Tevbe ve İstiğfar Namazı

İbadet Hayatımız

Tevbe ve istiğfar namazı nedir, nasıl kılınır?

TEVBE NAMAZI NASIL KILINIR? 

Hz. Ali (r.a.) şöyle der:

“Ben Peygamber Efendimiz’den bir hadis duyduğumda, Allah Teâlâ bana o hadisten dilediği kadar istifade ettirirdi. (Yani onunla amel ederdim). Resûlullah Efendimiz’in ashâbından biri bana hadis rivâyet ettiğinde ondan yemin etmesini isterdim. Yemin ederse sözünü kabul ederdim. Bir defâsında Ebûbekir (r.a.) bana bir hadis rivâyet etti. Şüphesiz Hz. Ebûbekir (r.a.) doğru söylerdi (Bu sebeple ona yemin ettirmezdim). Dedi ki:

«–Resûlullah Efendimiz’in şöyle buyurduklarını işittim:

“Bir kul herhangi bir günah işlediğinde, kalkar, güzelce abdest alıp iki rekât namaz kılar ve Allah’a istiğfar ederse, Cenâb-ı Hak muhakkak o kulunu mağfiret buyurur.”

Sonra Resûlullah veya Ebûbekir (r.a.) şu âyet-i kerimeyi okudular:

“Onlar (müttakî mü’minler), bir kötülük yaptıklarında ya da kendilerine zulmettiklerinde, Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler.” (Âl-i İmrân, 135)[1]

İSTİĞFAR VE DUA VAKTİ

Bu hadîs-i şerifin en güzel tatbik edildiği vakitler, seherlerdir. Zira seher ve fecir vakitleri, Hak dostları katında, “İstiğfâr ve dua vakti” olarak bilinir ve o bereketli zamanlara büyük bir îtinâ gösterilir.[2] Bir mü’min seher vakti kalkıp iki, dört, altı, yani ne kadar gücü yeterse namaz kılıp Cenâb-ı Hakk’ın murâdı üzere istiğfâr ederse, affedileceği umulur. Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur:

وَالْمُسْتَغْفِر۪ينَ بِالْاَسْحَارِ

“Seher vakitlerinde istiğfâr ederler” (Âl-i İmrân, 17)

كَانُوا قَل۪يلًا مِنَ الَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ . وَبِالْاَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ

“Onlar, geceleri pek az uyurlardı. Seher vakitlerinde de istiğfâr ederlerdi.” (Zâriyât, 17-18)

[1] Ebû Dâvûd, Vitr, 26/1521; Tirmizî, Salât, 181/406; Tefsîr, 3/3006; Ahmed, I, 2.

[2] Heysemî, VII, 47; Mubârekfûrî, Tuhfetü’l-ahvezî, II, 473-474; İbn-i Hacer, Telhîsu’l-habîr, IV, 206.