Süleyman Şah Türbesi; Tarihimizin Namus Davası

Kısa süre önce Türkiye ile Suriye’yi savaşın eşiğine getiren, 22 Şubat 2015 tarihinde de Şah Fırat Operasyonu ile taşınan Sülayman Şah Türbesi, gerek Osmanoğlu hanedanı, gerek Osmanlı Devleti gerekse de Türkiye Cumhuriyeti açısından her zaman büyük bir manevi öneme haiz oldu. Öyle ki I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı toprakları Yağma Hasan’ın böreği gibi dağıtılırken, bu küçük toprak parçasını kaybetmemek için uzun müzakereler ve mücadeleler verdik. Çünkü kurucu dedelerimizin ceddi olarak Süleyman Şah’ın türbesinin muhafazası, Osmanlı mirasını reddeden Cumhuriyet ileri gelenleri için bile bir namus meselesi idi.

Moğol istilasına uzunca bir süre direnen ve deyim yerindeyse tam bir set teşkil eden Hârezm’in düşmesi üzerine; batıya doğru bir göç dalgası başladı. Moğol katliamından kaçan insan toplulukları akın akın Anadolu’ya doğru ilerlemeye başladılar. Oğuz aşiretlerinin en önemli kollarından biri olan Kayı ailesi neslinden; Kaya Alp’in oğlu Süleyman Şah da aşiretiyle beraber, Horasan’ın Mahan şehri yakınlarında yerleşik bulunduğu bölgeyi terk ederek, beraberindeki elli bin kişi ile Ermenistan’a doğru yöneldi. Erzincan ve Ahlat yakınlarında yerleşti. Bundan yedi sene sonra Cengiz Han’ın ölümü üzerine; Hârezm Şah, Konya Selçuklularının en kuvvetlisi olan Alaüddin’e mağlub olarak, ortadan kaybolmuş olduğundan, Süleyman Şah’ın aşireti, Fırat mecrasını takip etmek suretiyle Halep’e yönelerek yeni vatanlarının yolunu tuttu. Bu sırada gelen acı bir haber Osmanoğullarını sarstı. Caber kalesi yakınlarına vardıklarında; Ertuğrul Gazi’nin babası, Osman Gazi’nin de dedesi olan Süleyman Şah, nehri; halkının önünde atıyla beraber geçmek isterken, akıntıya kapılarak hayatını kaybetti. Süleyman Şah, vefatının ardından Caber Kalesi'nin dibindeki bir kümbete defnedildi.

Günümüzde Suriye Devleti sınırları içinde kalan bu bölge, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasının ardından Ankara ve Lozan Antlaşmaları uyarınca Türkiye toprağı sayıldı.

sulayman sah turbe

Süleyman Şah Türbesi'nin günümüzdeki hali.

Suriye hükûmeti, Fırat Nehri üzerinde 1968 tarihinde başlattığı Tabka barajının 1973 yılında tamamlanacağını ve barajın su toplamaya başlamasıyla Caber kalesi ve Süleyman Şah'ın türbesinin tamamen sular altında kalacağını ileri sürerek, Türk hükûmetinden türbenin yerini değiştirmesini ya da türbenin Türkiye'ye naklini talep eden bir nota gönderdi. Türkiye de buna karşılık Suriye'ye bir nota verdi ve Keban barajının kapaklarını kapatarak, Fırat nehri üzerinden Suriye'ye su akışını engelledi. Karşılıklı bu restleşmenin ardından; Türkiye bölgeye Devlet Su İşleri'nde (DSİ) görevli uzmanlar ve mimarlar gönderdi ve türbenin nereye taşınabileceğinin tespit edilmesini istedi. Ankara ve Şam hükûmetleri arasında uzun süren müzakerelerin ardından bir anlaşma imzalandı. Anlaşmaya göre:

Abdulmecid_II

II. Abdülmecid'in Süleyman Şah Türbesi hassasiyeti nedeniyle 1921 yılında TBMM'ne gönderdiği teşekkür mektubu.

  • Türbe, müştemilatı ile birlikte Halep–Hasseki yolu üzerinde bulunan Karakozak köyü yakınındaki yeni yerine nakledilecek.
  • Barajın kenarında, türbenin bu günkü konumuna en yakın yerde mermerden bir kitabe dikilecek.
  • Türbenin bugünkü yerini tespit etmek maksadıyla, göl üstüne bir şamandıra konacaktı.

1973 yılında türbe ve karakol, Halep şehrine bağlı Karakozak köyündeki 10.096 m²'lik yeni yerine taşındı. Çoğunlukla bilinenin aksine; günümüzde türbe; Caber kalesinde değil Halep'in Karakozak köyü yakınındaki yerdedir. 1995 yılında, Suriye hükûmeti, bu kez de Fırat nehrinin daha üst kotlarında inşasına başladığı Teşrin barajı sebebiyle Karakozak bölgesindeki Süleyman Şah Türbesi’nin bölge dışında başka bir alana ya da Türkiye’ye taşınması hususunu yeniden gündeme getirdi. Bunun üzerine; Türkiye ile Suriye arasında yapılan görüşmeler sonucunda, türbenin mevcut yerinin baraj gölünün olumsuz tesirlerinden korunması için tahkim edilmesine karar verildi. 2001 yılında Fırat nehri üzerindeki Teşrin barajının tamamlanması nedeniyle türbenin taşınması bir kez daha gündeme geldi. Suriye tarafı, bu kez türbenin şimdiki yerinden de kaldırılarak gösterecekleri ve Türk tarafının da kabul edeceği bir yere taşınmasını istedi. Ancak Türk hükümetinin girişimleriyle proje türbenin mevcut yerinin korunması yönünde değiştirildi. 23 Ocak 2003 tarihinde Ankara'da “Süleymanşah Türbesi Tahkimat Projesi’nin Uygulanmasına İlişkin Ana Tutanak” imzalandı. Bu çerçevede 10 dönümlük türbe arazisi sınırları tahkim edilerek, türbe binasının içi ve dışı onarıldı, karakol binası yeniden inşa edildi ve yeniden ziyarete açıldı.

suleyman sah turbesinin eski yeri

Süleyman Şah Türbesi'nin eski yeri.

Bu bilginin ardından, yeniden Süleyman Şah’ın vefatı ve sonrasında Osmanlı’nın kuruluşuna vesile olan hadiselerin akışına dönecek olursak: Süleyman Şah’ın vefatının ardından Süleyman Şah’ın idaresi altında birleşmiş olan ailelerin dağılıp, her birinin ayrı bir kaderin peşinden sürüklendiğini görürüz... Dağılan ailenin bir bölümü Suriye’de kalırken, bir diğer kısmı ise Anadolu’ya geçmeyi tercih etti. Süleyman Şah'ın Sungur Tekin, Gündoğdu, Dündar Bey ve Ertuğrul Bey adında dört oğlu vardı. Sungur Tekin ve Gündoğdu, kabileleriyle birlikte eski yurtlarına döndü. Dündar Bey ve Ertuğrul Gazi, 400 çadırlık aile efradıyla beraber yeni bir yurt aramak için Pasin ovası ile Sürmeliçukur yöresine gittiler.

sulayman sah turbesi harita

Süleyman Şah Türbesi'nin harita üzerindeki yerine bakıldığında; anavatana ne kadar da yakın olduğu daha iyi anlaşılıyor.[

Anadolu’da kendilerine yerleşecekleri yeni bir vatan arayan Dündar Bey ve Ertuğrul Gazi, yolda; muharebe etmekte olan iki orduyla karşılaştılar. Ertuğrul Gazi, bu iki ordudan güçsüz olanın yanında yer almayı tercih ederek; farkında olmadan hem Osmanlı adındaki dev bir imparatorluğa giden yolu açmış hem de bu imparatorluğun farik vasıflarından birini hayata geçirmiş oldu. Sonuçta Ertuğrul Gazi’nin müdahalesi, savaşın neticesini belirledi ve daha kalabalık olan Tatar Moğolları mağlup olurken, Selçuklu Sultanı Alaüddin’in komutasındaki ordu galip geldi. Savaşın ardından Sultan Alaüddin tarafından Ertuğrul Gazi’ye teşekkür mahiyetinde hil’at giydirildi ve kendisine; obasıyla birlikte yerleşmesi için Domaniç yaylası yaylak, Söğüt ovası da kışlak olarak verildi.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Tesekkurler.

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.