:

“Gel ey göz gör ki, bir kerre ne hâldir Hazret-i Hâki

Saadet bağı içre bir nihaldir Hazret-i Hâki

Ne sultan-ı hakikatdir görüp anla kemâlinden

Ne işrak eylemiş nur-i zü’l-celâldır Hazret-i Hâki

Anın sîr-âbla gül hakkı musaffa bî-cemalinden

Tekâmül eylemiş bir mâh-ı cemaldir Hazret-i Hâki

Dehânından çıkan her nutku bir iksir-i a’zamdır

Ser-â-pâ nur-i akdes bir kemâldir Hazret-i Hâki

Ana bir bende olmak her kula Hak’tan saadettir

Hulûsî Hakk’a vâsıtu’l-visaldır Hazret-i Hâki”

ESERLERİ

Sâdât-ı Kirâm’dan Tokatlı Mustafa Haki Efendi Hazretleri’nin oğlu Mehmed Bahâeddin Efendi’nin Osmanlı Türkçesiyle yazdığı notlarından oluşan Tasavvuf ve Menâkıb adlı eser, Prof. Dr. Halil İbrahim Şimşek tarafından yayına hazırlanarak Nasihat Yayınları öncülüğünde neşredildi. Eser Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı tarafından Mehmet Bahâeddin Efendi’nin oğlu Nureddin Efendi’nin izniyle muhafaza edilip neşredilmek üzere fotoğrafları alınarak dijital ortama aktarılmıştır. Eseri Nasihat Yayınları web sayfasından temin edebilirsiniz.

Kaynak: hulusiefendivakfi.org.tr

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.