Sohbet Meclisinin Âdâbı

Muhterem Mûsâ Efendi -kuddise sirruh-, sohbetin feyz ve bereketine nâil olabilmek için onun âdâb ve erkânına uymak gerektiğini ısrarla ifâde eder ve şöyle buyururdu...

“Allah Teâlâ’nın rızâsını kazanmak için yapılan sohbetlerde, fuzûlî sözler edilmez. Çünkü buralar, feyz-i ilâhînin nüzûl ettiği mânevî sofralardır. Bu sofraya giriş edep ile, çıkış da edep ile olursa istifâde edilmiş olunur. Dünya kelâmına yer verilmez. Âyet-i kerîmeler, hadîs-i şerîfler, ashâb-ı kirâm ve evliyâullâhın menkıbeleri, güzel hâlleri ve nasihatleri okunur. Mecliste kıraati düzgün bir kimse mevcut ise, onun aşr-ı şerîf okumasıyla başlanır.

BU SOHBETLERİ DİNLEYEN HEM HÂL HEM KÂL SAHİBİ OLUR

Bu sohbetleri dinleyen, can kulağı ve gönül hassâsiyetiyle dinlerse, hem hâl, hem kāl sahibi olmuş olur. Yazıp çizmeden, kalem mürekkep kullanmadan mânevî ilimlerde merhaleler kateder. Çünkü kalbe inmeyen bilgiler, kitap ve defterde kalır, lâkin huşû ile îfâ edilen sohbetler, gönle, dimağa ve hâfızaya nakşolur. Bu sohbetler sonunda, dinleyenler irfandan nasip alır, ulaştığı seviyeyi kendisi de bilmez, bu sebeple de «Biliyorum!» iddiâsında bulunmaz.

Sohbetlere saatinde başlayıp, yine vaktinde bitirmek gerekir. Lüzûmundan fazla uzatmak muvâfık değildir. Sohbete gelenler; «es-Selâmü aleyküm» dedikten sonra hiç konuşmamalıdırlar. «Efendim kızın nasıl, işin nasıl?» gibi dünyevî mevzuların hiçbirisi mevzu bahis edilmeyecek. Kaç kişi varsa huşû içinde sohbeti bekleyecekler.

SOHBETTEN İSTİFADE İÇİN ÂDÂBINA RİAYET EDİLMELİ

Sohbete vaktinde gelmek lâzımdır. Vaktinde gelmeyene kapı açılmaz. Böyle nizâma girmek gerekir ki, mânen terakkî edelim. Buna îtinâ etmeyen, âdet yerini bulsun diye gelir gider ama terakkî edemez.

Sohbetten sonra, sohbetin verdiği o hâlle yine hiç dünya kelâmı konuşmadan, hattâ hâl-hatır dahî sormadan «es-Selâmü aleyküm» denir ve herkes işine gider.

Sohbetlerden aldığımız hâli, öbür sohbete kadar muhâfaza eder ve terakkî ettirirsek istifâde etmiş oluruz. Sohbetlerden istifâde etmek istiyorsak, mutlakâ bu âdâba riâyet edeceğiz. Çok kimseler bu husûsa dikkat edemezler. Aldıkları feyz ve huzuru hemen kaybederler. Yani elleri boş dönmüş olurlar.

Âdâbına riâyetle yerine getirilen sohbetlerin tadı, zevki târif edilemez. Çünkü orada bulunanlar, huzur deryâsına dalarlar. Bilhassa sohbet eden salâhiyetli bir kimse olursa, onun tasarrufu ile dinleyenler arasında birbirlerine karşı sevgi, saygı, samimiyet, hulâsa her türlü tecellîler zuhûr eder. Âdâba ne kadar riâyet edilirse, Cenâb-ı Hak feyzini o kadar çoğaltır elhamdülillâh. Rabbimiz Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, cümlemizi ince görüş ve firâset sahibi kullarından eylesin! Âmin!” [1]

SOHBET MECLİSLERİNDE NE YAPMALIYIZ?

Bütün bu âdâba ilâveten, sohbete gelirken abdestli bulunmaya da gayret etmeli, iç ve dış temizliğe, kılık-kıyâfetin düzgün olmasına, oturup kalkarken ve konuşurken edep, hayâ, hürmet ve nezâketle hareket etmeye bilhassa dikkat edilmelidir.

Ayrıca sohbet meclislerinde lüzumsuz konuşma ve sorularla meşgul olmamalı, sohbetten istifâde etmeye çalışmalıdır. Sohbeti beklerken de daha çok zikir ve tefekkürle meşgul olup mâlâyânî konuşmalara dalmamak gerekir.

Sohbet, aşr-ı şerîf tilâvetiyle başlamalıdır. Daha sonra Fahr-i Kâinât Efendimiz başta olmak üzere, Ehl-i Beyt’in, As­hâb-ı Kirâm’ın ve Sâdât-ı Kirâm efendilerimizin ruhlarına hediye edilmek üzere bir Fâtiha-i Şerîfe ve üç İhlâs-ı Şerîf okunarak açılış yapılmalı, kırk-kırk beş dakika sonra da bitirilmelidir.

Ayrıca sohbetten sonra, külfet olmayacak şekilde bir ikramda bulunmak -şart değilse de- hoş bir davranıştır. Zira Rasûlullah akrabâlarını ilk defa İslâm’a dâvet etmek için topladığında, onlara ikramda bulunmuştur.

Fakat ikram, herkesin güç yetirebileceği seviyede olmalı, gösterişe kaçmamalı ve bir güç gösterisi hâline getirilmemelidir.

Zira büyükler, “اَلْجُودُ مِنَ الْمَوْجُودِ : Cömertlik, elde olan imkânlardan yapılır.” demişlerdir. Allah Teâlâ kişiye ne bahşetmişse, ondan kardeşlerine ikram etmelidir. Yerine göre bir bardak çay bile ikram için kâfîdir.

[1] Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, V, 35-36, 46-48.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Sohbet ve Adabı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.