Sultan Baybars Kimdir?

Hilafet merkezinin gayrimüslimler tarafından işgal edilip, Hilafetin ilga edilmesinin ardından bütün umutların tükendiği bir anda ortaya çıkan ve İslam dünyasını koruma ve bütünleştirme yolunda önemli adımlar atan Türk lider, Hilafet umudunu da yeniden ayağa kaldırdı…

1258 yılında Bağdat Moğollar tarafından işgal edilmiş ve şehir yakıp yıkılmış, Halife Mutasım Billah ve ailesi de kılıçtan geçirilmek suretiyle Hilafet ortadan kaldırılmıştı. İslam dünyasının halifesiz kalması üzerine harekete geçen ve Kıpçak Türkü olan Mısır Sultanı Baybars, Hilafetin yeniden canlandırılması için çalışma başlattı.

SULTAN BAYBARS TARAFINDAN BAŞLATILAN HİLAFET ÇALIŞMALARI NELERDİR?

Sultan Baybars tarafından başlatılan Hilafet çalışmasının detayları ise şunlar oldu: Abbasi hanedanından olan Ebu’l-Kasım Ahmed, Moğolların Bağdat katliamından kurtularak Irak’ın batısında bulunan Arap kabilelerin yanına sığınmıştı. Baybars, İslâm dünyasında halifelik makamının önemini bildiğinden Abbasi hilafetini Kahire’ye getirmeye karar vermişti. Ebu’l-Kasım Ahmed ise 1261 yılında bir mektup göndererek Mısır’a, Memlûk Sultanı Baybars’ın yanına gelmek istediğini bildirmişti. Zaten daha önce Ebu’l-Kasım Ahmed’i Mısır’a getirmeye karar vermiş olan Baybars, durumdan haberdar olunca Ebu’l-Kasım Ahmed’in Kahire’ye getirilmesini emretti.

Kahire’ye gelen Ebu’l-Kasım Ahmed, Baybars tarafından devlet erkânı ve halktan kişilerin de katılımı ile büyük bir törenle karşılandı (Haziran, 1261). Bu törene Kahire’de bulunan İslâm dini mensuplarının yanı sıra diğer dinlerin mensupları da iştirak ettiler. Düzenlenen merasimin ardından Ebu’l-Kasım Ahmed, Halife ilan edildi. Başta Baybars olmak üzere orada bulunan herkes de Halifeye biat etti. Halife, kendisine biat edilmesinden sonra Baybars’a kılıç kuşatarak, saltanat menşuru verdi ve bütün İslâm beldelerinin ve fethedilecek yerlerin idaresini ona verdiğini açıkladı. Baybars, hutbelerde Halifenin adının söylenmesini ve basılan paralara Halifenin adının yazılmasını emretti.

Baybars, böylelikle İslâm’ın savunuculuğunu üzerine almış ve İslâm âleminin önderi olma görevini üstlenmiş oldu. Halifeliğin Mısır’da olması Memlûkler’in İslâm dünyası üzerindeki etkinliğini artırdı. Bu bağlamda Müslüman Türk devletleriyle ve özellikle bu devletlerden biri olan Anadolu Selçuklu Devleti ile de iyi ilişkiler kurdu. Osmanlıların Memlûk Devleti’ni sona erdirip Halifeliği de ele geçirmesine kadar Hilafet makamı Mısır’da varlığını sürdürdü.

SULTAN BAYBARS'IN HAYATI HAKKINDA

Moğolların neredeyse yok ettiği Hilafet makamını, yeniden canlandırarak İslam alemini fitneye düşmekten kurtaran büyük Türk İslam Sultanı Baybars’la ilgili olarak elimize ulaşan bilgilerse şunlar: Memlûklerin dördüncü Sultanı olup, 1223 yılında Kıpçak ülkesinde doğdu. Memlûklerin Kıpçak ülkesine akınları esnasında esir düştü. Esaretten kurtulunca Kahire’ye geldi ve burada hükümdarın Bahri unvanını taşıyan hizmetkârları arasında vazifeye başladı. Kuvvetli bir genç olan Baybars, zeka ve kabiliyeti ile az zamanda Dimyat’ı zaptetti. Mansur’a kadar ilerleyen ve Mısır’ın istilası peşinde koşan Fransız Kralı St. Louis, Mansur’da büyük bir hezimete uğratıldı ve ordusu ile beraber Memlûkler’e esir düştü. Baybars’ın, bu savaşın kazanılmasında büyük rolü oldu. Sultan Kutuz devrinde Moğollar Suriye’yi işgal etmişlerdi. Kutuz kuvvetli bir ordu hazırladı. Ayn-Calut muharebesinde (1260) Moğollar kanlı bir mağlubiyete uğrayarak geri çekilmeye mecbur kaldılar. Bu arada Sultan Kutuz’un devlet idaresinde sert ve şiddetli bir yol izlemesi düşmanlarının çoğalmasına sebep oldu. Neticede Sultan Kutuz 1260 yılı sonunda bir suikaste uğrayarak öldürülünce Memlûk kabile emirleri Baybars’ı Sultan olarak tanıdılar.

1265 ve 1266 yıllarında Suriye’ye iki sefer düzenleyerek Kayseriya, Arsuf ve Sis şehirlerini ele geçirdi. 1270 yılında İsmailîler üzerine yürüyerek onları Mısır devletine vergi vermeye mecbur etti. Moğollara karşı bir çok zaferler kazanan Sultan Baybars 1277 ‘de Elbistan civarındaki Moğol kuvvetlerini bozguna uğrattı ise de bunlar Moğolların sadece birkaç müfrezesi idi. Moğollar memleketlerinden hayli uzakta bulunan Baybars’dan intikam almak için müdafaasız Türk halkından binlercesini öldürdüler. Anadolu’da Türklere gösterdikleri zulüm ve baskıyı artırdılar. Bu sırada Antakya yolu ile Şam’a dönen Baybars orada aniden hastalanarak 1277 yılında 14 gün süren dizanteri neticesinde vefat etti.

Hayatının en verimli çağında, saltanatının en parlak ve kudretli bir zamanında ölen Baybars, Ortaçağ Türk İslam tarihinin en büyük simalarından biridir. Çok güçlü bir vücuda, sağlam bir iradeye, benzeri görülmemiş bir cesarete ve parlak bir zekaya sahip idi. En önemli ve cesur hareketlerinde bile daima ihtiyatlı hareket eder, en küçük bir tedbiri bile almakta ihmalkarlık göstermezdi. Harplerin en tehlikeli anlarında bir nefer gibi ön saflarda çarpışır, en büyük tehlikelerden dahi çekinmezdi. Dinine çok bağlı bir Müslümandı. Ehl-i sünnet mezheplerine mensup halkın hizmetlerinin eksiksiz şekilde görülebilmesi gayesiyle; her mezhep için ayrı ayrı atanan mezhep kadılarının başına Kadı-ul Kudatlar (Başkadı) tayin edilmesi usûlünü ilk olarak o ortaya koymuştu. Mükemmel bir posta teşkilatı kurarak, ülkesindeki haberleşmeyi en iyi şekilde temin etmiştir. Ayrıca geniş bir casus teşkilatı kurmuş ve casusları kontrol eden casuslar kullanmıştı. Devrin her türlü kara ve deniz harp mühimmatının yapımına büyük ehemmiyet vermiş, tersaneler kurdurmuştu.

Kahire'de 1266-69 arasında yaptırdığı cami, Memlük sultanlarının Kahire’de yaptırdığı camiler arasında günümüze ulaşanların en eskisidir. Baybars Camii, aynı zamanda bânisinin pek çok hayır eseri arasında en büyük ve sanat tarihi bakımından en değerli olanlarından biridir…

Kaynak: www.tarihgastesi.com

İslam ve İhsan

ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ SULTANLARI

Anadolu Selçuklu Devleti Sultanları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.