Tasavvuf Ehlinin Halleri

Dînin yalnızca zâhirî kısmına takılıp bâtın yönünü ihmâl edenler, onun özünü kavrayamaz, maksadını anlayamaz, ana gâyesini gözden kaçırmış olurlar. Bu şekilde, dîni sırf gâfil bir “okuyucu” gözlüğüyle seyredenler, onun beden ve kalp âhengi içinde yaşanmasıyla elde edilebilen “hâl ve ruh” cihetinden mahrum kalırlar.

Şâh-ı Nakşibend Hazretleri buyurur:

“(Dînin zâhirinde takılıp kalan gâfil) kārîlerle (okuyucularla) alâkayı kes, (dînin hakîkatine ermiş gerçek) sûfîlerle beraber ol!

«Kārî» kimdir, «sûfî» kimdir; bu sözden maksat nedir, denilecek olursa:

«Kārî» (okuyucu), sadece «isim»le meşgul olan; «sûfî» ise «müsemmâ» ile (ismin sahibiyle) meşgul olandır...”

Yani “okuyucu”, dâimâ işin zarfında, kabuğunda ve sathında kalan; “sûfî” ise mazrûfa, öze ve hakîkate intikal edebilendir.

Dînin yalnızca zâhirî kısmına takılıp bâtın yönünü ihmâl edenler, onun özünü kavrayamaz, maksadını anlayamaz, ana gâyesini gözden kaçırmış olurlar. Bu şekilde, dîni sırf gâfil bir “okuyucu” gözlüğüyle seyredenler, onun beden ve kalp âhengi içinde yaşanmasıyla elde edilebilen “hâl ve ruh” cihetinden mahrum kalırlar.

Bu yüzden gerçek tasavvuf ehli, ilâhî hakîkatleri sadece şeklen, zâhiren, aklen ve bedenen değil; mânen, kalben ve rûhen de kavrayıp hayatlarında fiilen tatbik etme gayreti içinde olurlar. Kalp ve beden âhengiyle ibadet eder, bu âhenkle Kurʼân okur, okuduklarını da bu âhenk içinde hâl ve davranışlarına müessir kılarlar. Her âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf, onların rûhunda ulvî bir derinlik meydana getirir.

DÎNİN RUHÎ İSTİKAMETİ

Esâsen tasavvuf da dînin derûnî ciheti, özü ve kalbî derinliğidir. Bu yönüyle âdeta sütün içindeki laktoz gibidir. O çıkarıldığında, geriye kuru bir kâideler manzûmesi kalır.

Dolayısıyla mutasavvıfların en çok üzerinde durdukları husus, ilâhî hükümleri kavrayıp yaşamaktaki asıl gâyeyi hiçbir zaman unutmamaktır.

Yûnus Emre Hazretleri bu hakîkate ne güzel işaret eder:

Dört kitabın mânâsı,

Bellidir bir elifte.

Sen elifi bilmezsin,

Bu nice okumaktır?

Yigirmi dokuz hece,

Okusan uçtan uca

Sen elif dersin hoca,

Mânâsı ne demektir?..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları, 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.