Sohbet Kardeşliğini Zedeleyecek Hususlar

Sohbet kardeşliğinde bulunan mü’minler, hem birbirlerine karşı nâzik ve güzel davranmalı hem de kendilerine karşı yapılan hatâ ve kusurları affetmelidirler.

Bu dünya insanlar için yaratılmıştır. İnsan olmasaydı, bu dünya da olmazdı. Kâinatta bulunan her şey, insanın hizmetine verilmiştir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Görmediniz mi Allah, göklerde ve yerde ne varsa hepsini size âmâde kıldı (emrinize verdi) ve size zâhir ve bâtın (dış ve iç, görülen ve görülmeyen, bildiğiniz ve bilmediğiniz) nîmetlerini bol bol ihsân etti?..” (Lokmân, 20)

Demek ki mü’minlerin Allah katında çok farklı bir mevkii ve kıymeti vardır. Cenâb-ı Hak mü’minlerden bir kardeşlik iklîmi tesis ederek insanlığa numûne olmalarını ve İslâm’ın güler yüzünü sergilemelerini arzu etmektedir. Onları; gıybet, dedikodu, kin ve haset gibi kötü huy ve davranışlarla, bu kardeşlik iklîmini zedelemekten men etmektedir. Zira böyle bir davranış, Allah Rasûlü’nün rûhânî temellerini attığı kardeşlik modelini çirkinleştirmek olur. Hâlbuki bir müslüman, o modeli yaşamak ve yaygınlaştırmakla vazifeli ve mes’ûldür.

MÜSLÜMAN DİN KARDEŞİNİN AYIBINI ORTAYA DÖKMEMELİ

Cenâb-ı Hak, din kardeşliğinin muhâfazası husûsunda şöyle buyuruyor:

“Ey îmân edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin! Belki de onlar, kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar! Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdır. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın! Îmandan sora fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir.” (el-Hucurât, 11)

“Ey îmân edenler! Zannın çoğundan kaçının! Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın! Biriniz, diğerinizi gıybet etmesin! İçinizde ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanan var mı?! Bundan tiksindiniz değil mi? O hâlde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeleri çok kabul edendir, çok merhametlidir.” (el-Hucurât, 12)

“Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı (el, kaş ve göz işaretleriyle) eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay hâline!” (el-Hümeze, 1)

Bir müslüman, din kardeşinin meydana çıkmamış bir ayıbını ortalığa dökmemeli, geçmişte işleyip artık terk ettiği yanlış davranışlarını yüzüne vurmamalıdır. Eğer kişi, kardeşinden vâkî olan bir ayıbı örtmez ve eski hatâlarını karıştırırsa, aynı tehlikelere kendisinin de düşmesi kuvvetle muhtemeldir.

İSLAM'IN UMUMİ KARDEŞLİK ÇITASI

Kardeşlik hukûkunda en çok dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de lüzumsuz tartışmalardan uzak durmaktır.

Nitekim Efendimiz hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuştur:

“Bir kavim, içinde bulunduğu hidâyetten sonra dalâlete düştü ise bu, mutlakâ cedelleşme sebebiyle olmuştur.” (Tirmizî, Tefsir, 43/3253; İbn-i Mâce, Mukaddime, 7)

“Sana günah olarak tartışmaya devam etmen yeter.” (Tirmizî, Birr, 58/1994)

Yine Rasûlullah Efendimiz, din kardeşleri arasında herhangi bir kırgınlık veya soğukluk olduğunda, bunu üç günden fazla uzatmalarını yasaklamış, bir an evvel barışmaya teşvik ederek, barışmak için önce adım atanın daha çok sevap kazanacağını haber vermiştir.[1]

Zaafa uğrayan bir kardeşliğin yeniden ihyâsı için dargınları barıştırmak; haddi aşan tarafa hak, adâlet ve özür dilemeyi, mazlûma da sabrı ve affı tavsiye etmek, en mühim amel-i sâlihlerdendir.

Peygamber Efendimiz bir gün Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’ne hitâben:

“–Ey Ebû Eyyûb! Allah ve Rasûlü’nün sevip râzı olduğu bir iyiliği (sadakayı) sana haber vereyim mi?” buyurmuştu.

Ebû Eyyûb:

“–Evet, bildiriniz yâ Rasûlâllah!” dedi.

Efendimiz:

“–İnsanlar birbirine kırıldığında aralarını bulur; biri diğerinden uzaklaştığında onları birbirine yaklaştırırsın.” buyurdu. (Beyhakî, Şuab, VII, 490; Heysemî, VIII, 80)

Velhâsıl, İslâm’ın umûmî kardeşlik çatısı altında bulunan bütün müslümanlar ve buna ilâveten bir de husûsî mânâda sohbet kardeşliğinde bulunan mü’minler, hem birbirlerine karşı nâzik ve güzel davranmalı hem de kendilerine karşı yapılan hatâ ve kusurları affetmelidirler. Küs duran kardeşlerini de barıştırmanın yolunu arayıp bulmalıdırlar.

[1] Bkz. Müslim, Birr, 36; Ebû Dâvûd, Edeb, 47/4910-4916.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Sohbet ve Adabı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.