Taksimatın Böylesi

İngiliz araştırma şirketi Oxfam tarafından yayınlanan bir rapor dünyadaki gelir dağılımındaki adaletsizliği bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. Buna göre dünyanın en zengin 85 kişisi, üç buçuk milyar insanın sahip olduğu servete sahiptir. Yani bu 85 kişi dünyanın yarısının gelirine maliktir.

Dünyanın en zengin insanı Microsoft’un kurucusu Bill Gates’in kasasına saniyede 230 dolar girmektedir. Bu para, ağır şartlar altında gün boyunca çalışan 230 kişinin kazancına denktir. Dünyamızda 2,5 milyar insan günde iki doların, bir milyar insansa bir doların altında bir kazançla yaşıyor. Tabi buna yaşamak denirse. Dünyanın en zengin adamının evi tam 113 milyon dolara mal olmuşken, diğer taraftan milyarlarca insan evsiz barksız, aç sefil olarak karda kışta sokaklarda yaşamakta, pek çokları da mülteci konumunda derme çatma çadır ve barakalarda yaşama mücadelesi vermektedir. Her gün beş yaşın altında yirmi bin çocuk açlıktan ölürken ultra zenginlerin kasasına dakikada yarım milyon dolar girmektedir. Bu nasıl bir dünyadır?

KIYAMET İŞTE BUNDAN KOPUYOR!

Ecdadımız “Kimi yer kimi bakar, kıyamet ondan kopar” diyerek yaşanan terör, kavga ve savaşların temel sebebini en veciz şekilde ortaya koymuştur. Gelir adaletsizliğinin bu boyutlara ulaştığı bir dünyada barıştan, dostluk ve kardeşlikten söz edilebilir mi? Bu adaletsizliğin ortaya çıkardığı huzursuzluk, bu aç gözlülüğün, doymak bilmeyen hırsların sebep olduğu düşmanlık, terör ve kaos ortamı ne ile ve nasıl bertaraf edilebilir?

Sosyal adalet sağlanmadan sadece güç kullanılarak, öldürerek, hapsederek dünya genelinde kalıcı bir düzen sağlanabilir mi? Sömürüyü sürdürebilmek için harcanan paraların, silahlanmaya ayrılan kaynakların bir kısmı sosyal adaleti sağlamak, açlığı önlemek, herkese yönelik insanca bir hayat standardı geliştirmek için harcansa savaşa, teröre gerek kalır mı?

Vicdanın, insafın, insani ve ahlâkî duyguların geliştiği bir dünyada, merhametin, paylaşma duygusunun yeşerdiği bir ortamda kin ve nefret duyguları neşvü nema bulabilir mi? Yangına su ile, köpükle gitmek yerine benzin ve körükle gitmenin anlamı var mıdır? Böyle davranmanın yangını daha fazla yaygınlaştıracağı ortada değil midir? Neticede bu yangın; hem yakmak, hem de yakılmak istenen herkesi sarmakta, söndürülemez hale gelmektedir.

Servet vücutta dolaşan kan gibidir. Kanın ulaşmadığı organlar nasıl kangren olursa, bir vücut gibi olan toplumda servetin yeterince ulaşmadığı kesimler de kangren olmuş organ gibidir. Toplumun sağlıklı ve ahenkli yaşaması servetin bütün kesimlere yeterince ulaşmasına bağlıdır. İslamiyet bunu; zekat, sadaka, keffaret, karz-ı hasen, vakıf, vasiyet, yardımlaşma, sadaka-i cariye gibi yol, yöntem ve teşviklerle sağlamıştır.

BARIŞ VE HUZURUN TEMİNATI

Barış ve huzurun teminatı güç değil, adalettir. Adaletsiz güç zalim, güçsüz adalet acizdir. Aslolan gücün hukuku değil, hukukun gücüdür. Haklı olmak asıldır. Güç, hakkı korumaya, yaşatmaya yönelik olarak kullanılmalıdır. Hakka dayanmayan güç, sonunda kendi başını da yer. Adaletle kontrol edilmeyen güç felakettir.

Baş döndürücü teknolojinin sağladığı aşırı güç vicdani ve ahlâkî bir zemine dayanmazsa eşkıyanın silahı haline dönüşür. Yaşanılan felaketlerin asıl sebebi budur. Gücün, servetin belirli ellerde, belirli merkezlerde toplanmasının önüne geçilmelidir. Bunu sağlayacak bir düzenin kurulması için çalışmalıdır.

İslam’da servetin belli ellerde toplanması hoş görülmez. Mirasda yelpazenin geniş tutulması buna delildir. Fethedilen ülkelerden elde edilen ganimetlerin Allah, Peygamber, onun yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar için ayrılması da bunu göstermektedir. Bu geniş taksim, “malların içinizden sadece zenginler arasında dolaşan bir servet olmaması içindir.” (Haşr, 7)

Hz. Ömer sahabeyle istişare ettikten sonra savaşlarda elde edilen menkul malların ganimet statüsünde gazilere dağıtılmasını, arazi ve akarsuların ise taksim edilmeyip, gelirlerinin hazineye irat kaydedilmesini kararlaştırmış, bu yönde uygulama yapması için Sa’d b. Ebu Vakkas’a yazılı talimat göndermiştir. Arazi gelirlerinin hazineye irat olarak kaydedilmesi; kamu gelirlerini artırmaya, servetin belli ellerde toplanmasını önlemeye, sosyal adaletin ve refahın geniş kitlelere yayılmasına yöneliktir.

"HERKES BİRBİRİNDEN SORUMLU"

İslam’da devlet herkese asgari insani şartlarda yaşayabileceği bir hayat standardı sağlamakla yükümlüdür. İslam toplumunda “Altta kalanın canı çıksın” anlayışına yer yoktur. Herkes birbirinden sorumludur. Bir Müslüman ırkı ve dini ne olursa olsun bütün komşularını gözetmek durumundadır. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu konunun hassasiyetini şöyle dile getirmiştir. “Yanı başındaki komşusunun aç olduğunu bildiği halde tok yatan gerçek mümin değildir.” (Münziri, Terğib, 3/258)

Enes b. Malik’in bildirdiğine göre, Rasûlullah’ın yanına bir zat geldi ve: Ey Allah’ın Rasulü! Beni giydir dedi. Rasûlullah ona: Senin iki kat fazla elbisesi olan komşun yok mu? dedi. O zat: Var deyince, Rasûlullah: Fazla elbisesi olduğu halde seni giydirmeyen komşunu Allah cennette sana komşu eylemesin” dedi. (Terğib, 3/259)

Cenab-ı Hak herkesin herkesten sorumlu olduğunu şöyle belirtmektedir. “Allah’a kulluk edin. O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Anaya, babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve idareniz altında bulunanlara iyilik edin. Allah kendini beğenip övünenleri sevmez. Onlar cimrilik ederler. İnsanlara da cimrilik tavsiyesinde bulunurlar. Allah’ın, nimetini inkâr eden o nankörler için aşağılayıcı bir azap hazırladık. Mallarınız insanlara gösteriş yapmak için harcayıp Allah’a ve ahiret gününe inanmayanları da Allah sevmez.” (Nisa, 36-38) Fakirlerin, acizlerin hakkı gözetilmeyen servetler genellikle haram yollardan kazanılmakta, haram yollara sarf edilmektedir. Gereksiz yerlere harcanan, gösteriş ve şımarıklık uğruna harcanan servetler fakirliği ve düşmanlığı körüklemektedir. Fakirler, zenginlerin israfı nisbetinde fakirdir. Normal harcansa yeryüzündeki kaynaklar mevcut dünya nüfusunun kat kat fazlasın besler. Fakat kurtlar sofrasında kuzulara yer olmamakta, üstelik kuzular yem olmaktadır.

İsraf ve gösteriş peşinde koşanlar zavallı kimselerdir. Bunlar kazanamadıkları gerçek kişilik ve onuru, gösteriş ve iğreti meziyetlerle kazanmaya çalışıyorlar. Karun özentisi kendilerini büsbütün özensiz kılıyor.

Haksız rekabet ve haram yollarla kazandıkları servetlere servet katmak için çılgınca koşuşturanlar, felakete doğru koştuklarının farkında değiller. Servet sarhoşluğu akıllarını başlarından alıyor.

Helal yollardan namuslarıyla kazansalar, bu servetlerin bayağı hırslarını tatmin yerine başkalarının gönüllerini ve dualarını kazanmaya harcasalar gerçek kazancı elde etmiş olurlar. Kendilerini imtihan etmek için fırsat veren Rablerinin rızasını kazanma bahtiyarlığına ererler. Fakat bu nasipsizler gerçek kazancı kayıp, gerçek kaybı kazanç sanıyorlar. Hintli Filozof ne güzel söylemiş: “Ya Rab! Senden başka hiçbir şeyi olmayan ben, senden başka her şeyi olanlara acırım.” Atâullah İskenderi’nin şu veciz sözü her şeyi özetlemektedir: “Seni bulan ne kaybetmiş, seni kaybeden ne bulmuştur?”

Mevlâ’nın rızasını, insanların sevgi ve duasını kaybedenler hiçbir şey kazanmış sayılmazlar. Neticede Allahsız kazançlar zarara dönüşmektedir. “Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayanlara acı veren bir azabı müjdele! Bunlar kıyamet günü cehennem ateşinde kızdırılır, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanır. Onlara: İşte kendiniz için biriktirdikleriniz; biriktirdiklerinizi tadın, denir.” (Tevbe, 34-35)

“İnkar edenler ateşe sürüldükleri gün onlara: Siz dünya hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz, artık bugün yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanız ve yoldan çıkmış olmanızdan dolayı aşağılayıcı bir azapla cezalandırılacaksınız, denir.” (Ahkâf, 20)

İMTİHAN ARACI

Servet ve imkanlar birer imtihan aracıdır. Kazancın helal olması asıldır. Helal yollarla kazanılan, helal yollara sarf edilen servet kutsaldır. Mal emniyeti böyle servetler içindir.

Şeriate göre; benimki benim, seninki senindir. Tarikata göre; Seninki senin benimki de senindir. Hakikate göre ise; ne benimki benim, ne de seninki senin, hepsi Allah’ındır. Vahşi kapitalizme göre ise; benimki benim, seninki de benimdir. Kavga ve kaosun sebebi işte bu anlayıştır. İnsanları kemik başına dolaşan köpekler, leş üzerinde savaşan kargalar haline getiren bu anlayıştır.

Satırlarımızı merhum üstad Necip Fazıl’ın dizeleriyle sonlandıralım:

Allah’ın on pulunu

bekleyedursun on kul,

Bir kişiye tam dokuz,

dokuz kişiye bir pul!...

Bu taksimi kurt yapmaz,

kuzulara şah olsa,

Yaşasın kefenimin kefili, karaborsa!..

Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, Sayı: 367, Ağustos 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.