Selimiye Camii'ni Peygamberimiz İstedi

Mimar Sinan'ın ustalık eserim dediği Selimiye Camii'nin yapılışı hususunda Peygamberimiz (s.a.v), rüya-yı sâdıka yoluyla sultan 2. Selim'e uyarıda bulunuyor.

Mîmarbaşı Koca Sinan’ın bilhassa “kalfalık eserim” dediği Sü­ley­mâ­ni­ye gibi bir âbideden sonra “ustalık eseri” olarak yaptığı Selimiye Câmii, bütün cihanda o âna kadar yapılan şâheserler içerisinde her şeyiyle ayrı bir sanat kudret ve ihtişâmı sergilemektedir.

Mîmarbaşı Koca Sinan, bu emsalsiz eserine başladığında seksendört yaşındaydı. Eserin yapılmasına karar verilmesi ise, pek ibretlidir. Şöyle ki:

Akdeniz çoktan bir Osmanlı gölü olmasına rağmen Kânûnî’nin ömrü yetmediği için Kıbrıs adası fethedilememişti. Gün geçtikçe de bir çıban başı hâlinde rahatsızlık arz etmeye başlamıştı. Üstelik hac farîzası için deniz yolunu kullanan müslümanların yol güvenliğini tehdit etmekteydi. Bunun üzerine 2. Selîm Han, babası Kânûnî’ye nasîb olmamış bulunan bu adanın fethini gerçekleştirmeye azmetti.

Ardından Kıbrıs’ın fethi rüyâsını hakîkat kılmak yolunda devlet erkânını topladı ve uzun istişârelerden sonra fermân eyleyip Donanma-yı Hümâyûn’u deryâya saldı ve:

“Şâyet bu adanın fethi müyesser olursa, rızâ-yı ilâhî için şükür sadedinde büyük bir câmi yaptıracağım!..” diye de bir adakta bulundu.

Nihâyet Cenâb-ı Hakk’ın nusret ve inâyetiyle fetih müyesser oldu ve Kıbrıs adası bir İslâm diyârı hâline geldi. Ancak Pâdişah 2. Selîm Han, devlet işlerinin çokluğu ve daha nice meşgaleler sebebiyle vaadini unutmuştu. Epey bir zaman sonra rüyâsında Rasûlullâh -sal­lâl­lâ­hu aleyhi ve sellem-’i gördü. Hazret-i Peygamber -sal­lâl­lâ­hu aleyhi ve sellem-, ona şöyle hitâb etti:

“–Ey Selîm! Sen murâd eyledin, Hak nasîb kıldı. Sözünde sâdık olasın. Kıbrıs’tan alınan ga­ni­metle vaad ettiğin câmiyi Edirne’ye yaptırasın!..”

  1. Selîm Han, dehşet ve hayretler içinde uyandı. Gönlünde bir yandan sözünde duramamanın mahcûbiyeti, diğer yandan da rüyâsında

    Allah Rasûlü -sal­lâl­lâ­hu aleyhi ve sellem-’i görmenin sevinci vardı.

Sabahleyin rüyâsını ilk olarak lalası Mustafa Paşa’ya anlattı. Pür dikkat kendisini dinleyen Paşa da, şaşkınlık içindeydi:

“–Sul­tâ­nım! Bu ne hikmettir ki, benim size anlatacağım rüyâyı siz bana anlatıyorsunuz!” dedi.

Pâdişah ve lalası, aynı rüyâyı görmekten mesrur ve memnun bir şekilde Cenâb-ı Hakk’a hamd ü senâlar ettiler. Muhammed Mustafâ -aleyhisselâm-’a salevât-ı şerîfeler getirerek sevinç gözyaşları döktüler.

Bundan sonra Sultan Selîm, der­hâl devlet erkânından vüzerâ, vü­ke­lâ ve ulemâyı huzura topladı. Hazret-i Peygamber -sal­lâl­lâ­hu aleyhi ve sellem-’in emri vechile yüce mâbedin Edirne’ye yapılmasına karar verdi. Bu kudsî va­zi­fenin îfâsı husûsunda da asrın en büyük mîmârı sıfatıyla orada bulunan Koca Sinan’a dönerek şöyle dedi:

“–Ey Devlet-i Aliyye’yi nice mâbedleri ve insanlığa faydalı âbi­de­leriyle bezeyen Koca Üstâd! Söylenenleri dinledin ve anladın. İmdi bu eser öyle bir eser ola ki, bütün cihanda dahî emsâli bulunmaya!..”

Koca Sinan da, aynı gönül coşkunluğu içerisinde gözleri dolarak:

“–Sul­tâ­nım! Bu eserle mâdem ki Hazret-i Peygamber -sal­lâl­lâ­hu aleyhi ve sellem- dahî bizzat alâkadar olmuşlardır; dün­ya durdukça dimdik duracaktır bi-iznillâh!..” mukâbelesinde bulundu.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş / Osmanlı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.