Sözün Hakkı Var!

Sözün hakkı vardır. Dilden bir çırpıda ifadeye döküldüğünde, basit bir kelime değildir artık... Korunması gereken hukuku bulunur. Hattâ hesap gününde şâhitlik edecek bir dâvâlıdır artık o... Söz dosdoğru olmalıdır; içine yalan, gıybet, iftira girmemelidir.

İnsanoğluna lutfedilen cüz’î irâde ve akabinde sözle ifade, halifeliğin sembolü ve sorumluluğudur. “Cüz’î irâde”, Âlemlerin Rabbinin muhatabı olmayı gerekli kılarken “sözle ifade”, kimlik ve mensubiyetimizi belirlemektedir.

Söz, mukaddestir. Ruhlar, bir çift sözle “Kâlû belâ” diyerek İslâm olmuş; bir tek sözle, “kelime-i şehâdetle” İslâm dairesi içerisine kabul edilmiştir.

“Güzel söz, sadakadır.” (Buhârî, Edeb, 34; Müslim, Zekât, 56)

Söz, ahiddir. Kul olarak Âlemlerin Rabbine, ümmet olarak Rasûlullâh’a, insan olarak da ana-babaya, akrabaya, evlatlara verilmiş ahidlerimiz mevcuttur. Ahidler, riâyet edilmeyi bekler. Rabbimiz, “Verdiğiniz sözü ve yaptığınız anlaşmayı yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” (el-İsrâ, 34) buyurmuştur.

Ahde vefâ, insan olmanın şânındandır. Cenâb-ı Hak şöyle îkaz eder:

“Onlar Allâh’a söz verdikten sonra verdikleri sözü bozarlar, Allâh’In gözetilmesini emrettiği kimselerle ilgiyi keserler ve yeryüzünde bozgnculuk yaparlar. İşte onlar lânete uğramışlardır; cehennem de onlar içindir.” (er-Ra’d, 25)

Söz, emanettir. İlk günkü gibi hakkı, hakikati, adaleti te’yit için vardır. Rastgele kullanılamaz, mâlâyânî için israf edilemez. Çünkü her söz kaydedilmektedir, Kirâmen Kâtibîn melekleri tarafından... Kâf Sûresi’nde şöyle buyrulur:

“İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kâf, 18)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur:

“Kul, Allâh’ın hoşnut olduğu bir sözü söyler, fakat onunla Allâh’ın rızâsını kazanacağı hiç aklına gelmez. Hâlbuki Allah, o söz sebebiyle, kendisine kavuştuğu kıyamet gününe kadar o kimseden hoşnut olur.

Yine bir kul da Allâh’ın gazabını gerektiren bir söz söyler, fakat o sözün kendisini Allâh’ın gazabına çarptıracağını düşünmez. Oysa Allah o kimseye, o kötü söz sebebiyle, kendisine kavuşacağı kıyamet gününe kadar gazap eder.” (Muvatta, Kelâm, 5; Tirmizî, Zühd, 12)

Söz, önemlidir; vefâ ister, zerâfet ister, nezâket bekler. İlk günkü gibi gönle huzur vermek, el-Halîm ve er-Raûf olan Cenâb-ı Hakk’ın rengiyle renklenmek ister.

Sözün hakkı vardır. Dilden bir çırpıda ifadeye döküldüğünde, basit bir kelime değildir artık... Korunması gereken hukuku bulunur. Hattâ hesap gününde şâhitlik edecek bir dâvâlıdır artık o...

Söz dosdoğru olmalıdır; içine yalan, gıybet, iftira girmemelidir. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

“Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve bire (üstün iyiliğe) yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (her hâli doğru) diye kaydedilir. Yalancılık, yoldan çıkmaya (fücûr) sürükler. Fücur da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır.” (Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103-105)

Görüldüğü gibi, güzel ahlâk ve tatlı söz, cennete giden yolu kolaylaştırdığı kötü ahlâk ve yalancılık da insanın cehenneme düşmesine sebep olmaktadır.

Sözün değeri ve mânâsı yoksa susmak en hayırlısıdır. “Üsve-i Hasene” Mübârek Elçi, şöyle uyarır ateşten kurtardığı ümmetini:

“Her kim Allâh’a ve âhiret gününe inanıyorsa, ya hayır söylesin, ya da sussun.” (Buhârî, Rikâk, 23; Müslim, İman, 74)

Peygamber Efendimizin sevdiği söz sahipleri, mütevâzî, samimi ve doğru sözlü güzel ahlâk sahibi kimselerdir. “Güzel sohbet ediyor dedirmek için uzun uzun konuşanlar, sözünü beğendirmek için avurdunu şişire şişire laf edenler ve bilgiçlik etmek için lügat paralayanlar (kibirliler) ise, onun hiç sevmediği ve kıyamet gününde kendisine en uzak mesafede olacak kimselerdir.” (Bkz: Tirmizî, Birr, 71)

Kaynak: Seher Küçük, Şebnem Dergisi, Sayı: 164

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.