Şakk-ı Kamer Mucizesi

Cenâb-ı Hak, sırât-ı müstakîme dâvet için vazîfelendirdiği peygamberlerini, kitlelere tesir edip onları îmâna cezbedebilecek fevkalâde bir salâhiyet ile mücehhez kılmıştır. Bu, karşılaşacak­ları küfr-i inâdînin kırılabilmesi içindir. Ayrıca peygamberlere, kitlelerin kendilerine tâbî olmalarını temin için birtakım hârikulâde lutuflar da verilmiştir ki, bunlara “mûcize” deni­lir.

Mûcizeler, her peygambere, kendi devirlerinde hayranlık uyandıran kudret ve kuvvete da­yalı olarak sergilenen fârikalara göre lutfedilmiştir. Meselâ, Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- devrinde sihir­bazlık zirvedeydi. Bu sebeple O’na bu sahada bir mûcize verildi: Asâ ve Yed-i Beyzâ gibi.

Hazret-i Îsâ devrinde de tıp ilmi terakkî kaydetmiş ve tabipler, halkın gözünde çok üstün bir mevkî kazanmışlardı. Bu yüzden O’na da en mâhir tabipleri bile acze düşürüp itaatle­rini temin ettirecek bir mûcize bahşedildi: Ölüleri diriltmek gibi.

Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’ın nübüvveti ise, kıyâmete kadar bütün za­man ve mekânlara şâmil olduğundan, O, önceki peygamberlerin tamâmındaki salâhiyet, ik­tidar ve mûcizâta sâhip olup bütün bu yekûnun da üstündedir. Bu bakımdan O’nun mûcizeleri, zamânının en müessir mesleği olan belâgat, fesâhat ve talâkata münhasır kalmayıp çeşitli sahalara şâmil bir sûrette gerçekleşmiştir. Bunlardan biri de, yukarıda îzâh edilen zâlim müşriklerin boykotları sebebiyle yorgun ve bitkin hâle gelen mü’minlerin gönüllerine bir tâzelik, hamle gücü ve ümit iksîri sunmak, kâfirlere ise karşı koydukları bu yeni oluşumun kudret ufku hakkında bir îkazda bulunmak sadedinde gerçekleşmiş olan “Şakk-ı Kamer” yâni “Ay’ın ikiye yarılması” mûcizesidir.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu büyük mûcizesi, boykot yıllarında, Mekke devrinin dokuzuncu senesinde vukû bulmuştur.

Mehtaplı bir gecede Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Rabbine duâ etmiş ve Ay ikiye bölünmüş, bu mûcize her taraftan görülmüştü. Ay ikiye ayrıldığında bir parçası Ebû Kubeys Dağı tarafında, diğer parçası Kuaykıân Dağı tarafında müşâhede edildi. Müşrikler, bizzat gördükleri bu apaçık mûcizeye rağmen yine de îmâna gelmekten imtinâ ettiler. Hattâ Ebû Cehil «Bu bir sihirdir!» diye­rek bu mûcizeyi de inkâr etti.

Bu mûcizeyi görmüş olan müşrikler, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sel­lem- için:

–Bizi büyüledi, ama herkesi büyüleyemez!” dediler.

Bunun üzerine, Mekke dışındaki uzak yerlerden gelen kervanlara da böyle bir hâdise görüp görmediklerini sordular. Onlar da Ay’ın yarıldığını gördüklerini bildirdiler.

Bu hâdisenin ardından şu âyet-i kerîme nâzil oldu:

اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ. وَاِنْ يَرَوْا اَيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ

“Kıyâmet yaklaştı ve Ay yarıldı. Onlar bir mûcize görseler, hemen yüz çevirirler ve: «Eskiden beri devâm edegelen bir büyüdür.» derler.” (el-Kamer, 1-2) (Vâhidî, s. 418; Tirmizî, Tefsîr, 54/3286)

Bütün Mekke halkı, Ay’ın ikiye bölündüğünde ittifâk etti. Kalbinde hidâyet ışığı olanlar, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’i tasdîk etti; kilitli kalpler ise, “Ne büyük bir sihirbaz!” dediler.

Nitekim meşhur astronomi âlimi Fransız astronom Lefrançois de Lalande, Ay’ın geçmiş hareketlerini ince­lerken “Şakk-ı Kamer” mûcizesinin doğruluğunu kabûl etmek zorunda kalmıştır. (Zekâî Konrapa, s. 110.)

KAYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ, Hazret-i Muhammed Mustafa-1, Erkam Yayınları, İstanbul

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.