Siyer-i Nebî'yi Öğrenmenin Önemi!

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e ümmet olmamız, îmandan sonra en büyük nîmet... Çünkü Fahr-i Kâinat Efendimiz; Cenâb-ı Hakk’ın gönderdiği yüz yirmi dört bin kusur peygamberin imâmı, hepsinin en yücesi...

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Cenâb-ı Hakk’ın insanda tecellî eden ilâhî bir sanat hârikası. En alt kademeden en üst kademeye kadar misal... En güzel örnek, üsve-i hasene...

Yani Fahr-i Kâinat Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 1400 sene evvelinden kıyamete kadar gelecek bütün insanlara, bütün beşeriyete emsalsiz örnek…

KUR'ÂN VE SÜNNET KÜLTÜRÜ NE KADAR ÖĞRETİLİYOR?

İslâm tarihinde, Nizâmiye, İznik ve Fatih medreselerinde yetiştirilmek istenen insan tipi, topluma her alanda rehberlik yapabilecek derecede geniş bir ilmî donanıma sahip olan “âlim” kimselerdi. Yani bir İslâm âlimi, tefsir, hadis, akâid, fıkıh ve tasavvuf gibi İslâmî ilimlerde derinleştikten sonra, imkân ve istîdâdı nisbetinde hukuk da öğrenebilir, tıp da, felsefe de…

Günümüzde ise bu seviyede bir ilim tahsili hedefinden uzaklaşıldığı ve yalnızca belli bir branşta derinleşmenin benimsenmiş olduğu bilinmektedir. Üstelik bugün bâzı İlâhiyat Fakültelerinde, Kurʼân ve Sünnet kültürünün dahî gereği kadar kazandırılamadan talebelerin mezun oldukları, yani ideal seviyede bir İslâmî tahsilin verilemediği görülmektedir.

Meselâ Kurʼân ve Sünnetʼin canlı bir tefsîri olan Siyer dersinin İlâhiyat müfredâtında ne kadar az yer bulabildiği mâlûmdur. Üstelik o da ekseriyetle kronolojik bilgiler manzûmesinden öteye geçmemektedir.

SİYER-İ NEBÎ DERİNLEMESİNE ÖĞRENİLMELİ

Hâlbuki Siyer-i Nebî, Peygamber Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem-ʼin sûretiyle beraber sîretini de okuyup tahlil edebilecek keyfiyette, derinlemesine öğrenilmesi gereken bir derstir.

Zira Cenâb-ı Hak bizlere namazın her rekâtında; “Bizi sırât-ı müstakîmʼe hidâyet eyle! (Bize en doğru yolu göster.) (el-Fâtiha, 6) niyâzıyla kendisine ilticâ etmemizi emretmektedir. Sırât-ı müstakîmʼden maksadının ne olduğunu îzah sadedinde ise, Peygamber Efendimiz’e hitâben; (Sen) sırât-ı müstakîm üzerindesin.” (Yâsîn, 4) buyurmaktadır. Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’ın râzı olduğu sırât-ı müstakîmʼe ulaşmak isteyen her müʼmin, Peygamber Efendimizʼi yakından tanımak ve Oʼnun nurlu izinden gitmek mecbûriyetindedir.

MÜSLÜMANLARIN TEMEL KAYNAKLARI

Müslümanların temel kaynaklarından biri Kur’ân-ı Kerîm, diğeri ise Peygamber Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem-’in “üsve-i hasene” olan hayatıdır. Yüce Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’inde emirlerini icmâlen / hulâsa olarak bildirmiş, bunların tafsîlât ve tatbîkâtını ise Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in örnek hayatında sergilemiştir. Bunun içindir ki âyet-i kerîmede şöyle buyurmuştur:

“Kim Rasûl’e itaat ederse, Allâh’a itaat etmiş olur...” (en-Nisâ, 80)

Diğer bir âyet-i kerîmede de Sevgili Rasûlü hakkında şöyle buyurmaktadır:

“(Şüphesiz) Sen yüce bir ahlâk üzeresin.” (el-Kalem, 4)

AHLÂKIN EN MÜKEMMELİ, PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN HAYATINDA

Dolayısıyla ahlâkın en mükemmelini arayanlar, Peygamber Efendimizʼin örnek ahlâkını anlamaya gayret etmelidirler. Zira 1400 küsur seneden beri kütüphaneleri dolduran bütün İslâmî eserler; bir Kitabʼı, yani Kurʼân-ı Kerîmʼi ve bir insanı, yani Kurʼân ahlâkının canlı bir misâli olarak insanlığa armağan edilmiş olan Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimizʼi îzah etmek için kaleme alınmıştır.

(Rasûlüm!) Onu (Kurʼânʼı) Rûhu’l-Emîn (Cebrâil) îkaz (ve irşâd) edenlerden olasın diye, apaçık bir Arap diliyle, Sen’in kalbine indirmiştir.” (eş-Şuarâ, 193-195)

KUR'ÂN'I LÂYIKIYLA İDRAK ETMEK İÇİN PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN HAYATINDAN HİSSE ALMALIYIZ

Dolayısıyla Kurʼânʼı lâyıkıyla idrâk etmek isteyen bir müʼ-min de, Efendimizʼin gönül iklîmine âşinâ olmak durumundadır. Zira Peygamber Efendimizʼin 23 senelik nebevî hayatı, Kur’ân’ın tefsîri mâhiyetindedir. Kur’ân’ın sır ve hikmetleri de ancak Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in kalbî dokusundan hisse almakla anlaşılır.

Bu itibarla O’nu anlamak, Hakk’a kullukta en mühim basamaktır. O’nu anlamadan, O’nu tanımadan, O’nun izinden gitmeden ve O’nun gönül hassâsiyetlerinden nasîb almadan, ne îmânımız tam bir îman olur, ne Kur’ân’ı tam olarak idrâk edebiliriz, ne de kulluğumuz tam bir kulluk olur… Peygamber Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem-’in hayatı lâyıkıyla bilinmedikçe, İslâmî ilimlerden hiçbiri; ne tefsir, ne hadis, ne fıkıh, ne de ahlâk lâyıkıyla anlaşılamaz. Bu bakımdan İslâm’ı doğru anlayabilmek için ağırlık verilmesi gereken en mühim derslerin başında “Siyer-i Nebî” gelir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Müceddid-i Elf-i Sânî İMÂM-I RABBÂNÎ’DEN HİKMETLER, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.