Tevbenin Kabul Şartları

Tevbe, Allah’a tâzim ve gazab-ı ilâhisinden kaçınmak için olmalıdır. Eğer başka bir niyet için olursa bu tevbe kabul olunmaz. Tevbe etmenin önemi ve tevbenin kabul şartları...

“Rabbınızdan mağfiret dileyin ve O’na tevbe edin...” (Hud Sûresi / 3)

“Ve bir günah işledikleri yahut kendilerine zulm ettikleri vakit, Allah’ı hatırlıyarak günahlarına mağfiret istiyenlerdir. Günahları Allah’tan başka kim affedebilir? Bir de onlar işledikleri günah üzerinde bilip dururlar iken ısrar etmeyenlerdir.” (Âl-i İmran Sûresi / 135)

Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimiz buyurdular:

“Allahım! İkâbından affına, gadabından rızâna, Senden yine Sana sığınırım. Sana lâyık bir senâ etmekten âcizim. Sen kendini nasıl senâ etti isen öylesin Yâ Rab. (Müslim)

“Kalbime öyle şeyler gelir ki, her gün ve gece yetmiş defa Allah’a istiğfar ederim.”

“Kul günahından tevbe ettiği zaman, Cenâb-ı Hak bu günahı, kirâmen kâtibin meleklerine, kulun günah işlediği azalarına ve kulun günah işlediği mekâna ve o zamana unutturur. Böylece kıyamet gününde o tevbe eden kulun işlediği günah için bir şâhit bulunmaz.”

Ebû’d-Derdâ -radıyallahu anh-’tan:

Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- hazretleri bir Cuma günü hutbe îrad ederek buyurdular:

“Ey insanlar! Hâlâ sizde hayat varken, yani ölümünüzden evvel günahlarınıza nedâmet ederek Allah’ın tâatine koşunuz, dönünüz ve mâsivâ gafletinden, Allah’ın zikrine avdet ediniz.”

TEVBE VE ŞARTLARI

Tevbenin tarifi: Kendi ihtiyariyle geçmiş olan günahın mislini tâzimli bir hâlde terketmektir.

Günahkârın, günahını kalben kendi ihtiyarı ile terketmesi lâzımdır. Eğer yalnız dili ile tevbe edip, kalbinden günahının terki için kararlı olmazsa, tevbesi sahih olamaz.

Nitekim Şair Sâib divanında diyor ki:

– Elde tesbih, dudakta tevbe, kalb ise günahların şevk ve muhabbeti ile dolu olursa, o mâsiyet ve günahlar, kişinin tevbe ve istiğfarı ile alay ederler.

Tevbe, Allah’a tâzim ve gazab-ı ilâhisinden kaçınmak için olmalıdır. Eğer başka bir niyet için olursa bu tevbe kabul olunmaz.

Mevlânâ Celâleddin Rûmî -kuddise sirruh- tevbeyi şöyle târif etmiştir:

– Tevbe nasıl olur? İşte tevbe böyle olur. Yani günahkâr, yaptığı günahlardan nedâmet eder, Hak -celle ve alâ- dergâhında yeniden müslüman olup kemâl-i tazarrû ve niyaz ile ibâdete başlar ve mecazdan i’raz edip hakîkate teveccüh eder, yönelir.

Muhammed İbn-i Sîrîn şöyle der:

– Aman bir hayır işleyip de sonra onu terk etmekten sakın. Zîra tevbe edip de sonra tevbesini bozan ve iflâh bulan bir kimse görülmemiştir.

Günahlardan dönen kişiye yaraşan; tevbesini bozmamak için ecelini gözlerinin önüne getirmek, geçmişte işlemiş olduğu günahlar üzerinde düşünmek, tevbe istiğfarı çok yapmak, tevbe nîmetini verdiği ve ona muvaffak ettiği için Allah’a şükretmek ve kıyamet gününün sevabı hakkında tefekkür eylemektir. Zîra şüphesiz ki âhiret sevabını düşünen güzel amelleri işlemeğe daha çok rağbet eder. Âhiret azabını düşünende kötü, çirkin ve haram fiillerden kendisini alıkoyar.

Sahâbe-i güzîn hazerâtının en güzîdesi, gözbebeği mesâbesinde olan Ebû Bekir Sıddîk -radıyallahu anh- hazretleri Cenâb-ı Hakk’a hitaben:

– Yâ Rabb! Suçlarım kumlar gibi sayılmaz. Sen bu günahkâr âsî kulunu affet, diyerek yalvarmış ve dâimî olarak tevbe ve istiğfar etmiştir.

Bizlere, âciz kullara düşen, yapmakta olduğumuz günah, isyan ve nisyanlarımıza, dâimî olarak tevbe ve istiğfar etmek ve yapmış olduğumuz günahları nasıl olsa affolunuyor diyerek, ikinci defa işlemeye cür’et etmeyip, tevbemizde ihlâs üzere sebatkâr olmak, olmalıdır.

Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-2. s. 49-64

Kaynak: Sadık Dânâ, Altınoluk Dergisi, Eylül 2016, 367. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.