Sevr Mağarasının Hikayesi

Sevr Mağarası’nı ziyaret etmek de ibadetin bir parçası değildir. Hicret sırasında Resûlullah (s.a.s.), Hz. Ebu Bekir (r.a.) ile birlikte müşriklerden korunmak amacıyla içine girerek sığındıkları ve üç gün kaldıkları yere Sevr mağarası denmektedir. Sevr Dağı, Mekke’nin güney batısında yer almaktadır.

Sevr mağarası Yemen yolu üzerinde Mekke’den 5 km. uzaklıkta yer alır. Hayli yüksektir. Bu mağara, Sevr Dağı’nın tam tepesinde bulunmaktadır. İki üç kişinin sığacağı kadar bir alanı vardır. Kur’anı Kerim’de de bu mağara zikredilmektedir. (Tevbe sûresi, 9/40)

Mekkelilerin, kendisine suikast düzenleyeceği haberini alan Hz. Peygamber, sıcak sebebiyle herkes öğle uykusundayken Hz. Ebu Bekr’in evine gelir. Ona, kendisine hicret emriverildiğini söyler. Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra ikisi, doğru Sevr Dağı’nın zirvesine çıkarlar. Aslında Medine’ye hicret etmelerine rağmen, sırf suikastçıları şaşırtmak için strateji gereği Medine istikametine değil de, tam ters istikametteki Sevr’e tırmanırlar.

Allah Resûlü, her zaman olduğu gibi, bu seferinde de her türlü tedbiri almıştır. Yol arkadaşı olarak Hz. Ebu Bekr’i seçmiş, ücretini ödeyerek onun devesini almış, yol için gerekli yiyecek ve su hazırlanmış, kılavuz tutulmuş, arkalarından izlerini kapatması için bir davar sürüsü ayarlanmış ve Mekke’den günlük haber getiren bir haberci kullanılmıştır. Bütün bu tedbirlerden sonra Sevr Dağı’nın zirvesindeki birkaç kayanın üzerini kapattığı, üç tarafı insan girebilecek kadar açık olmasına rağmen mağarayı andıran büyükçe bir kayanın altına gizlenmişlerdir. Ancak, her tarafta onları arayan müşrikler üç gün sonra mağaranın ağzına kadar gelmişlerse de, Allah bu iki hicret yolcusunu korumuştur. Kur’an, bu sahneyi şöyle anlatmaktadır:

Hani, o ikisi mağarada iken arkadaşına: ‘Üzülme! Allah bizimle beraberdir’ diyordu. Tam o sırada Allah ona serinkanlılık indirdi ve onu sizin görmediğiniz ordularla destekledi. Kâfrlerin planını da alaşağı etti...” (Tevbe sûresi, 9/40)

Buradan anlaşılıyor ki, Hz. Ebû Bekr, müşriklerin Hz. Peygamber’e bir zarar vermesinden korkmuş, Peygamberimiz ise onu Allah’ın kendileriyle beraber olacağını hatırlatarak teskin etmiştir. Gerçekten de bu kadar tedbiri aldıktan sonra Allah’a tevekkül etmekten başka çareleri olmayan bu iki kulundan Yüce Allah yardımını esirgememiş, elçisine önce “serinkanlılık” indirmiş, ardından da onu “görünmeyen ordularıyla” destekleyerek korumuştur. Kimsenin göremediğive mahiyetini bilemediği bu ordular, müşriklerin mağaranın ağzından geri dönmesini sağlamıştır. Onların gitmelerinden sonra bu iki yolcu Medine yolculuğuna devam etmişlerdir.

Sevr’i anlamak, Hz. Peygamber’i doğru anlamakla mümkündür. Her yönüyle “güzel bir örnek olan” Allah Resûlü, suikastçılardan korunmak için, gayet yerinde bir strateji uygulayarak bu konuda da örnekliğini göstermiştir. Mekke şartlarında yaşayan herhangi bir insanın yapması gerekenleri yapmış, alması gereken tedbirleri almış, eskilerin tabiriyle “esbaba tevessül etmiş”, ondan sonra “Allah bizimle beraberdir” diyerek tevekkül etmiştir. “Nasıl olsa Allah beni korur” diye devesine binip doğru Medine yoluna koyulmamış, ters yöne gidip, Sevr’de üç gün gizlenerek müşrikleri yanıltmıştır. Dikkat edilirse bu yolculukta Allah’ın yardımı tam zamanında yetişmiştir. Zaten, kendisine yardım edenlere (Onun koyduğu ölçülere göre hareket edenlere) Allah’ın da yardım etmesi, O’nun değişmez bir kanunudur.

Sevr’i anlamak, sünneti, hikmeti, basireti, tedbiri, tevekkülü, Allah’ın yolunda olmayı ve Allah’ın yardımını anlamakla mümkündür. Tedbir almadan tevekkül etmek nasıl doğru olmazsa, esbaba tevessül etmeden, gerekli tedbirlere başvurmadan ilâhî yardım beklemek de doğru değildir. Kısaca Sevr, sünneti ve stratejiyi anlamak demektir. Sevr ziyaret edilirken bunları yeniden anlamaya çalışmalıdır.

Kaynak: Dr.Ekrem Keleş, Umre Rehberi, Diyanet İşleri Başkanlığı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.