Tedvin Ne Demek?

Tedvin, ezberlenen ve bir yere kaydedilen hadisleri yazarak bir araya getirme anlamındaki terimdir.

Sözlükte “yazmak, toplamak, derlemek” anlamındaki tedvîn, terim olarak hâfızalarda ve değişik yazı malzemeleri üzerinde bulunan hadis metinlerini belli bir tasnife tâbi tutmadan yazıya geçirmeyi ifade eder. Cem‘u’l-hadîs adı da verilen tedvîn işini yapan kimseye müdevvin, bu şekilde ortaya çıkan çalışmaya müdevven denir. Daha çok hadis terimi olarak bilinen tedvin Kur’an’ın tefsiri ve fıkhın tedvini şeklinde farklı ilim dallarında da kullanılmıştır.

Muhaddisler, hadislerin yazıya geçirilmesi ve belli esaslara göre kitap haline getirilmesi sürecini kapsayan I-III. (VII-IX.) yüzyılları hıfz, kitâbet, tedvîn ve tasnif olmak üzere dört dönem halinde incelemiştir. Hıfz ve kitâbet dönemi, Hz. Peygamber ve ashabın yaşadığı zaman dilimini içine alarak I. (VII.) yüzyılın sonlarına kadar devam eder. Bu süreç hadislerin daha çok ezberlemek amacıyla yazıldığı dönemdir. Tedvîn öncesinde hadisin sözlü ve yazılı olarak korunduğu bu iki döneme tesbit dönemi denir. Bunun ardından Resûl-i Ekrem’e ait çeşitli bilgilerin tasnif edilmeden derlenip biriktirildiği tedvîn dönemi gelir. Bu da I. (VII.) yüzyılın sonlarından başlayıp II. (VIII.) yüzyılın ortalarına kadar devam eder.

Yazılı olarak derlenen ve sözlü olarak nakledilip kayda geçirilen hadislerin muhaddisler tarafından belli esaslara göre sıralandığı döneme tasnif dönemi adı verilir. Bu dönem II. (VIII.) yüzyılın ortalarından IV. (X.) yüzyılın başlarına kadar olan süreyi içine alır. Ashabın Hz. Peygamber’den görerek veya duyarak aldığı hadisleri saklayıp nakletmesi hıfz ve kitâbet yoluyla olmuş, bundan dolayı hadis tarihinin tedvîn öncesi devri genellikle bu iki dönemde incelenmiştir. Ancak söz konusu iki dönem arasında tam anlamıyla bir öncelik ve sonralık ilişkisinden söz etmek mümkün değildir. Zira bu iki dönemin aynı zaman dilimi içinde ve birbirini destekler mahiyette gerçekleştiği, hatta hadisleri yazan birçok sahâbînin bunları ezberlemek amacıyla kaydettiği bilinmektedir. İslâm’ın ilk dönemlerinde yazı kültürünün yeterince gelişmemesi, okur yazar olmayan Araplar’ın edebî miraslarını hâfıza gücüyle nakletmesi, Resûlullah’ın hadisleri ezberleyip rivayet etmeye onları teşvik etmesi (Ebû Dâvûd, “ʿİlim”, 10) gibi hususlar hadisleri tesbit ve koruma işinin hâfızaya bırakılmasını gerekli kılmıştır. Hz. Peygamber çeşitli sebeplerle ilk dönemlerde hadislerin yazılmasını yasaklamış, ancak ezberlenerek nakledilmesine izin vermiştir (Müsned, III, 39).

Araplar arasında İslâmiyet’in etkisiyle okur yazarlık artmış ve yazı hayatın birçok alanında kullanılmaya başlanmıştır. Resûl-i Ekrem döneminde Kur’ân-ı Kerîm başta olmak üzere antlaşmalar, emanlar, davet mektupları, ordu kumandanlarına tâlimatnâmeler, savaş zabıtları, nüfus ve vergi kayıtları gibi resmî bilgiler yazıya geçirilmiştir.

Hadislerin kitâbeti konusunda biri yazılmasını emreden (Ebû Dâvûd, “ʿİlim”, 3), diğeri yasaklayan (Müslim, “Zühd”, 72) iki rivayet nakledilmişse de Mekke’nin fethi sırasında Hz. Peygamber’in Ebû Şah için fetih hutbesinin yazılmasını emretmesi (Buhârî, “ʿİlim”, 39), vefatı öncesinde kendisinden sonra ümmetinin sapıklığa düşmemesi için bir belge yazdırmak istemesi onun hadislerin yazılmasına karşı olmadığını göstermektedir. Sahâbe arasında Sa‘d b. Ubâde, Muâz b. Cebel, Abdullah b. Mes‘ûd, Semüre b. Cündeb, Abdullah b. Abbas, Câbir b. Abdullah ve Enes b. Mâlik başta olmak üzere elliden çok kişinin hadis yazması ve Ali b. Ebû Tâlib, Ebû Hüreyre, Abdullah b. Amr b. Âs gibi sahâbîlerin yazdığı sahîfelerin daha sonraki asırlara intikal etmesi de Resûl-i Ekrem’in hadis yazımına izin verdiğini ortaya koymaktadır (M. Mustafa el-A‘zamî, s. 34-58).

Resûlullah’ın vefatından sonra Kur’an’ın toplanmasını zorunlu kılan olaylar hadisler konusunda da kendini hissettirmiştir. Bunu ilk farkeden ve bu konuda teşebbüse geçen Halife Hz. Ebû Bekir olmuş, Kur’an’ın toplanması işini tamamladıktan sonra hadisleri derlemek için bir çalışma başlatmıştır. Hz. Âişe’den nakledildiğine göre Ebû Bekir bir gece 500 civarında hadis ihtiva eden sahîfesini yakmıştır. Bunun sebebini soran Âişe’ye sahîfesinde güvenilir kimselerden aldığı hadislerin bulunduğunu, ancak bunların Hz. Peygamber’in sözlerini onun ağzından çıktığı şekilde nakledip etmediklerini bilemediğini belirtmiş, bunun sorumluluğunu üzerine almaktan çekindiğini söylemiştir (Zehebî, Teẕkiretü’l-ḥuffâẓ, I, 5).

Tesbit döneminde işittiğini kaydetme düşüncesi Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra bazı sahâbîler için kendisinin işitmediği, fakat başka sahâbîlerin naklettiği rivayetleri toplama anlayışına dönüşmüştür. Hz. Ebû Bekir doğuracağı sakıncaları dikkate alarak tedvînden vazgeçmiş, Hz. Ömer de hadislerin tedvînini düşünmüş ve bunu gerçekleştirmek için teşebbüse geçmiştir.

Rivayete göre konuyu önce ashap ile istişare etmiş, onlardan olumlu cevap alınca durumu değerlendirmiş, neticede insanların hadisle daha çok meşgul olarak Kur’an’ı ihmal edeceği endişesiyle o da tedvînden vazgeçmiştir (Abdürrezzâk es-San‘ânî, XI, 257-258). Hz. Ömer’in karşı çıktığı husus sosyal hayatta pratik değeri olan, amel edilebilir ve hukukî nitelik arzeden sünen türü rivayetler yerine amel edilmeyen rivayetlerle mesgul olunmasıdır. Hz. Ömer tedvîn hususunda Ebû Bekir’e göre daha kapsamlı bir düşünceye sahipti. Ebû Bekir kişisel gayretiyle Resûlullah’tan bizzat duymadığı hadisleri derlemeyi hedeflerken Ömer bu işi resmî bir görev gibi düşünmüş, bundan dolayı ashabın onayını alma ihtiyacını duymuştur. Bu dönemde hadislerin daha çok ahkâma dair olanları kaydedilmiş, Resûl-i Ekrem hâtıralarda henüz canlı bir şekilde yaşadığı için onun fiil ve takrirlerinin derlenmesi düşünülmemiştir.

Hz. Ömer’den sonra baş gösteren siyasî karışıklıklar yöneticilerin özellikle hadislerin tedvîni konusuna eğilmesine fırsat vermemiştir. Resmî anlamda yeni bir tedvîn teşebbüsünün Emevîler’in Mısır valisi Abdülazîz b. Mervân (ö. 86/705) tarafından başlatıldığı görülmektedir. Dinî ilimlere ilgi duyan, özellikle hadis rivayetiyle meşgul olan Abdülazîz hadislerin tedvîni konusunu resmen ele alan ilk devlet adamı olarak tanınmaktadır. Bedir ashabından yetmiş kişiyle görüşen Abdülazîz, Humus’ta yaşayan Kesîr b. Mürre el-Hadramî’ye (ö. 75/694 [?]) bir mektup göndermiş ve Ebû Hüreyre’nin hadisleri kendisinde bulunduğu için onun dışındaki sahâbîlere ait hadisleri yazıp göndermesini istemiştir (İbn Sa‘d, VII, 448). Bu rivayet, Ebû Hüreyre’nin naklettiği hadislerin I. (VII.) yüzyılın ikinci yarısının başlarında yazıya geçirildiğini göstermektedir. Rivayete göre Mervân, Ebû Hüreyre’yi zaman zaman yanına çağırarak kendisine hadis nakletmesini istemiş, bu esnada kâtiplerine bunları yazdırmış ve saklamıştır (İbn Hacer el-Askalânî, VII, 433). Abdülazîz b. Mervân’ın elindeki hadislerin babası Mervân tarafından yazdırılan bu hadisler olması muhtemeldir. Abdülazîz b. Mervân’ın isteğinin ne ölçüde yerine getirildiği bilinmemekle beraber Kesîr b. Mürre’nin Abdülazîz’den önce vefat etmesi, verilen emrin yerine getirildiğine dair kaynaklarda bilgi bulunmaması bu konuda bir sonuca ulaşılmadığını düşündürmektedir.

Abdülazîz b. Mervân’ın hadisleri tedvîn düşüncesi oğlu Ömer b. Abdülazîz tarafından gerçekleştirilmiştir. Ömer b. Abdülazîz yönetime geldiği dönemde hadis uyduranların çoğaldığını görmüş, büyük âlimlerin vefatından sonra hadislerin zayi olacağı endişesiyle tedvîn işini resmen başlatmıştır. Bu esnada bazı âlimleri Dımaşk’a davet etmiş, bazılarıyla doğrudan yahut valileri aracılığıyla yazışarak bilgilerinden yararlanmıştır. Bu âlimler arasında Medine Valisi Ebû Bekir b. Hazm ve Zührî öne çıkmaktadır. Ebû Bekir b. Hazm elindeki yazılı hadislere yenilerini ilâve ederek hacimli bir kitap oluşturmuştur (Fesevî, I, 644-645). Aslen Medineli olan Zührî ilim yolculukları sırasında Dımaşk’a gidip gelmeye başlamış, burada Emevî halifeleriyle yakınlık kurmuş ve onların meclislerine katılmıştır.

Görüştüğü halifeler arasında Abdülmelik b. Mervân, Ömer b. Abdülazîz ve Hişâm b. Abdülmelik vardır. Zührî, hadisleri defterler halinde yazarak halifeye sunduğunu, halifenin bunları ülkenin değişik merkezlerine gönderip yöneticilerin, ilim ehlinin ve halkın istifadesine sunduğunu belirtmiştir (M. Accâc el-Hatîb, s. 494). Tedvîn döneminde âlimlerin çoğu, tesbit devrindeki geleneğe uyup Hz. Peygamber’den intikal eden ahkâmla ilgili merfû hadisleri toplarken Zührî fiilî sünnetleri de kaydetmiş, bunlara sahâbe kavillerini de ilâve etmiş (Abdürrezzâk es-San‘ânî, XI, 258-259), böylece hadis anlayışında sahâbe sözlerinin de ele alındığı yeni bir çığır açmıştır. Bu davranış, kısa bir süre sonra kaleme alınmaya başlanacak olan tasnif dönemi eserlerine açık biçimde yansımıştır. Kendisine ulaşan bütün rivayetleri yazan Zührî’nin topladığı rivayetlerin “hayvanların sırtında taşınacak kadar çok olduğu” belirtilmektedir (Ebû Nuaym, III, 361). Rivayetler arasında siyer ve megāzîye dair olanlar büyük yekün tutmuş, Zührî bu rivayetleri müstakil bir eserde toplamış, bundan dolayı megāzî türünün ilk müelliflerinden biri kabul edilmiştir (Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1460).

Tedvîn döneminde hadislerin derlendiği eserlerin asılları zamanla kaybolmuş, fakat muhtevaları bunlara dayanıp kaleme alınan eserler vasıtasıyla sonraki dönemlere intikal etmiştir. Bununla birlikte o döneme ait bazı cüzlerin günümüze ulaştığı bilinmektedir. Bunlardan biri Muhammed Mustafa el-A‘zamî tarafından neşredilen Eḥâdîs̱ü Ebi’l-Yemân el-Ḥakem b. Nâfiʿ ʿan Şuʿayb b. Ebî Ḥamza ʿani’z-Zührî’dir. Bu eser, muhaddis Ebü’l-Yemân’ın hadis hâfızı Şuayb b. Ebû Hamza (ö. 162/779) yoluyla Zührî’den naklettiği hadislerden bir kısmını ihtiva etmektedir.

Şuayb b. Ebû Hamza, Halife Hişâm b. Abdülmelik’in Zührî’den hadis yazması için görevlendirdiği kâtiplerdendir. Cüzün muhtevasının tahlili tedvîn dönemi ve tedvînin mahiyeti hakkında önemli ipuçları vermektedir. Ebü’l-Yemân’ın cüzünde elli beşi merfû, on ikisi mevkuf, beşi maktû toplam yetmiş iki rivayet bulunmakta, bu husus, tesbit döneminde görülen sadece merfû hadisleri yazma düşüncesinden mevkuf ve maktû rivayetleri derleme anlayışına geçildiğini göstermektedir.

Cüzde herhangi bir konu ayırımı yapılmamış, ulaşılabilen rivayetler karışık yazılmıştır. Cüzdeki hadisler ibadet, ahkâm, ahlâk ve siyer gibi farklı konularla ilgilidir. Maktû olan rivayetlerde de senedler zikredilmiştir. Tesbit döneminde neredeyse hiç kaydedilmeyen Hz. Peygamber’in fiillerine dair bilgiler bu cüzde kayıt altına alınmıştır. Cüzde dikkat çeken hususlardan biri de hadislerin çoğunun sebeb-i vürûdu ile veya içinde geçtiği olayla birlikte zikredilmesidir.

Tesbit döneminin aksine tedvîn döneminde kaydedilen rivayetlerde tek bir sahâbîye bağlı kalınmamış, değişik sahâbîlerden gelen rivayetler yazılmıştır. Ebü’l-Yemân’ın cüzünde başta Ebû Hüreyre olmak üzere Hz. Ebû Bekir, Âişe, Ümmü Habîbe bint Ebû Süfyân ve Hişâm b. Hakîm gibi sahâbîlerden rivayetler yer almaktadır. Tedvîn faaliyetinin tamamlanmasından sonra tasnif dönemine geçilmiş, hadisler konularına veya râvilerine göre tasnif edilmeye başlanmıştır. II. (VIII.) yüzyılın ortalarına doğru hızla yaygınlaşan tasnif faaliyetinde Zeyd b. Ali, İbn Cüreyc, Ma‘mer b. Râşid, İbn Ebû Arûbe, Süfyân es-Sevrî ve Hammâd b. Seleme önde gelen isimlerdir.

Hadislerin tesbit ve tedvîni İslâm’ın ilk dönemlerinde başlayıp II. (VIII.) yüzyılın başlarında tamamlandığı halde bir kısım şarkiyatçılar hadislerin II (VIII) ve III. (IX.) yüzyılların ürünü olduğunu ve ortaya çıkan ihtiyaçlara göre uydurulduğunu iddia etmiştir. Bunlardan Sir W. Muir, II. (VIII.) yüzyılın ortalarından önce yazılı hadis belgesinin bulunmadığını söylemiş, I. Goldziher ve J. Schacht, Emevîler devrinde yaygın olan hadislerin ahlâk, zühd, âhiret hayatı ve siyaset konularıyla ilgili olduğunu, bu dönemde fıkhî hadis bilinmediğini ileri sürmüş, J. Robson, hadislerdeki senedlerin II. (VIII.) yüzyılda uydurma birtakım hadisleri sahih göstermek için meşhur isimler kullanılarak ortaya konduğunu iddia etmiştir. Bu iddialar etrafında uzun tartışmalar cereyan etmiş, ancak son zamanlarda yapılan ciddi araştırmalarla bunlar çürütülmüştür (M. Accâc el-Hatîb, s. 249-254, 375-382; M. Mustafa el-A‘zamî, s. 30 vd., 191-263; Hâkim Ubeysân el-Matîrî, s. 111-177).

Hadiste tedvîn konusu, son iki asırda şarkiyatçıların hadislerle ilgilenmeye ve sünneti eleştirmeye yönelmesinden sonra incelenmeye başlanmış ve çeşitli eserler kaleme alınmıştır. Bunlar arasında Muhammed Zübeyr Sıddîkī’nin es-Seyrü’l-ḥas̱îs̱ fî târîḫi tedvîni’l-ḥadîs̱ (Haydarâbâd 1939), Muhammed Accâc el-Hatîb’in es-Sünne ḳable’t-tedvîn (Beyrut 1400/1980), Muhammed Mustafa el-A‘zamî’nin Dirâsât fi’l-ḥadîs̱i’n-nebevî ve târîḫi tedvînih (Beyrut-Dımaşk 1400/1980), Tayyib Selâme’nin et-Taḳyîd ve’t-tedvîn li’l-ḥadîs̱ beyne’l-müslimîn ve’l-müsteşriḳīn (Tunus 1983), Abdülmehdî b. Abdülkādir b. Abdülhâdî’nin es-Sünnetü’n-nebeviyye: Mekânetühâ, ʿavâmilü beḳāʾihâ, tedvînühâ (Kahire 1989), Ahmed Abdurrahman es-Süveyyân’ın Ṣaḥâʾifü’ṣ-ṣaḥâbe ve tedvînü’s-sünneti’l-müşerrefe (baskı yeri yok, 1410/1990), Muhammed b. Matar ez-Zehrânî’nin Tedvînü’s-sünneti’n-nebeviyye neşʾetühû ve teṭavvünühû (Riyad 1417/1996), Hâkim Ubeysân el-Matîrî’nin Târîḫu tedvîni’s-sünne ve şübühâtü’l-müsteşriḳīn (Küveyt 2002), İbrâhim Fevzî’nin Tedvînü’s-sünne (Beyrut 2002) ve Muhammed Salih Ekinci’nin Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet (çev. Metin Yiğit, İstanbul 2004) adlı eserleri zikredilebilir. Bu konuda Salih Şengezer yüksek lisans çalışması yapmıştır (bk. bibl.). Konuyla ilgili makalelerden bir kısmı şunlardır:

Muhammed Hamîdullah, “Hz. Peygamber Zamanında Hadisin Tedvini” (AÜİFD, trc. Nafiz Danışman, IV/3-4 [Ankara 1955], s. 1-7); R. Ja’feriyan, “Tadwîn al-Hadîth: A Historical Study of the Writing and Compilation of Hadîth” (Al-Tawhīd, VI/1 [1988], s. 19-35); Abdülhıdr Câsim Hamâdî, “en-Neşâtü’t-tedvînî fi’l-ḥadîs̱i’n-nebeviyyi’ş-şerîf” (el-Mevrid, XXX/1 [Bağdad 1423/2002], s. 4-12); James Robson, “Hadisin Tedvin ve Tasnifi” (Fırat Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, trc. Musa Erkaya, XII/1 [Elazığ 2007], s. 119-133). Ali Şehristânî’nin Menʿu tedvîni’l-ḥadîs̱ esbâb ve netâʾic (Beyrut 1418/1997) ve Menʿu tedvîni’l-ḥadîs̱ (Kum 1420), Mustafa Kayser el-Âmilî’nin Kitâbü ʿAlî ve’t-tedvînü’l-mübekkir li’s-sünneti’n-nebeviyye (Beyrut 1415/1995), Muhammed Ali Mehdevî’nin Tedvînü’l-ḥadîs̱ (Beyrut 1427/2006) adlı eserlerinde tedvîn konusu Şîa’nın bakış açısıyla ele alınmaktadır.

Kaynak: Mehmet Efendioğlu, TDV İslam Ansiklopedisi

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.