Sünnete Muhâlefet Etmenin Hükmü

Mü’minin vazifesi; Allâh’ın emirlerini, sırf Allah emrettiği için ve Rasûlullah Efendimiz’in tatbik ettiği şekilde îfâ etmektir. Bu hususta -iyi niyetle bile olsa- şahsî görüşüyle hareket edip Sünnet’in dışına çıkmak, kulu yanlışlara sürükler. Bunun için hangi sâlih amelin ne zaman, nasıl, ne ölçüde ve ne şekilde tatbik edileceğini, Sünnet’ten öğrenmek gerekir.

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri buyurur:

“Fazîlet, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şerefli Sünnet’ine uymaya; meziyet de O’nun getirdiği şerîati yaşamaya bağlıdır. Meselâ, Sünnet’e ittibâ niyetiyle öğle uykusuna yatmak, Sünnet’e muhâlif (bir şekilde îfâ edilen) pek çok nâfile ibadetten daha fazîletlidir… Allâh’ın emrine uyarak verilen zekâtın bir lirası, kendi arzusu istikâmetinde (şahsî ve nefsânî niyetlerle karışık olarak) harcanan dağlar kadar altından çok daha kıymetlidir.”

HANGİ AMEL DAHA HAYIRLIDIR?

Nitekim hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:

“Sünnet’e uygun az bir amel, bid’at olan çok amelden hayırlıdır. Kim benim (Sünnet’imle) amel ederse bendendir, kim Sünnet’imden yüz çevirirse benden değildir.” (Abdurrezzâk, Musannef, XI, 291)

Şu hâdise, bu hakîkati ne güzel izah eder:

Tâbiîn neslinin büyük âlimlerinden Saîd bin Müseyyeb, ikindiden sonra, fazla olarak iki rekât namaz kılan bir kişi gördü. (Kerahat vakti nâfile namaz kılan bu zâtın yaptığından hoşlanmadı.) Namaz kılan kişi ona:

“–Ey üstad! Allah Teâlâ, namaz kıldığım için bana azâb eder mi?!” diyerek yaptığı yanlışı savunmaya kalkıştı.

Saîd bin Müseyyeb Hazretleri de:

“–Hayır! Cenâb-ı Hak sana namaz kıldığın için değil, lâkin Sünnet-i Seniyye’ye muhâlefet ettiğin için azâb eder!” buyurdu. (Dârimî, Mukaddime, 39/442)

AMEL NASIL YAPILIR?

Bu hususta Fudayl bin Iyâz Hazretleri de şöyle buyurmuştur:

“Şayet bir amel ihlâsla yapılır da doğru olmazsa kabul edilmez. Doğru olur ancak ihlâslı olmazsa, yine kabul edilmez. Tâ ki, hem ihlâslı ve hem de doğru olana kadar. İhlâs, onun Allah için yapılması; doğru olması da Sünnet üzere olmasıdır.”

Dolayısıyla amellerimizin Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına uygun olmasını istiyorsak, hem kalbimizdeki niyetin hâlis olmasına, hem de o ameli Sünnet’teki tarifine uygun şekilde îfâ etmeye gayret göstermeliyiz.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, İmâm-ı Rabbânî, Erkam Yayınları, 2015

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.