Tavaf Nedir? Tavafın Çeşitleri Nelerdir?

Hac

Tavaf nedir? Tavafın çeşitleri nelerdir?

Sözlükte bir şeyin etrafında dönmek ve dolaşmak anla­mına gelen “tavaf”; bir hac terimi olarak; Hacer-i Esved'in hizasından başlayarak Kâ'be'nin etrafında yedi defa dön­mek demektir. Bu dönüşlerin her birine şavt denir. Tavafın, Kâbe'nin etrafında yapılması gerektiği şu ayet-i kerimeden anlaşılmaktadır:

“Ve Beyt-i Atîk'i (Kâ'be'yi) tavaf etsinler”[1]

TAVAFIN ÇEŞİTLERİ

Hükmü itibariyle farz, vacip, sünnet ve nafile olmak üzere dört çeşit, uygulaması itibariyle “kudûm”, “ziyaret”, “veda”, “umre”, “nezîr”, “nafile” ve “tahiyyetü'l-mescîd” ol­mak üzere yedi çeşit tavaf vardır.

Hükümleri ve isimleri farklı olsa da bu tavaflarının hepsinin yapılışları, farzları (şartları ve rükünleri), vacipleri, şartları ve sünnetleri aynıdır.

1. Kudûm Tavafı

Sözlükte bir yere gelmek veya varmak anlamına gelen “kudûm” kelimesi, bir hac terimi olarak; “ifrad haccı” ya­panların Mekke'ye vardıklarında yaptıkları ilk tavaftır. Bu tavafın yapılması sünnettir.

İfrad haccı niyetiyle ihrama giren ancak Mekke'ye uğ­ramadan doğrudan Arafat'a çıkan kimseler ile Arafat vak­fesinden önce âdetleri kesilmeyen kadınların kudûm tavafı yapmaları gerekmez.

Kadınlar adetli iken ihram girerler veya ihrama girdik­ten sonra adet görürlerse kudûm tavafı yapmazlar. Arafat'a çıkmadan önce temizlenirlerse kudûm kavafı yaparlar.

İhrama girip Mekke'ye vardıktan sonra hemen kudûm tavafı yapılmayıp Arafat'a çıkıncaya kadar mazeretsiz olarak geciktirmek caiz ise de Mekke'ye varır varmaz yapılması daha faziletlidir. Çünkü Peygamberimiz (s.a.s.), Mekke'ye vardığında ilk iş olarak abdest almış, sonra da Kâ'be'yi tavaf etmiştir.[2]

Mekkeliler ile Hıll ve Harem bölgelerinde ikamet eden­ler, kudûm tavafı yapmazlar.

Şafiî mezhebine göre kıran haccı yapacak olanların da Mekke'ye vardıklarında yapacakları ilk tavaf Kudûm tavafıdır. Çünkü Kıran haccına niyet edenlerin hem hac, hem de umre için bir tavaf ve sa'y yapmaları yeterlidir.[3]

Kıran haccı yapan” kimsenin hem umre hem de hac menasikini hac ayları içinde aynı ihramla ayrı ayrı yapma­sı gerekir.[4] Dolayısıyla bu kimsenin Mekke'ye vardığın­da yapacağı ilk tavaf, temettu haccında olduğu gibi umre tavafıdır.[5]

Kudûm tavafının ardından haccın sa'yini yapacak olan erkekler ve çocuklar, tavafın ilk üç şavtında “remel” yapar-

lar. Remel yapmak âfâkiler için sünnettir. Remel yapılan ta­vaflarda ıztıba yapmak da sünnettir.

2. Ziyaret Tavafı

Ziyaret veya diğer adıyla ifâza tavafı, haccın rüknüdür.

“Ve Beyt-i Atîk'i (Kâ'be'yi) tavaf etsinler”[6] ayetin­de kast edilenin, bu tavaf olduğu hususunda din bilginleri arasında görüş birliği vardır. Ayette geçen “Tavaf etsinler” emri genel bir ifade olduğu için, Mekkeli olan ve olmayan her hacı adayının mutlaka bu tavafı yapması gerekir.

a) Ziyaret Tavafının Geçerli Olmasının Şartları:

1. Arafat vakfesinin yapılmış olması,

2. Belirli vaktinde yapılması.

b) Ziyaret Tavafının Vakti

Kurban bayramının ilk günü fecr-i sadığın doğması ile başlar. Daha önce yapılması halinde geçerli olmaz. Çünkü bayramın ilk gecesi fecrin doğuşuna kadar olan zaman, aslın­da Arafat vakfesine tahsis edilmiştir. Bir rükne tahsis edilen zaman içinde başka bir rüknü yerine getirmek caiz olmaz.

Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre zilhicce ayının dokuzu­nu onuna bağlayan gecenin yarısından itibaren yapılabilir.[7] Bu görüşün sahipleri şu rivayetleri delil almışlardır:

Hz. Aişe'den rivayet edilmiştir: “Peygamber (s.a.s.) Kur­ban bayramının ilk gecesinde eşi Ümmü Seleme'yi (önceden) gönderdi. O da fecr-i sadıktan önce şeytanı taşladı, sonra da gi­dip ziyaret tavafını yaptı.”[8]

Ebu Yusuf ve İmam Muhammed ile Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre ziyaret tavafının bayramın ilk üç günü içinde yapılması sünnettir. Ömrün sonuna kadar her hangi bir vakitte de yapılabilir. Ancak mazeretsiz olarak üçüncü günden sonraya bırakılması mekruhtur. Bu görüşte olanlar, şu hadis-i şerîf'i delil almışlardır:

Abdullah b. Abbas (r.a) tan rivayet edilmiştir:

Sahabeden biri Hz.Peygamber'e;

“Şeytan taşlamadan ziyaret tavafını yaptım, (olur mu?)” diye sordu. Hz. Peygamber (a.s),

“Zararı yok, (olur)” cevabını verdi.

Bir başka sahâbî,

“Kurban kesmeden tıraş oldum, (olur mu)” diye sor­du. Hz. Peygamber (s.a.s.),

“Zararı yok, (olur)”

Bir başka sahâbî,

“Şeytan taşlamadan kurban kestim (olur mu) diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.s.),

“Zararı yok (olur) buyurdu”.[9]

Bu rivayette de görüldüğü gibi hac amellerinin birbi­rinden önceye alınmasından veya sonraya bırakılmasından dolayı her hangi bir ihlal söz konusu olmamakta ve ceza te­rettüp etmemektedir. Kaldı ki ziyaret tavafının son vaktini belirleyen bir delil de mevcut değildir.

Ebu Hanife'ye göre farz tavafın, bayramın ilk üç gü­nünde yapılması vaciptir. Bu günlerde yapılamayan farz tavaf daha sonra yapılabilir, ancak vacip terk edildiği için dem gerekir.

3. Veda Tavafı

Âfâkî hacıların Mekke'den ayrılmadan yapmaları gere­ken son tavafa veda veya sader (ayrılma) tavafı denir. “Sader” kelimesi ayrılma anlamına gelir.

Veda tavafı, haccın aslî vaciplerinden biridir.[10]

İmam Malik'e göre veda tavafı sünnettir.

Hac menasikini tamamlayıp Mekke'den ayrılacak olan hacılar, Kâ'be ile vedalaşmak üzere veda tavafını yaparlar. Peygamberimiz (s.a.s.);

“(Sizden) biri, son olarak Kâ'be'yi ziyaret etmeden (Mek­ke'den) ayrılmasın”[11] buyurmuştur.

Harem ve Hıll bölgesi sakinlerinin “veda tavafı” yapma­ları gerekmez. Yapmaya başlamaları durumunda da bu tava­fı tamamlamaları gerekir. Çünkü başlanan bir ibadeti -nafile bile olsatamamlamak vaciptir.

Âfâkî olup da Kurban bayramının üçüncü gününden önce Mekke'de sürekli ikamete niyet edenler de veda tavafı yapmazlar. Bu hususta görüş birliği vardır.

Ebû Hanîfe'ye göre bayramın üçüncü gününden sonra Mekke'de sürekli ikamete niyet eden âfâkîlerin de “veda ta­vafı” yapmaları vaciptir.

Veda tavafını yapmadan yola çıkan kimse, mîkât ma­hallini geçmemişse dönüp tavafını yapması gerekir. Mîkat mahallini geçmişse artık dönmesi gerekmez ancak vacibi terk ettiği için dem gerekir.

Eğer Mîkat sınırını geçtikten sonra dönüp veda tavafı yapmak isterse, mîkât mahallinde umre ihramına girer, um­reyi tamamlar, sonra “veda tavafı” yapar, böylece ceza kalkar.

Adet ve loğusa halindeki kadınların veda tavafı yap­maları vacip değildir. Veda tavafı yapmadan Mekke'den ay­rılabilirler. Ancak bu durumdaki kadınların, Mescid-i Ha­ram' ın kapısına gelip, dua ederek ayrılmaları müstehaptır.

Veda tavafını yapacak olan kişi, “veda tavafı” diye be­lirlemeden sadece tavafa diye niyet etse yeterlidir. Farz olan ziyaret tavafında sonra yapılan nafile tavaf yapmış ise, veda tavafı yapma imkanı bulamadan Mekke'den ayrıldığı takdir­de, yaptığı nafile tavaf veda tavafı yerine geçer, her hangi bir şey lazım gelmez.

Veda tavafını yaptıktan sonra hemen Mekke'den ayrıl­mak sünnet ise de ayrılmayıp bazı işlerle meşgul olsa yeni­den veda tavafı yapması gerekmez. [12]

Şafii mezhebine göre, veda tavafının, bütün işler bitirildik­ten sonra tam yola koyulmak üzere iken yapılması ve yapıldık­tan hemen sonra dönüş yolculuğuna başlanması vaciptir.

Tavaftan hemen sonra yola çıkmayıp mazeretsiz ola­rak bekleyen veya eşya satın almak, borç ödemek, arkadaşa uğramak, hasta ziyaret etmek gibi yolculukla ilgili olma­yan bazı işlerle meşgul olan kimsenin veda tavafını yeniden yapması gerekir. Fakat tavaftan sonra, erzak satın almak, eş­yayı bagaja vermek gibi yolculukla ilgili bazı işlerle meşgul olan kimsenin -araya fasıla girmiş olsa bileyeniden tavaf yapması gerekmez.[13]

Veda tavafı yaptıktan sonra, Peygamberimiz (s.a.s.)'in yaptığı gibi iki rekat namaz kılar, başkalarına sıkıntı verme­yecek ve izdihama sebep olmayacak ise ve imkan bulursa Hacer-i Esved ile Kâ'be'nin kapısı arasında bulunan ve Mültezem denen yere gelir, sağ eli Kâ'be'nin kapısına, sol eli de Hacer-i Esved'e doğru açarak göğsünü ve yüzünü Kâ'be'nin duvarına dayar ve bu vaziyette dua eder. Bu uygulama gü­nümüzde izdiham nedeniyle pek mümkün olmamaktadır.

Mültezem'de bu şekilde dua etme konusunda sahabe­den Amr b. Şuayb şöyle demiştir:

“(Ashaptan) Abdullah ile birlikte tavaf yaptım. Kâ'be'nin arka tarafına geldiğimizde kendisine istiazede bulunmayacak mısın? dedim. Cehennem ateşinden Allah'a sığınırız dedi. Sonra tavafa devam etti, Hacer-i Esved'i isti­lam etti. Hacer-i Esved ile Kâ'be'nin kapısı arasında durdu. Kollarını iki yana açarak göğsünü, yüzünü ve (yan tarafa açılmış) kollarını Kâ'be'nin duvarına yasladı. Sonra da; Resulüllah (s.a.s.) in böyle yaptığını gördüm dedi.[14]

Mültezem'den sonra Hatim'e gider, altın oluğun altında durup dua eder, daha sonra zemzem içerek Mescid-i Haram'dan ayrılır.[15]

4. Umre Tavafı

Umre tavafı bütün mezheplere göre umrenin farzların­dan biridir. Bu tavafın ilk dört şavtı rükündür. Yedi şavta tamamlanması ise vaciptir. Umre tavafının vakti, umre ih­ramına girilmesinden sonra başlar. Son vakti için bir sınır yoktur. Umre ihramında iken her hangi bir vakitte yapılabilir.[16]

5. Nezir Tavafı

Kâ'be'yi tavaf etmeyi adayan kimsenin bu adağını ye­rine getirmesi vaciptir. Nezredilen tavaf belli bir zaman ile kayıtlanmış ise bu kayda uyulması gerekir.

6. Nafile Tavaf

Mekke'de bulunulan süre içinde farz ve vacip tavaflar dışında yapılan tavaflara nafile (tatavvu) tavaf denir.

Sahabeden Abdullah b. Abbas, tâbiînden Atâ b. Ebî Rebah, Said b. Cübeyr ve Mücâhid b. Cebr'în görüşleri­ne göre; Mekkeli olmayanların Mekke'de bulundukları süre içinde Mescid-i Haram'da nafile namaz kılmaktan çok nafi­le tavaf yapmaları daha faziletlidir. Bu sebeple Mekkeli ol­mayanların Mekke'de bulundukları sürece nafile umre yeri­ne nafile tavaf yapmayı tercih etmeleri uygun olur.[17]

7. Tahiyyetü'l-Mescid Tavafı

Kudûm, ziyaret, umre, veda ve nezir tavafı yapmak du­rumunda olmayan kimselerin Mescid-i Haram'a her gittik­lerinde “Tahiyyetü'l-Mescid” tavafı yapmaları müstehaptır.

Yukarıda sayılan tavaflardan birinin yapılması halinde bu tavaf, “tahiyyetü'l-mescid” tavafı yerine de geçer.[18]

Dipnotlar:

[1] Hac, 22/29.

[2] Buhârî, Hac, 62. II, 162.

[3] Tirmizî, Hac, 102.

[4] Kâsânî, II, 127. III, 283.

[5] Kinânî, II, 759-760.

[6] Hac, 22/29.

[7] Kâsânî, II, 127.

[8] Ebu Davud, Menasik, 66, II, 481.

[9] Buhârî, Eyman ve'n-Nüzur, 15, VII, 226.

[10] Abdülğanî el-Mekkî, s. 79.

[11] Müslim, Hac, 379, I, 963.

[12] Kâsânî, II, 142-143

[13] Nevevî, el-İzâh, s. 405-412.

[14] Ebu Davud. Menasik, 55, II, 452.

[15] İbn Abidîn, Muhammed b. Emîn, Hâşiyetü Reddü'l-Muhtâr Alâ'd-Dürri'l- Muhtâr Şerhu Tenvîri'l-Ebsâr, II, 524. İstanbul, 1984.

[16] Aliyyü'l-Kârî, el-Meslekü'l-Mütekassıt fi 'l-Menseki'l-Mütevassıt, s. 158 (Ab- dülgani el-Mekki'nin İrşadü's-Sari adlı eseriyle birlikte), Darü'lKütübi'l-İlmiy- ye, Beyrut 1998.

[17] İbn Abidîn, II, 502. Nevevî, el-Mecmu' , VIII, 78.

[18] Aliyyü'l-Kârî, 159.

Kaynak: Diyanet Hac İlmihali