Sultan 3. Gıyaseddin Keyhüsrev Kimdir?

Sultan 3. Gıyaseddin Keyhüsrev kimdir? Anadolu Selçuklu Sultanı 3. Gıyaseddin Keyhüsrev’in hayatı…

3. Gıyaseddin Keyhüsrev, babası 4. Kılıçarslan’ın öldürülmesinden sonra çocuk yaşta tahta çıkarıldı. Yaşının küçüklüğü sebebiyle Muînüddin Süleyman Pervâne, 4. Kılıçarslan devrinde olduğu gibi nüfuz ve kudretini muhafaza etti. Muînüddin Pervâne, Gıyaseddin öğrenim çağına gelince “üstâdü’s-saltana” unvanını verdiği Yenbuî’yi onu yetiştirmekle görevlendirdi; bu arada Emînüddin İsfahânî’yi musahip, kendi oğlu Mühezzebüddin Ali’yi de muhafız tayin etti. İyi bir dinî terbiye alan Gıyaseddin, erginlik çağına geldiği zaman da ata binmek ve silâh kullanmak gibi konularda eğitildi.

SULTAN BAYBARS’IN ANADOLU’YA DAVET EDİLMESİ

1272 yılında, İlhanlı Hükümdarı Abaka Han’ın kardeşi Acay Noyan ve ordu kumandanı Samagar Noyan’ın baskılarından rahatsız olan Muînüddin Pervâne, Anadolu halkının Moğollara karşı kurtarıcı gibi gördüğü Mısır Memlük Sultanı Baybars’a bir elçilik heyeti gönderip 3. Gıyaseddin Keyhüsrev’e ve Selçuklu hükümranlığına dokunmamak şartıyla onu Anadolu’ya davet etti. Baybars bir yıl sonra ordusuyla birlikte Anadolu’ya yöneldiyse de Abaka Han’dan korkup telâşa düşen Muînüddin Pervâne, ona elçiler göndererek iş birliği ve ittifak teklifinin bu yıl uygulanmasının mümkün olmadığını, bu sebeple seferini gelecek yıla ertelemesini istedi.

Aynı yıl içinde Abaka Han, Toku Noyan’ı Anadolu’da görevlendirdi ve Selçuklu devlet erkânına onun iznini almadıkça herhangi bir konuda karar vermemelerini bildirdi. Bunun üzerine Muînüddin Pervâne, diğer devlet adamlarıyla anlaşıp tekrar Baybars’tan Anadolu’ya gelmesini istediyse de ondan bu seferin ancak gelecek yılın sonlarında yapılabileceği cevabını aldı.

Hatîroğlu İsyanı

Bu sırada Beylerbeyi Hatîroğlu Şerefeddin Mesud, Moğollara karşı isyan etti ve o da Baybars’tan yardım istedi. Fakat Anadolu’ya gelen 30 bin kişilik bir Moğol kuvveti çok geçmeden Kayseri-Sivas arasındaki Gedük’te Selçuklu kuvvetlerinin de yardımıyla ayaklanmayı bastırdı ve yakalanan Hatîroğlu bazı emîr ve Türkmen beyleriyle birlikte 1276’da idam edildi.

SULTAN BAYBARS’IN ANADOLU SEFERİ

Memlük Sultanı Baybars, Muînüddin Pervâne gibi büyük Selçuklu emîr ve beylerinin daveti, ülkesine kaçan devlet adamlarının teşviki ve özellikle Anadolu halkının kendisini putperest Moğollara karşı kurtarıcı olarak görmesi sebebiyle Anadolu topraklarına girdi ve Elbistan’a geldi. Bunun üzerine Toku ve Tudavun noyanlarla Muînüddin Pervâne’nin sevk ve idaresindeki Moğol, Selçuklu, Gürcü ve Ermeni kuvvetlerinden oluşan ordu Elbistan yönüne hareket etti.

ELBİSTAN SAVAŞI

Akçaderbent’te Memlük ve Moğol kuvvetleri arasında yapılan öncü savaşında ve arkasından Elbistan ovasında Nisan 1277’de ana kuvvetler arasında yapılan asıl savaşta Moğollar ağır bir yenilgiye uğradılar. Bu savaşta Selçuklu kuvvetleri ciddi biçimde savaşmadıkları gibi birçok emîr ve asker de Memlükler tarafına geçmişti.

Yenilgi üzerine Muînüddin Pervâne Kayseri’ye gelerek burada bulunan Gıyaseddin Keyhüsrev ile Vezir Fahreddin Ali ve diğer Selçuklu devlet adamlarını yanına alıp Tokat’a çekildi.

BAYBARS ANADOLU’DAN NEDEN ÇEKİLDİ?

Bu önemli zaferden sonra Kayseri’ye giden Baybars, sevgi ve takdir gösterileriyle karşılandı; ancak bir hafta sonra ordusunun karşılaştığı yiyecek sıkıntısı sebebiyle Mısır’a dönmek zorunda kaldı. Böylece Muînüddin Pervâne’nin hem Sultan Baybars hem de Abaka Han ile ilişkilerini sürdürmek şeklindeki kararsız tutumu sebebiyle Sultan Baybars’ın Anadolu’yu Moğol tahakkümünden kurtarma yolundaki bu teşebbüsü neticesiz kaldı.

Sultan Baybars’ın ayrılmasının arkasından Abaka Han bizzat başına geçtiği büyük bir orduyla Anadolu’ya geldi; Muînüddin Pervâne, Sultan Keyhüsrev ve Fahrettin Ali hemen ona katıldılar. Savaşın yapıldığı Elbistan’a giden Abaka Han, aralarında Toku ve Tudavun noyanların da bulunduğu Moğol ölülerini gördüğü halde herhangi bir Selçuklu emîr ve askerinin cesedine rastlamaması üzerine çok öfkelendi ve Pervâne’nin kendilerine ihanet ettiği kanaatine vardı.

ANADOLU’DA MOĞOL KATLİAMI

Daha sonra Kayseri’ye geçen Abaka Han, bütün Selçuklu şehirlerinin yağma ve tahribini, halklarının da katlini emretti; rivayete göre aralarında ilim ve din adamlarının da bulunduğu çoğu Türkmen 200 bin kişi öldürüldü. Bu arada Abaka Han’ın veziri Şemseddin Cüveynî’nin Sivas’ın bir kısmını satın alarak tahripten kurtardığı bilinmektedir. Abaka Han, Anadolu’nun idaresini kardeşi Kongurtay Noyan’a bırakıp Karamanoğullarını yola getirmesini emrettikten sonra beraberinde Muînüddin Pervâne ve Fahreddin Ali olduğu halde Azerbaycan’a döndü. Moğol noyan ve kumandanlarıyla Pervâne’nin durumunu tartıştıktan sonra ihanetini sabit görerek onu ve adamlarını Temmuz 1277’de idam ettirdi.

CİMRİ OLAYI

Uç Türkmenlerinin ve son olarak Hatîroğlu Şerefeddin’in bertaraf edilmesinden sonra Moğol zulmüne karşı mücadele görevini üstlenen Karamanoğlu Mehmet Bey, Eşrefoğulları ve Menteşeoğulları ile bir ittifak yaparak hâkimiyet sahasını genişletmiş ve iyice kuvvetlenmişti. Mehmet Bey, mücadelesini meşrû bir zeminde yürütebilmek için II. İzzeddin Keykâvus’un oğlu olduğunu ileri sürdüğü Alaaddin Siyavuş’u (Cimri) yanına getirterek törenle Selçuklu Sultanı ilân etti. Daha sonra beraberinde Siyavuş olduğu halde Menteşeoğlu ve Eşrefoğlu kuvvetleri ve kalabalık bir Türkmen ordusuyla birlikte harekete geçen Mehmet Bey, Konya üzerine yürüyerek şehrin Selçuklu Sultanı Siyavuş’a teslim edilmesini istedi. İsteği reddedilince de saldırıya geçip 23 Nisan 1279’da şehre girdi ve Siyavuş’u törenle Selçuklu tahtına oturttu; kendisi de vezirlik görevini üstlendi. Bu törenin ardından şehirdeki Selçuklu devlet adamları Siyavuş’u sultan olarak tanımak zorunda kaldılar; ayrıca onun adına hutbe okutulup para bastırıldı. Siyavuş ve Mehmet Bey bir yıl içerisinde elde ettikleri askerî başarılarla hâkimiyet sahalarını Ankara’dan Ege kıyılarına kadar yaydılarsa da daha sonra Moğol-Selçuklu ordusu karşısında üst üste yenilgiye uğradılar ve 30 Mayıs 1279’da yakalanıp öldürüldüler.

ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ’NİN İKİYE BÖLÜNMESİ

1280’da Kırım’da yaşayan 2. İzzeddin Keykâvus’un veliaht tayin ettiği oğlu 2. Gıyaseddin Mesud ailesi ve yakınlarıyla birlikte Kayseri’ye geldi. Ardından, beraberinde Kastamonu Beyi Çobanoğlu Muzafferüddin olduğu halde İlhanlı başşehrine giderek Abaka Han’ın huzuruna çıkan Mesud’a Erzurum, Erzincan, Sivas, Diyarbekir ve Harput’un idaresi verildi. Fakat Abaka Han’ın 1282’de ölümü üzerine Ahmed Teküder hükümdar olunca Selçuklu ülkesini 3. Gıyaseddin Keyhüsrev ile 2. Mesud arasında taksim etti.

3. GIYASEDDİN KEYHÜSREV NASIL ÖDLÜ?

Durumu öğrenen ve memnun kalmayan Gıyasettin Keyhüsrev, Moğolların Anadolu valisi Kongurtay ve Vezir Fahreddin Ali ile birlikte görüşmelerde bulunmak üzere Ahmed Teküder’e gitmek için yola çıktıysa da İlhanlı Devleti’nde başlayan saltanat mücadelesi sebebiyle bir süre Erzurum’da beklemek zorunda kaldı. Daha sonra mücadelenin galibi Argun Han, o sırada Tebriz’de bulunan 2. Mesud’u Anadolu Selçuklu Sultanı yaptığı gibi 1282’de huzuruna çıkmasının ardından Erzincan’a gönderdiği Gıyaseddin Keyhüsrev’i de öldürttü.

3. Keyhüsrev’in sembolik saltanatı sırasında Anadolu Selçuklu Devleti’nin doğu kısmı tamamen Moğolların bir eyaleti haline gelmiş, batısı ise Anadolu beyliklerinin istiklâl mücadelelerine sahne oldu. Buna rağmen onun döneminde yapılan mimari eserlerin çokluğu dikkat çeker.

Not: DİA

İslam ve İhsan

ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ SULTANLARI

Anadolu Selçuklu Devleti Sultanları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.