Sultan 1. Murat Kimdir?

Kosova Fatihi, Veli, Şehit, Gazi Hünkâr, 3. Osmanlı Sultanı 1. Murat (Hüdâvendigâr) kimdir? Sultan 1. Murat’ın hayatı ve yaptıkları...

1. Murat, Murad-ı Hüdavendigâr veya Gazi Hünkar, Osmanlı Devleti’nin üçüncü padişahıdır.

KISACA SULTAN 1. MURAT KİMDİR? - Kısaca Sultan 1. Murat’ın Hayatı

Sultan 1. Murat, 1326’da, Bursa’da doğdu. Babası Orhan Gazi, annesi Bizans tekfurlarından Yar Hisar Tekfuru’nun kızı olan Nilüfer Hatun’dur (Holofira). Sultan Birinci Murad, uzun boylu, değirmi yüzlü ve iri burunluydu. Kalın ve adaleli bir vücuda sahipti.

Başına mevlevî sikkesi üzerine destar sarılı bir başlık giyerdi. Çok sade giyinir ve kırmızı zeminli beyaz elbiseden hoşlanırdı. İlk eğitimini, annesi Nilüfer Hatun’dan aldı. Daha sonra tahsilini tamamlamak için Bursa’ya gitti. Buradaki Medreselerde ilim ve sanat adamları ile beraber çalıştı.

Sultan Birinci Murad, gayet nazik, sevimli ve çok halim selim bir insandı. Âlim ve sanatkârlara hürmet gösterir, fakirlere ve kimsesizlere şefkatli davranırdı. Dahî bir asker ve devlet adamıydı. “Derviş Gazilerin, Şeyhlerinin, Kralı Murad Gazi” diye anılan Sultan Birinci Murad, bütün hayatı boyunca plânlı ve programlı hareket etti.

Sultan Birinci Murad, fethettiği yerlerde yaşayan Hristiyan halka iyi davrandığı için onların sevgisini kazanmıştı. 1382 yılından itibaren “Murad Hüdavendigâr” diye anılan Sultan Birinci Murad, Birinci Kosova Savaşı’ndan sonra savaş alanını gezerken, 1389 yılında Sırp Asilzâdesi Milos Obraviç (Sırp Kralı Lazar’ın damadı) tarafından hançerlenerek şehit oldu.

Erkek çocukları: Yakub Çelebi, Yıldırım Beyazıt, Savcı Bey ve İbrahim

Kız çocukları: Nefise ve Sultan Hatun

Balkanları Türk yurdu haline getiren Sultan 1. Murat’ın ayrıntılı hayatı.

SULTAN 1. MURAT DÖNEMİ (1360 - 1389)

"I. Murat, (1326-1389) yılları arasında hüküm süren üçüncü Osmanlı Sultanıdır. Babası Orhan Gâzî, annesi Nilüfer Hatun’dur. Doğduğu sene, dedesi Osman Gâzî vefat etti ve Bursa fethedildi.

Sultan 1. Murat Han, devrinin zâhirî ve bâtınî ilimlerinde otorite olan büyük şahsiyetler tarafından yetiştirilmiştir. Ağabeyi Rumeli fâtihi Süleyman Bey’in vefatı üzerine veliaht tâyin edildi. Kısa bir müddet sonra babası vefat etti. Bursa’ya dâvet edilerek Osmanlı tahtına oturtuldu. Hüdâvendigâr ve Gâzî-Hünkâr diye anıldı.

Bir devlet adamında bulunması gereken mümtaz vasıflara mâlik olan Murat Han, aynı zamanda kalbî derinliğe de sahipdi. İşte bu kalbî derinlik sebebiyle velîlik, ahî şeyhliği ve şehîdlik gibi mânevî pek yüce makamlara vâsıl oldu.

PENÇİK SİSTEMİ NEDİR?

O, Anadolu’da sükûn ve huzûru kısa bir zamanda sağladıktan sonra istikâmetini Rumeli’ye çevirdi. O’nun zamanında fütûhât, Avrupa’ya yayıldı, İslâm hukûkuna göre harpte elde edilen ganîmetlerin beşte biri devletin hakkı olduğundan “Pençik (beşte bir) Kânûnu” çıkarıldı. Fethedilen yerlerde Osmanlı devlet teşkilâtı mükemmel bir sûrette te’sîs edildi. Kimse aç ve açıkta bırakılmayıp, fakir-zengin, müslim-gayr-i müslim herkes büyük bir huzûr ve seâdete kavuşturuldu.

SIRPSINDIĞI ZAFERİ

Bütün bu güzel hamleler devam ederken Osmanlı’nın batıdaki fütûhâtı neticesinde krallıklarının son bulacağından endîşe eden Avrupalı Hıristiyan devletler, 60-100 bin kişilik  bir “haçlı seferi” düzenlediler.

Bunun üzerine Sultan I. Murat, Hacı İlbey kumandasındaki dörtbin kişilik bir orduyu, keşif maksadıyla onların üzerine gönderdi. Diğer taraftan haçlılar da, Meriç’i geçtikleri halde hiçbir mukâvemet ile karşılaşmadıklarından zafer çığlıkları atarak şenlikler yapmaya başlamışlardı. Yiyip içip sarhoş olduktan sonra uyudular. Düşmanın gafletinden istifâde eden Hacı İlbey, üç koldan düşman üzerine bir gece baskını yaptı.

Dörtbin kişilik Osmanlı askerinin hücûmu ile neye uğradığını şaşıran ve paniğe kapılan müttefik haçlı askerleri büyük bir bozguna uğradılar. Gece karanlığında pek çoğu birbirini kırarak çekilirken, geriye kalanların ekserîsi de Meriç Nehri’nde boğuldu. Kurtulabilen çok az bir kısmı kaçabildi. Tan yeri ağardığında artık bütün kâfirler tamamen helâk olup gitmişti. Böylece târîhteki meşhur “Sırpsındığı” zaferi meydana gelmiş oldu. Haçlılar perîşân oldular. Bu hâdiseden sonra başşehir, Bursa’dan Edirne’ye nakloldu.

Câmiler, medreseler, birçok kültür müesseseleri inşâ edilerek Edirne, devletin aynı zamanda bir medeniyet merkezi hâline getirildi. Anadolu’dan yeni fethedilen yerlere göç eden Müslümanlar, oralarda da İslâm’ın yüce hayat tarzını ve yaşayışını sergilediler. Ahlâk ve fazîlet nümûnesi oldular. Devletin âdil idâresi ve kurduğu hayır müesseseleri, her yerde büyük bir hoşnutluk meydana getirdi. Hudutlar, tâ orta Avrupa’ya kadar dayandı. Artık sıra Avrupa’da fitnenin başı olan Sırp unsûrunu bertaraf etmeye gelmiş oldu.

KOSOVA’YA DOĞRU

Priştine’nin güney batısındaki Kosova sahasında, müttefik haçlı kuvvetleri ile Osmanlı ordusu karşı karşıya geldi. Müttefikler, yaklaşık 150 bin kişilik bir güce sahipti. Osmanlı ordusu ise, ancak 60 bin kişi idi.

Şafak sökerken Osmanlı ordusu, muhârebe nizâmına girdi. Merkeze Sultan I. Murat Han, sağ cenâha Şehzâde Yıldırım Bâyezîd, sol cenâha da Şehzâde Ya’kûb Çelebi kumanda ediyordu. Baba ve oğulları, tek bir kalp ve tek bir nefes hâline gelmişlerdi.

SULTAN 1. MURAT’IN DUASI

Sultan, 8 Ağustos 1389’da Kosova ovasına girdiğinde ortalığı toza dumana katan bir fırtına ile karşılaşmıştı. Bu durumda âdetâ göz gözü görmüyordu. İşte o gece Berât Gecesi idi. I. Murat Han, iki rekât namaz kıldıktan sonra, gözyaşları içinde şu duâyı yaptı:

“Yâ Rabbî! Bu fırtına, şu âciz Murat kulunun günâhları yüzünden çıktıysa, mâsûm askerlerimi cezâlandırma!..

Allâh’ım! Onlar ki buraya kadar sadece Sen’in adını yüceltmek ve İslâm’ı teblîğ etmek için geldiler!..

İlâhî! Bunca kerre beni zaferden mahrûm etmedin. Dâimâ duâmı kabul buyurdun. Yine sana ilticâ ediyorum; duâmı kabûl eyle! Bir yağmur nasîb eyle! Bu toz bulutu kalksın.. Kâfirin askerini âşikâr görüp, yüz yüze cenk edelim!..

Yâ İlâhî! Mülk de, bu kul da Sen’indir. Ben âciz bir kulum.. Benim niyetimi ve esrârımı en iyi Sen bilirsin.. Mal ve mülk maksadım değildir. Yalnız Sen’in rızânı isterim..

Yâ İlâhî! Bu mü’min askerleri küffâr elinde mağlûb edip helâk eyleme!.. Onlara öyle bir zafer lutfet ki, bütün müslümanlar bayram eylesin!. Dilersen o bayram gününde şu Murat kulun yolunda kurbân olsun!..

Yâ İlâhî! Bunca müslüman askerin helâkine beni sebep kılma! Bunlara yardım eyle ve zafer bahşeyle! Bunlar için ben cânımı kurbân ederim; yeter ki tek Sen beni şehîdler zümresine kabûl eyle!.. Asâkir-i İslâm için teslîm-i rûha râzıyım. Tek ki, bu mü’minlerin uğruna benim rûhum fedâ olsun.. Beni gâzî kıldın. Sonunda da lutfen ve keremen şehîd eyle! Âmîn!..”

Bu âbidâne münâcaattan sonra Sultan, fevkalâde bir huzûr içinde Kur’ân-ı Kerîm tilâvetine başladı. Çok geçmeden rahmet bulutları peydâh oldu. Kosova meydanı üzerine sağnak hâlinde yağmur boşandı. Rüzgâr durdu. Toz bitti..

Rüzgârın kesilmesi ve yağmurun toz bulutlarını sindirmesi üzerine bütün Osmanlı ordusunda büyük sevinç ve memnunluk yaşandı. I. Murat Han, secde-i şükrâna kapandı. O gün sevinç gözyaşları, yağmur damlalarıyla kardeş oldu.

SULTAN 1. MURAT’IN KOSOVA’DA ASKERLERİNE YAPTIĞI KONUŞMA

Harp başlamadan evvel I. Murat Han, mümtaz askerlerine şu târihî hitâbede bulundu:

“–Yiğitlerim! Bugün gayret günüdür. İbrâz-ı hamiyyet vakti, erlik zamanı ve mertlik demidir...

Bunca senedir vatan sizinle fahreder. Şimdi dahî sizden cihâna yayılmış bulunan şân ve şerefle dolu geçmişimizi te’yîd edecek büyük muvaffakıyetler bekler.

Bugün mehâbetinizle titreyen şu Kosova meydanı, bi-izni’llâh muzaffer bir şekilde dalgalanacak olan şanlı sancağımızın Macaristan içlerine doğru gitmesini bundan sonra hiçbir düşman hamlesi durduramayacaktır. Bugün kazanacağımız şanlı bir galebe, bütün Rumeli’nde i’lâ-yı kelimetullâha sebep olacaktır.

İnsanın ömrü uzun olsa da ebedî değildir. Âkıbet bitecektir. Dâim bâkî olan yalnız Allâh Azîmü’ş-şân’dır. İ’lâ-yı kelimetullâh ile cennete kavuşmak isteyenlere, işte şu meydân-ı şân ü celâdet duruyor.

Gâzîler! Benimle beraber Allâh sadâları ile hücûm ve savlet eyleyiniz!”

1. KOSOVA ZAFERİ

Bu sözlerin ardından başlayan şanlı mehterin cenk marşları arasında yükselen «Allâh, Allâh...» sesleri ile düşman saflarına hücûm başladı. 8 Ağustos 1389 sabahı başlayan meydan muhârebesi, sekiz saat sürdü. Hemen hemen düşmanın tamamı imhâ oldu.

Muhârebenin sonunda zaferin kesinleştiğini gören I. Murat Han, bunun şükrânesi olarak muhârebe sahasında geziniyor, bir şehîde rastladığında:

“Muhakkak ki biz, Allâh içiniz ve hiç şüphesiz ki biz O’na döndürüleceğiz!..” (el-Bakara, 156) diyordu.

Yaralı bir cengâverinin yanına geldiği zaman ise, onu okşuyor ve ızdırabı olup olmadığını, bir arzusunun bulunup bulunmadığını sorarak merhamet ve şefkat gösteriyordu. Bu esnada ölüler arasından yaralı bir Sırp askeri kalkarak;

“–Beni bırakınız; Sultanın elini öpüp müslüman olacağım! Ayrıca size bir müjdem var! Kral Leyan da yakalandı. Getiriliyor..” dedi.

Hünkâr’ın muhâfızları, bir anlık gafletle, getirilmekte olduğu söylenen kralı görmek üzere etrafa bakınırken, yaralı taklidi yapan Sırplı, Sultanın elini öper gibi yaptı ve koltuğunun altında sakladığı hançerini hızla çıkararak kaşla göz arasında Hünkâr’ın göğsüne sapladı. Muhâfızlar, neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Kâtili yakalayıp bir anda paramparça ettiler.

Böylece I. Murat Hân’ın duâsı da kabul olmuş oldu. Zîrâ Sultan I. Murat Han, daha önce Rabbinden şehîdlik temennî eden ve târihde meşhur olan bir duâ yapmıştı.

SULTAN 1. MURAT’IN SON SÖZLERİ

Hünkâr’ın şehît olmadan önceki son sözleri şunlardı:

“–İslâm’ın muzafferiyeti, benim şehîd olmama bağlı ise, şehîdlik şerbetini nasîb buyurmasını Cenâb-ı Hakk’dan duâ ve niyâz etmiştim. Demek ki duâm kabûl buyuruldu. Allâh’a hamd ve senâ olsun ki, İslâm askerlerinin zaferini gördükten sonra hayâtım son bulmaktadır!..

Ben artık sizleri, muzaffer askerlerimi ve devletimi Mevlâ’ma emânet ediyorum..”

Bu sözlerinin ardından Sultan I. Murat’ın temiz nâşı, şehâdetin mübârek kanlarına bürünerek, ilâhî ve ebedî yolculuğa sefer etti!..

MEŞHED-İ HÜDAVENDİGAR

Sultan 1. Murat’ın iç organlarının gömülü olduğu Kosova’daki yer de “Meşhed-i Hüdâvendigâr” olarak meşhûr oldu. Meşhed, ism-i mekân olduğundan Sultan 1. Murat’ın şehîd olduğu yere “Meşhed-i Hüdâvendigâr” ismi verildi. Meşhed-i Hüdâvendigâr, o kadar mukaddes sayılmıştır ki, Osmanlı, Balkanlar’dan çekilirken bile imzaladığı anlaşmalara bu yer için husûsî bir madde koydurtmuştur.

Arnavut asıllı Kosovalı rahmetli hocam Ali Yakub Efendi, Osmanlıları çok sever ve hep rahmet ile anardı. Şöyle derdi:

“–Ben Osmanlılar’ı nasıl sevmeyeyim ki, onlar gelmeseydi, bizler küfrün karanlığı içinde kalacaktık... Bizim memlekette Osmanlı ile dîn muhabbeti öyle mecz olmuştur ki, Osmanlı ile Müslümanlık, değişik lafızlarla birbirlerinin yerine kullanılmıştır. Öyle ki, bazen gayr-i ihtiyârî olarak İslâm’ın şartı yerine «Türklüğün şartı kaçtır?» diye sorulur olmuş, cevaben de İslâm’ın şartları sayılmıştır. Ben her gün bir hatm-i şerîf okusam, her nefeste «Yâ Rabbî! Bu kavme rahmet eyle!» diye duâ etsem, yine de Osmanlıların haklarını ödeyemem!..”

SULTAN 1. MURAT’IN LAKAPLARI

Halkı ve askeri tarafından çok sevilen I. Murat Han, birçok ünvân ve lâkaplarla yâd olunur. Bunların başlıcaları:

Sultânü’l-guzât ve’l-mücâhidîn (gâzîlerin ve mücâhidlerin sultanı), Melikü’l-meşâyıh (mürşidlerin sultanı), Gıyâsü’d-dünyâ ve’d-dîn (dîn ve dünyâ işlerine imdâd edici, yardım edici), Ebu’l-feth (fethin babası), Es-sultânü’l-adl (adâletli sultan), Leysü’l-İslâm (İslâm’ın arslanı), Ve en meşhûru olarak da Hüdâvendigâr (mücâhid, kahraman, sahip ve hükümdar)’dır.

I. Murat Hüdâvendigâr, yirmidokuz sene hükümdarlığı müddetince zaferden zafere koştu. Mağlûbiyet yüzü görmedi. Babasından küçük bir beylik olarak aldığı devleti, kısa zamanda yüce bir imparatorluk haline getirdi. Gerçekten babası Orhan Gâzî’nin vefâtında 95.000 km2 olan Osmanlı’nın toprakları, I. Murat Han devrinde 500.000 km2’ye ulaşmıştır.

HRİSTİYAN ALEMİNİ ACİZ BIRAKAN CİHANGİR

Sultan I. Murat Han, 27 senelik saltanatı müddetine 37 muhârebe sığdırmış, ömrünü harp meydanlarında geçirmiş ve târihin ender şahsiyetlerinden olmuştur.

Bütün Hristiyanlık âleminin lideri olan Papa dahî, O’nun satvetine karşı âcizdi. Şâir bu ihtişâmı şöyle anlatır:

Çünkü ol Gâzî Murat’a erdi baht,

Buldu arâyiş anınla tâc ü taht..

O, ağabeyinin Rumeli’de başlattığı fütûhâtı, büyük bir ihlâs ve azim ile kısa zamanda geliştirdi ve Orta Avrupa’ya kadar genişletti. Balkanlar kâmilen Türk nüfûsuna dâhil olmuş, Bizans, Bulgaristan ve Sırbistan, Osmanlılar’ın haraç-güzârı olmuştu.

I. Murat Han, fethettiği yerlere, devrin mânevî büyüklerini yerleştirdi. Oralara, zamanının en mükemmel ilim ve irfân müessesesi olan tekke ve zâviyeler inşâ ettirdi.

Ayrıca, ciddî bir iskân siyâseti takip etti. Türkmen aşîretlerini getirip bu bölgelere yerleştirdi. Bu göçler sâyesinde torunlarının fütûhâtı, Viyana önlerine kadar ilerleyebildi. Rumeli’de beşyüz yıl devam edecek olan Osmanlı Devleti hâkimiyetinin temelleri atılmış oldu.

HÜNKÂR’I ÜZEN HADİSE

Osmanlı sultanları, küffâra karşı gazâ ve cihât üzre iken Anadolu’daki birtakım beylikler tarafından zaman zaman saldırılara mârûz kalıyorlardı. Nitekim Sultan I. Murat Han, Rumeli’de gazâ ve cihâd üzre iken de böyle bir durum vâkî oldu ve Karamanoğlu Alâaddîn Bey, Osmanlı topraklarına taarruz etti. Bunu öğrenen Hünkâr, son derece üzülerek yanındakilere:

“–Şu zâlimin yaptığına bakın! Bizler bir aylık mesâfede kâfirler ile cenk üzre olup gece gündüz gazâ eyleyelim, o da gelip Müslümanların mülkünü yağma etsin! Ey gâzîler! İmdi cihâdı bırakıp da ben nasıl Müslüman kardeşlerime kılıç çekeyim?!.” diyerek tevhîd-i ümmet için Anadolu beyliklerine karşı sabır ve tahammül-fersâ müsâmahasını sergiledi.

Çünkü ceddi gibi O da, Anadolu beyliklerine düşman nazarıyla bakmıyordu. Ayrıca, beylikleri kuvvet ve cebir zoruyla kendilerine râm etmeyi mahzurlu buluyor, böyle kurulacak bir vahdetin çok çabuk zevâl bulacağını biliyordu. Bu sebepledir ki O’nun, ve diğer Osmanlı sultanlarının, Anadolu’da işi hep ağırdan almaları, bir zaaf eseri değil, kendileri gibi Müslüman olan Anadolu’yu iknâ yoluyla birleştirip bütünleştirmeyi daha münâsip bulmalarındandır.

ORHAN GAZİ’NİN OĞLU SULTAN 1. MURAT’A VASİYETİ

Babası Orhan Gâzî, velî ve şehît bir Sultan olan Sultan I. Murat Hân’a yaptığı vasiyetinde:

“Nasıl Selçuklular’ın vârisi biz isek, Roma’nın da vârisi biziz!.” buyurarak oğluna Avrupa’yı hedef göstermişti.

Sultan I. Murat Hân da, kendinden sonra gelenlerin önünü açmış ve Avrupa’yı onların fethine âmâde bir hâle getirmiştir. Avrupa, ova ve yaylaları hâlâ O’nun cevvâl atının ayak izleri ile doludur.

SULTAN 1. MURAT’IN ŞAHSİYETİ

Bütün bunlar da göstermektedir ki I. Murat Han, büyük bir ahlâkî, irâdî ve idârî güce sahipti. Yaptıkları dâhiyâne idi. Şer’î kânûnları büyük bir titizlikle tatbîk ederdi. Geliştirip güçlendirirdi. Âni karar vermedeki mâhirâne hasleti, kendisine çok zaferler kazandırmıştır. Gâyet dîndar, ulemâ ve meşâyıha karşı hürmetkârdı.

Bizans târihçisi Halkondil, Sultan I. Murat hakkında şu îtirafta bulunmuştur:

“Sultan Murât, Anadolu ve Rumeli’de otuz yediden ziyâde harbi idâre ederek zafer üzerine zafer kazanmıştır. Düşmandan kaçtığı ve arkasını döndüğü hiç görülmemiştir.

O, askerini bir müddet istirahat ettirmeyi arzu ettiği zamanlarda bile, kendisine bir meşgûliyyet bulurdu. Tembellikten nefret ederdi. İstirahat nedir bilmezdi. Askerleri, istirahat ederken O, ava çıkardı. Yaşlılığında da cevvâliyetini hiç kaybetmemiştir.

Kemâl-i sükûnetle boyun eğen milletlere ve sarayındaki ecnebî çocuklara şefkatle muâmele ederdi. Mükâfât vermede de cömert ve sür’atli idi. Harbe gireceği zaman, askerini cesâretlendirip coştururdu. Yapılan yanlış hareketleri müsâmahasız cezâlandırırdı. Verdiği söze riâyet ederdi.

I. Murat Hân’ın maiyyeti, O’nun heybeti ve şiddeti ile titrerdi. Bununla beraber, onlara bir kumandanın gösteremeyeceği yumuşaklık, şefkat ve muhabbetle muâmele ederdi.”

Gibbons’un şu ifâdeleri de câlib-i dikkattir:

“Otuz sene kadar bir müddet I. Murat Han, zamanının hiçbir devlet adamı tarafından fevkine geçilemeyen bir kiyâset ile Osmanlı mukadderâtını sevk ve idâre etmiştir.

Düşmanın bile itirafa mecbur kaldığı şu güzel sıfatların sahibi olan Sultan I. Murat, gerek Anadolu’da ve gerekse Rumeli’de yaptırdığı eserlerle de, milletin kalbinde taht kurmuştur. 1364 Sırp Sındığı zaferinin sonunda şükrân ifâdesi olarak, Bursa, Bilecik ve Filibe’de birer câmî, Yenişehir ve Bursa Çekirge’de bir imârethâne, medrese, kaplıca ve bir han yaptırmıştır.

SULTAN 1. MURAT’IN TÜRBESİ - 1. Murat’ın Kabri Nerede?

Sultan I. Murat Han’ın hançerle parçalanan azîz bedeninin iç organları, şehît olduğu yere gömüldü ve oraya bir türbe yapıldı. Asıl cesedi ise, Bursa’ya getirilerek Çekirge’de yaptırmış olduğu câmi ve külliyenin yanına defnedildi. Oraya da ikinci bir türbe yapıldı."

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İbret Işıkları, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

OSMANLI PADİŞAHLARI VE HAYATLARI

Osmanlı Padişahları ve Hayatları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • o kadar güzel bir yazı ki. okurken mest oldum. Allah C.C. razı olsun.

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.