Sosyal Medya Hayır mı Şer mi?

Teknolojinin insanı hayrete düşüren ilerlemeleri karşısında, gündemimize “teknoloji ahlâkı” diyebileceğimiz zaruri bir alan girmiş bulunmaktadır. Esasen ahlâk, teknolojiye değil, onu kullanan insana ait bir keyfiyettir. İnsan bozulunca, en masum nimetler bile şer âletine dönüşüverirler.

Şöyle bir hikâye anlatılır:

“Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra, pazar sabahı kalktığında, keyifle eline gazetesini aldı ve bütün gün evde istirahat edecek olmanın hayaliyle koltuğuna rahatça kuruldu. Derken küçük oğlu koşarak geldi ve parka ne zaman gideceklerini sordu.

İNSANI DÜZELTTİĞİN ZAMAN DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELİR

Baba, oğluna söz vermişti; bu hafta sonu onu parka götürecekti, ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden, şimdi bir bahane uydurması gerekiyordu. O esnâda gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna uzattı:

“Bak oğlum! Eğer bu haritayı düzeltebilirsen, seni parka götüreceğim!” dedi. Sonra şöyle düşündü:

“Oh be, şimdilik kurtuldum! En iyi coğrafya profesörünü bile getirsen, bu haritayı akşama kadar düzeltemez!”

Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi:

“Babacığım, haritayı düzelttim. Artık parka gidebiliriz!” dedi.

Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hayretler içindeydi ve oğluna bunu nasıl yaptığını sordu. Çocuk şu ibretlik açıklamayı yaptı:

“Babacığım! Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı. İnsanı düzelttiğim zaman dünya kendiliğinden düzelmişti!”

TEKNOLOJİYİ KULLANMA AHLAKI

Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-’in “Sâlih bir adam için mal ne güzel bir nimettir” (Ahmed b. Hanbel, IV, 197,202.) sözleri de bu sırra bir işârettir. Malı güzel kılan ya da şerre dönüştüren, insanın kendisidir. Terbiye görmemiş, ham duygularının esiri olan, diğer bir ifadeyle sürekli kötülüğü emreden “nefs-i emmâre”sinin kulu kölesi olan bir kimsenin eline düşen her nimet, bir şer âletine dönüşebilecektir.

Ebû Said el-Hudrî -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- yeni bir elbise giydiği zaman, sarık, gömlek, ridâ gibi giydiği şeyin adını anarak şöyle dua ederdi:

“Allahım! Hamd sana mahsustur. Onu bana sen giydirdin. Senden onun hayrını ve imal edilme maksadındaki hayrı senden dilerim. Yine bunun şerrinden ve (şayet söz konusu ise) imal edilmesindeki maksadın da şerrinden sana sığınırım.” (Ebû Dâvud, Libâs, 1; Tirmizi, Libâs, 28)

Günün birinde teknolojiyi kullanma ahlâkı diye bir kişilik nizamnâmesi oluşturulacak ise herhalde mümin bir insan olarak, onun ilk maddesine bu duayı yerleştirmek gerekecektir. Evet, nimetin hayrını istemek ve şerrinden Allah’a sığınmak.

Hadis-i şerifte nimete yaklaşım olarak şu iki husus dikkat çekiyor:

  1. Nimet, hayra olduğu kadar şerre de vesile olabilir. Bu anlamda her nimette bu iki potansiyel bilkuvve mevcuttur, denilebilir.

  2. Nimet gibi görünen ürünün yapılma maksadı, hayır da olabilir, şer de. Görünüşte mescid gibi olsa da hakikatte “Mescid-i dırâr” (Fitne, fücur kazanı) fonksiyonu görebilir.

Savaş sanayiinde suçlu suçsuz ayırt etmeden imhâ silahları üretmeyi düşünebilen bir beyin nasıl bir beyindir? Böyle bir düşünce, havatır1 olarak bile bir müminin gönlüne uğrayabilir mi? Zulmü meslek edinmiş kimselerin ürettiği daha öyle teknolojiler vardır ki, âlemi harap etmek, yeryüzünü fitne ve fesâda vermek üzere kurgulanmıştır. Bunların ortadan kaldırılması adına tüm insanlığın sorumluluğu vardır. Yeryüzü kendilerine emânet edilmiş imanlı yüreklerin mesuliyeti ise elbette çok daha büyüktür. Bunların şerrinden hem Allah’a sığınmalı, hem de alınması gereken tedbirler asla ihmal edilmemelidir.

Öyle teknolojiler de vardır ki, tamamen kullanıcının kalbî keyfiyetine göre değerlendirilebilir. Bu yazının esas konusu da budur. Hususiyle medya, sosyal medya ve iletişim vasıtaları bu nevi araçlardır.

2015-yilinda-hangi-teknolojik-gelismeler-ile-karsi-karsiyayiz-705x290

TOPLUMU DEJENERE EDEN SUÇ MAKİNASI

İnternet ve bilişim teknolojilerinin insanı hayrette bırakan gelişmeleri karşısında, nasıl bir tutum takınılabilecektir? Bir yönüyle bakılınca son derece değerli gelişmelerdir. Bilgiye ulaşım, eğitim, iletişim, değer paylaşımı, işlerin hızlı, güvenli ve kaliteli bir şekilde kolayca yürütülebilmesi gibi hemen her alanda sayılamayacak ölçüde faydalarından bahsetmek mümkündür. Diğer bir taraftan bakılınca tam da nefs ve şeytanın pazarlama vasıtaları gibidir. İffetsizlik, gıybet, iftira, tecessüs, dedikodu, şeytânî fikir ve düşünceler, lüzumsuz meşgaleler gibi daha sayılamayacak nice süflî ve aşağılık sonuçlar doğuran bir günah çukurudur. Suç örgütlerinin bulunmaz ağı, aileyi pejmürde eden virüsler yumağı, toplumu dejenere eden suç makinası gibidirler.

Akıllı telefonlar ve tabletler diye bilinen iletişim vasıtaları, suç ve günahın işlenmesini çokça kolaylaştırmıştır. Kişiler üzerinde kurulan mahalle baskıları, anne-baba kontrolleri, toplumun tabii koruma duvarları bu sayede ortadan kalkmış ve kişi nefs-i emmâresi ile başbaşa kalmıştır. Yani kurt, kuzuyu sahipsiz yakalamıştır. Zira insan, fıtratından gelen haya duygusunu yalnızken daha kolay yırtıp atmaktadır. Bütün büyük günah ve suçlar, yalnızken planlanır ve zâhiren kimsenin görmediği yerlerde işlenir. Yusuf -aleyhisselâm-’ı gayr-ı meşru ilişkiye davet edeceği zaman, Mısır Azizi’nin karısının kapıları kilitlemesi anlamlıdır. Rabbimiz o sahneyi Kur’ân’da şöyle anlatır:

“(Yusuf) erginlik çağına erişince, ona (isabetle) hükmetme (yeteneği) ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle mükâ­fat­landırırız.

Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kapattı ve “Haydi gel!” dedi. O da” (Hâşâ), Allah’a sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmaz!” dedi.

Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz o ihlâslı kullarımızdandı.” (Yusuf Sûresi, 22-24)

İNSANİ KALİTE

İşte bugün gelişen bu teknolojiler karşısında da insan, bir odada tek başına, şeytan ve nefsânî dürtüleri ile yapayalnız kalmıştır. Yusuf -aleyhisselâm-’ı koruyan ve ona ilâhî yardım ve bürhânın gönderilmesine vesile olan sır, onun “Meâzellâh” (Allah’a sığınırım) diyebilecek bir gönle ve iradeye sahip olmasıdır.

Bugün de bizi ve neslimizi, sosyal medya tuzaklarından koruyup kollayacak insanî kalite, işte Allah korkusu ve âhiret şuuru ile Hakk’a sığınabilecek bir yürek ve irade disiplinine sahip olabilmektir.

Böyle bir gönlü ve irade disiplinini çocuklarımıza, gençlerimize ve yetişkinlerimize kazandırmak için, daha çocuk yaştan itibaren Allah’ı doğru tanıtmak, sevdirmek, O’ndan korkmasını temin etmek, kıyamet aşısı ile hesap verme şuuru kazandırmak gerekmektedir. Rüşt çağına kadar (15-18 yaş) sorumluluk ailede, okulda ve devlettedir. Daha sonra ise ferdin sorumluluğu çoğu zaman kendindedir. İnsan, bedenini, aklını, gönlünü ve hayalini kirletecek maddî ve sanal çevrelerden var gücüyle kaçarak, kendisini koruyacak, müspet anlamda geliştirecek muhitlerle beraberliği ciddiye alacak ve her çeşit düşmana karşı kuvvet kazanacaktır.

Elbette teknolojiyi doğru kullanma bilgisine ihtiyaç vardır. Ancak bilmek yeterli değildir. Duygular, içgüdüler, aklı da bilgiyi de bastırmakta, nicelerini savurmaktadır. İnsanın içindeki sürekli kötülük fısıldayan nefsi terbiye ve tezkiye olmadıkça, insanın biyolojik yaşı yetmişe de gelse, teknoloji karadeliği nicelerinin ruhunu ve gönlünü yutmakta ve esfel-i safiline doğru yuvarlamaktadır.

Hulâsa her nimet, hem şükür istemekte, hem de muhtemel tehlikelerine karşı Hakk’a sığınan bir gönül istemektedir.

Dipnot: 1) Gönle aniden geliveren, bir var bir yok olan istikrarsız düşünceler, duygular.

Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, 359. Sayı, Ocak 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.