Sami Efendi’den Hatıralar

Mahmûd Sami Ramazanoğlu Hazretlerinden hatıralar...

Mahmûd Sâmi Ramazanoğlu Efendi çok cömert ve fedâkâr bir zât idi. Sabahları Erenköy’den Haydarpaşa Garı’na trenle gelir, oradan gemi ile Karaköy’e geçer, Karaköy’den Eminönü-Tahtakale’ye kadar yürür, dolmuşa vereceği parayı, Cenâb-ı Hakk’ın lutfettiği sıhhat nîmetine bir şükür ifâdesi olarak sadaka verirdi. Sadaka vereceği parayı da güzelce bir zarfa koyar, büyük bir nezâketle ve teşekkür edâsıyla takdim ederdi.[1]

Afyon Sandıklı Câmiî imamı şöyle anlatmıştır: Bir gün paraya çok daraldım. Yüz elli liraya ihtiyacım vardı. Paranın kıymetli zamanı, kimseden borç bulamadım. Ne yapayım yâ Rabbî, diye düşünüyordum. İstanbul’dan Sâmi Efendi Sandıklı’ya gelmiş. Arkadaşları ile öğle namazına benim camiye geldiler. Namazı kıldıktan sonra elini öpüp: “Hoş geldiniz efendim”, dedim. Hal ve hatırımı sorduktan sonra cebime bir zarf soktular. Kendi kendime: “Eyvah, bir hatamı gördüler gâliba, beni utandırmamak için kâğıda yazdılar” diye düşünüyordum. Onlar gidince zarfı açtım, içine yüz elli lira koymuşlar. Oturdum, ağladım.[2]

Ankara’dan İstanbul’a gelip Sâmi Efendi’yi ziyaret eden bir seveni, ziyaret mahallinden ayrılır. Yarım saat sonra Sâmi Efendi’yi yalnız başına iskeleye inerken görür. Merak eder. Bakalım Efendi hazretleri ne yapacak, diye takip eder. Sâmi Efendi sopaya geçirdiği simitleri satan bir simitçinin bütün simitlerini satın alır. Bu simitleri, iskeleye varıncaya kadar yolda gördüğü çocuklara hediye ede ede gider. Sonunda simitler biter, Sâmi Efendi de vapura biner.[3]

Ahmet Karabulut Bey anlatıyor: Bir sene Ramazan Bayramı yaklaşıyordu. Elim çok dar, çocuklar bayramlık istiyorlar. Hanım: “Yâ hu, bu kadar ahbâbın var, biraz ödünç para iste de şu çocukları sevindirelim”, dedi. Ben bir kimseden para istemeye sıkılıyordum. Arefe günü bir kardeşim elime bir zarf verdi. Zarfı açtım, Sâmi Efendimiz bir mektup ve para göndermişti. Mektupta şöyle yazıyordu: “Evlâdım Ahmed! Bu para ile çocuklara bayramlık alırsınız.”[4]

Mahmûd Sâmi Efendi’nin ve hanımının hizmetinde bulunan Zâhide Topcu Hanım şöyle anlatıyor: “Sâmi Efendi bizi incitmemeye çok dikkat ederdi. Bir defasında helva yapmıştım. Ama nasıl olduysa altı biraz yanmıştı. Tabağa koyup takdim ettiğimde, yediler ve tebessümle: ”- Kazandibi gibi olmuş, çok güzel” diyerek hem tesellî ettiler, hem de sevindirdiler.[5]

Ali Ulvi Kurucu Bey bir ara Mahmûd Sâmi Efendi’nin İbrahim b. İdrîs es-Sünûsî el-Fâsî’nin en-Nûru’l-lâmi isimli Arapça eserinden sohbet yaptığına şâhid olmuş. Bu eser ümmetin birlik beraberlik içinde olması gerektiğini anlatan bir esermiş. Bir süre sonra Ali Ulvi Bey Konya’dayken rüyasında Sâmi Efendi kendisine bu eseri Türkçe’ye tercüme etmesini tavsiye etmiş. Sabah olunca o dönemde Konya’ya gelmiş olan Ömer Kirazoğlu Bey ile görüşmüş. Henüz ona rüyasını anlatmadan Sâmi Efendi’nin damadı olan Ömer Kirazoğlu: “Ali Ulvi Bey! Sâmi Efendi hazretlerinin size selamları var, İbrahim Sünûsî’nin en-Nûru’l-lâmi’ isimli eserini tercüme etmenizi istirham ediyorlar” demiş. Bunun üzerine Ali Ulvi Kurucu Bey bu eseri Asırlar Boyunca Parlayan Nur adıyla tercüme etmiş ve eser yayınlanmıştır (Ankara 1963).

Ali Hüsrevoğlu Bey şöyle anlatıyor: Sâmi Efendi çoğu kere sözü bir hikâye ile, yaşanan bir olay ile, bir misal getirerek anlatır, muhâtabının anlamasına yardımcı olurdu. Mesela anlattığı konuyu anlamayan birine, anlatmak istediği konuya vesile yaptığı hikâyeyi farklı aralıklarla onbeş sene süreyle anlatmaya devam ettiğini ilgili kimsenin kendisinden dinlemiştim. Aynen şöyle dedi: “Bana anlatmak istediği konuyu anlamamışım. Ben anlayıncaya kadar onbeş sene bakkal hikâyesini bana sabırla anlatmaya devam etti. O hikâye de şudur:

Bir mahallede dükkânı bulunan Hâtim-i Esam meşrebli bir bakkal amca, çocukların ve bazı açıkgözlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere bazı silik ve sahte paraları vermeleri durumunda hatalarını yüzlerine vurmamak için onları gerçek para gibi kabul edip istediklerini verir, bir yandan sahte paralar piyasadan azalırken bir yandan bu kimse onları boş çevirmemenin mutluluğunu yaşarmış. Bir gün her fânî gibi onun da son vakti yaklaştığında kızını çağırmış ve “Yavrum, şu dolaptaki keseyi getirir misin? demiş. Son nefeslerini soluduğu anlarda keseyi eline almış, Cenâb-ı Hakk’a ellerini açmış: “Ya Rabbi, kulların sahte ve silik paralarla bana gelip ihtiyaçlarını aldılar, ben onların hatalarını yüzlerine vurmadım. Şimdi ben de senin huzuruna geliyorum. Benim sahte ve taklid ile yaptığım amellerimi yüzüne vurma ve beni affet.” Sohbette Sâmi Efendi bunu kendi üslubuyla anlattığı zaman ne kimse kırılır ne darılırdı. Herkes alması gereken dersi anlar ve alırdı.[6]

21 Ekim 2018 tarihinde Kahramanmaraş Kitap Fuarı’nda Tâhir Gören isminde bir amcamızla tanıştık. Gençliğinde İstanbul’da Haliç kenarındaki Sümerbank Fabrikası’nda müdürlük yapmış. Emekli olunca memleketi olan Maraş’a yerleşmiş. Şöyle anlattı: “Ben o zamanlar Mehmed Zâhid Kotku Efendi’ye bağlıydım, Mahmûd Sâmi Efendi’yi de çok severdim. Zaten o dönemde Mehmed Zâhid Efendi bir şehre gelip sohbet yapsa, Sâmi Efendi’nin müridleri de gelir dinler, Sâmi Efendi gelince de Zâhid Efendi’nin müridleri gelip dinlerdi ve dervişân birbirlerine amcaoğlu derlerdi. Benim Sâmi Efendi’nin damadı Ömer Kirazoğlu beyle özel bir dostluğum vardı. Bir gün kendisine: Ömer abi, dedim, benim musikîye çok muhabbetim var, ama Nakşibendî yolunda musikîye fazla yer verilmiyor. Ne dersiniz? Ömer Kirazoğlu abi şöyle cevap verdi: Benim de musikiye biraz ilgim vardı. Sâmi Efendi hazretlerinin izni ve tavsiyesi ile Mevleviyye tarîkatına mensup Halil Can beyden bir süre ney dersi aldım. Büyük Efendi (yani Es’ad Erbilî) hazretleri de şöyle dermiş: Eğer isteseydim musikî hakkında bir kitap yazabilirdim, ama bu yolun büyükleri yazmadığı için ben de yazmadım. Yani o kadar musikî müktesebâtı varmış”.

Merhûm Bandırmalı Nâzım Yüzbaşı amcamız şöyle anlatmıştı: Mahmud Sâmi Efendi bir gün damadı Ömer Kirzoğlu’na: “Ömer Efendi! İstanbul Fâtih-Koska civarında ikâmet eden Maraşlı Ahmed Tâhir Efendi sâlih bir zâttır. Görüşüp istifade etseniz iyi olur” demiş. Ömer Kirazoğlu Koska Caddesine gitmiş, Tâhir Efendi’yi sormuş, bir kahvehâneyi gösterip: “Çoğunlukla orada bulunur” demişler. Ömer Efendi kahvehâneye gelince zar atıp oynayan Tâhir Efendi’yi görmüş. Önce bu durumu garipsemiş. Sâmi Efendi beni bu adama mı gönderdi? diye düşünürken, Tâhir Efendi dönüp ona bakmış ve: “Gel bakalım Sâmi Efendi’nin damadı” demiş. İlk defa gördüğü bu zâttan böyle bir hitap almasına şaşıran Ömer Kirazoğlu bey bir sandalye çekip masaya oturmuş. Bir süre sonra yan masadaki fötrlü, kravatlı bir adam: “Allah” deyip yere yığılmış. Tâhir Efendi adamı yerden kaldırmış, cebinden çıkardığı bir hapı vermiş, adamı evine gönderirken de ailesine haber salmış: “Küçük bir kalp krizi geçirdi, hapını verdik, telaş etmeyin, biraz istirahat etsin” demiş. Sonra Ömer Kirazoğlu abiye dönüp: “Sâmi Efendi kâmil insan yetiştirir. Biz de kahvehâne köşelerinde bunlarla meşgul oluyoruz. Kalp krizi geçiren bu adam yüksek mühendisti, yaşaması gerekiyordu, inşallah uzun süre memlekete hayırlı hizmetler yapacak” demiş. (Not: Maraşlı Tâhir Efendi, Halvetî-Şabanî yolundan Ahmed Amîş Efendi’nin halifesi olan Kayserili Tevfik Efendi’den icâzetli bir şeyh idi. Vefatı 1954).

Sâmi Efendi Kayseri’den İstanbul’a gelen ve kendisini ziyaret eden bir müridine: “Sohbetler oluyor mu?” diye sormuş. O zât da: “Efendim lojmanda oturuyoruz. İki arkadaşız” diye cevap vermiş. Sâmi Efendi: “Allah için iki kişi bir araya gelirse, üçüncüsünü Mevlâ tamamlar” buyurmuş ve sayı az da olsa sohbete devam edilmesinin faydalı olacağını ve zamanla sayının artacağını îmâ etmiştir.[7]

Mahmud Sâmi Efendi 12 Şubat 1984 tarihinde vefat etmiş olup Medîne-i Münevvere’deki Cennetü’l-bakî’ isimli mezarlıkta medfûndur. Rûhu için el-Fâtiha.

Dipnotlar:

[1] Zâhide Topcu- Mehmet Topcu, Sohbet-i Ârifân, İstanbul 2013, s. 15. [2] Osman Karabulut, Ârifler Sultânı Ramazanoğlu Mahmûd Sami, Konya 1994, s. 54. [3] Mustafa Eriş, Mahmûd Sâmi Efendi’den Hâtıralar, İstanbul 2016, c. 1, s. 152-153. [4] Osman Karabulut, Ârifler Sultânı Ramazanoğlu Mahmûd Sami, s. 54. [5] Zâhide Topcu- Mehmet Topcu, Sohbet-i Ârifân, s. 14. [6] Necdet Tosun, Mahmud Sami Ramazanoğlu, Köln: Plural Publications, s. 47-48. [7] Necdet Tosun, age, s. 54.

Kaynak: Necdet Tosun, Altınoluk Dergisi, Sayı: 396

 

İslam ve İhsan

MAHMUD SAMİ RAMAZANOĞLU (K.S.) KİMDİR?

Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.) Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.