Tekfir Ne Demek? Tekfir Neden Tehlikeli?

Tekfir ne demektir? Büyük günah işleyeni tekfir etmek caiz midir? Namaz kılmayan kâfir olur mu?

Tekfir ve tekfirin tehlikeleri...

TEKFİR NEDİR?

Tekfir, bir kişiyi kâfir saymak demektir. İman dairesinden hangi durumlarda çıkıldığını, akaid ve kelam alimleri belirlemişlerdir. Müminken küfre düştüğü kabul edilen bir kimsenin (mürtedin) muhatap olacağı hükümleri ise fıkıh ilmi düzenler. Bu sebepledir ki tekfire karar verecek kişinin hem kelam ilminde tartışılan problemleri derinlemesine bilen, hemde fıkıh ve fıkıh usülü ilminin inceliklerini kavrayabilen, yetkili bir kimse olması gerekir.

PEYGAMBERİMİZ TEKFİR ETMİŞ MİDİR?

Hz. Peygamberin hayatı incelendiğinde, Mekke döneminde belirli grup ve şahısları tekfir ettiği görülmektedir. Halbuki, Medine döneminde müslümanlar arasında münafıkların varlığı bilinen bir gerçektir. Kur’an’ın pek çok yerinde münafıklar, kâfirler ve müşriklerle yanyana zikredilmekte ve aynı azaba uğratılacakları haber verilmektedir. Vahiy gibi bir bilgi kaynağına sahip olduğu için, kimlerin samimi imana sahip olduğunu, kimlerin de kâfirken, müminmiş gibi gözüktüğünü çok iyi bilen Hz. Peygamber, kişi ve gurupları tekfir etmekten sakınmış, onları Müslümanlaştırmaya gayret etmiştir. O, “Ben Müslümanım” diyeni, münafık bile olsa, İslam toplumundan dışlamayı, insanların selameti açısından uygun bulmamıştır.

İSLAM’DA İLK TEKFİR HAREKETİ

İslam tarihinde ilk tekfir hareketi Hariciler ile başlamıştır. Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında geçen Sıffin savaşından sonra ortaya çıkan bu topluluk, başta Hz. Ali ve Hz. Muaviye olmak üzere bu savaşa katılan herkesi kâfir saymıştır. Daha sonra ameli imanın parçası saydıkları için, büyük günah işleyen herkesi tekfir eden Hariciler, İslam dünyasında anarşi ve terör tohumlarını atan ilk zümre olmuştur.

Mutezile de, büyük günah konusunda Haricilerden biraz daha yumuşak davranarak, büyük günah işleyenin iman dairesinden çıktığını fakat küfre girmediğini ileri sürmüştür. Böyle bir kimsenin iman ile küfür arasında bir konumda olduğunu savunmuştur.

BÜYÜK GÜNAH İŞLEYENİ TEKFİR ETMEK CAİZ MİDİR?

Ehl-i sünnet kelam bilginleri ise, büyük günah işleyenin, kâfir değil, günahkar mümin olduğunu söylemişlerdir. Tekfir konusunda, hassas ve temkinli davranmışlardır. Zamanla her mezhebin aşırı gidenleri ve mutaassıp (tutucu) olanları, diğer grup ve insanları tekfir etmeye başlamıştır. Ancak, Hz.Peygamber’in tekfir konusundaki tavsiyelerini göz önünde tutan Ehli sünnet alimleri “Ehl-i kıbleden olup da, günah işlemiş bulunan bir kimseyi bundan dolayı tekfir etmemeyi, Ehl-i sünnetin temel prensipleri arasında zikretmişlerdir. Böylelikle onlar, İslam toplumunun birlik ve bütünlüğünü korumaya son derece özen göstermişlerdir.

Ehli kıble:

Kabe’ye yönelerek namaz kılmanın farz olduğuna inanan müminleri tarif için kullanılan bir terimdir. Yani kişi Allah’a, Peygambere ve diğer iman esaslarına inanıyorsa, namazın farz olduğunu kabul ettiği halde namaz kılmasa bile ve çok günahkâr da olsa ona  kâfir denilemez. Alimlerimiz bunu kısaca şöyle kurallaştırmışlardır: “Ehli kıble tekfir edilmez!”

Müslüman olduğu bilinen bir kimseyi kâfir saymak, fert açısından tehlikeli sonuçlar doğurmasının yanında, toplum hayatında kapatılmayacak yaraların açılmasına, birlik ve bütünlüğünün zedelenmesine ve parçalanmaya sebep olur. Bu sebepledir ki büyük İslam bilgini ve kelâm alimi İmam Gazzali (ö. 505/1111) “Kelime-i tevhide samimi bir şekilde bağlı kaldıkları ve bu prensiple çelişki oluşturacak bir durumda bulunmadıkları sürece, yollar ne kadar farklı olursa olsun, müslümanlara dil uzatmaktan ve mezhepleri tekfir etmekten sakınılmalıdır.” demiştir.

Ehl-i sünnet fıkıh alimleri de, insanları yersiz ve gereksiz bir şekilde tekfir etmenin sakıncalarını vurgulamışlardır. Alimler arasında şu görüş oldukça yaygındır: “Bir kimsenin kâfir olduğuna dair doksan dokuz; Müslüman olduğuna dair bir delil bulunsa, müftünün, o kişinin Müslüman olduğunu gösteren bir delille amel etmesi gerekir.”[1] 19. asır Hanefi fıkıh bilginlerinden İbn Abidin, eserlerinde tekfir konusuna değinirken insaflı ve müsamahakar davranmış ve şöyle demiştir: “... Müslüman olduğu bilinen birinin sözünün tevil imkanı varsa tevil edilmeli, kâfir sayılmamalıdır.”[2] Alimleri tekfir konusunda bu denli hassas ve temkinli davranmaya sevk eden şey, iman ile küfürün sınırını belirlemenin çok önemli olması, Müslüman olduğu bilinen birini kâfir saymak durumunda onun mal ve can güvenliğinin ortadan kalkmasıdır. Ayrıca tekfir edilen kişinin selamı alınmaz, kendisine selam verilmez ve kestiği hayvanın eti yenilmez. Yine Müslüman bir kadınla evlenmesine müsaade edilmez, öldüğünde cenaze namazı kılınmaz, Müslüman kabristanına gömülmez ve ahirette de ebedi cehennemde kalacağına hükmedilir. Tekfir edilen kişinin toplumdan dışlanmak anlamına gelen uygulamalarla yüz yüze gelecek olması tekfir konusunda çok dikkatli davranmayı gerektirmektedir.

TEKFİR İLE İLGİLİ HADİSLER

Bir mü’min küfür ile itham etmenin sakıncalı olduğu Hz. Peygamber’in pek çok hadisinde dile getirilmiş ve Müslümanlar bu konuda uyarılmışlardır. Bu hadislerin bazıları şunlardır:

“Bizim gibi namaz kılan, kıblemize yönelen ve kestiğimizi yiyen kimse, Allah’ın ve Elçisi’nin güvencesini elde etmiş olur. O halde böyleleri hakkında Allah’ın verdiği güvenceyi ve ahdi bozmayın.”[3]

 “Kim bir insanı ‘kâfir’ diye çağırırsa yahut öyle olmadığı halde ‘ ey Allah düşmanı’ derse, söylediği söz kendisine döner.”[4]

“Herhangi bir Müslüman bir başkasını tekfir ettiğinde, şayet o kâfirse diyecek yok. Aksi takdirde bizzat kendisi kâfir olur.”[5]

Bu konuda çok dikkat çekici bir olay da sahabeden Üsame b. Zeyd’in (r.a.) başından geçmiştir. O, şunları anlatmaktadır:

“Hz. Peygamber bizi bir bölük askerle düşman üzerine göndermişti. Sabaha karşı baskın düzenledik. Ben hemen bir adamı yakaladım. Bu adam ‘Allah’tan başka tanrı yoktur dediği halde onu öldürdüm. Bunun üzerine beni bir düşüncedir aldı. Dönüşte olayı Hz.Peygamber’e anlattım. Hz. Peygamber :

_ Kıyamet gününde onun söylediği La ilahe illallah’ın elinden seni kim kurtaracak? deyince, o bunu kılıç korkusu ile söylemişti, cevabını verdim. Bunun üzerine Allah Elçisi, ‘Sen onun kalbini yarıp baktın mı? La İlahe illallah’ı samimiyetle mi, yoksa silah korkusuyla mı söylediğini nasıl anladın?’ diye azarladı. Hz. Peygamber bu azarını o kadar çok tekrar etti ki, keşke önceden Müslüman olmasaydım (bu olaydan sonra Müslüman olsaydım) da bu olayla karşılaşmamış olsaydım, diye içimden geçirdim.”[6]

Hz. Peygamber’in ve onun izinde giden Ehli sünnet bilginlerinin uyarı ve tavsiyelerine rağmen bazı aşırı giden Müslümanlar, diğer bazı insanları ve grupları tekfir ederler. İnsanları yersiz tekfire götüren başlıca sebepler, bilgisizlik, taassup, hoşgörüsüzlük, çekememezlik ve menfaat teminidir. Ayrıca tekfirin, karşı tarafı mahkum etmek için hemen kullanılabilecek bir silah olduğunun düşünülmesi gafletidir.

[1] İbn Abidin, Mecmuatu’r- Resâil, l. 367.

[2] İbn Abidin, a.g.e. I.342.

[3] Buhari, Salat, 28; Ebu Davud, Cihad, 95.

[4] Buhari, Feraiz, 29; Müslim, İman, 27.

[5] Ebu Dâvud, Sünnet, 15.

[6] Müslim, İman, 41; Ebu Davud, Cihad, 95; İbn Mace, Fiten, 1.

Kaynak: İslam Akaidi, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

İMAN NEDİR? İMANIN TANIMI VE KAPSAMI

İman Nedir? İmanın Tanımı ve Kapsamı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.