Şâirlerin Peygamberimize Olan Muhabbeti

Hasret dolu gönüllerle Peygamber Efendimize izhâr edilen binlerce eser yazılmıştır.

Şâirlerin Allah Rasûlü’ne muhabbetlerini izhâr ettikleri naat ve kasîdeler, ciltlerce kitap oluşturacak kadar çoktur. Zira bu naatlerin -tıpkı Kâ‘b bin Züheyr -radıyallâhu anh-ʼın affına ve Peygamber iltifâtıyla şereflenmesine vesîle olan Kasîde-i Bürdeʼsi gibi- kendilerinin de af ve mağfiretlerine medâr olması ümîdi, müslüman şâirlerin en büyük şevk ve ilham kaynağı olmuştur.

Dîvân edebiyatının büyük şâiri Fuzûlî, meşhur “Su Kasîdesi”nde, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe hasretle dolu gönlündeki sevdâ yangınını ifâde eder.

Naat edebiyâtının müstesnâ sîmâlarından şâir Nâbî ne güzel söyler:

Bende de cür’et-i medhün o memerdendür kim

Geldi nutk itdi huzûrunda nebâtât ü cemâd…

“(Yâ Rasûlâllah!) Sen’i medhetmeye cür’et edişim şu sebeptendir ki, pek çok ağaçlar ve taşlar, bitkiler ve cansız varlıklar dahî Sen’in huzûr-i saâdetine gelip konuşmuşlardır.”

HAC YOLUNDA KENDİNİ BULAN ŞÂİR

Şâir Nâbî, çıktığı hac yolculuğunda, Medîne-i Münevvere’ye yaklaşırken, kâfiledeki bir paşanın gafleten ayağını Ravza-i Mutahhara’ya doğru uzatmasına çok üzülür. Büyük bir teessür içinde aşağıdaki mısrâları yazarak Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe olan tâzîmini ifâde eder:

Sakın terk-i edebden kûy-i mahbûb-i Hudâ’dır bu!

Nazargâh-ı ilâhîdir, makâm-ı Mustafâ’dır bu!

“Cenâb-ı Hakk’ın nazargâhı ve O’nun sevgili Peygamberi Hazret-i Muhammed Mustafâ’nın makâmı ve beldesi olan bu yerde edebe _nbiyadır_ikten sakın!”

Murâât-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha;

Metâf-ı kudsiyândır, bûsegâh-ı _nbiyadır bu!..

“Ey Nâbî! Bu dergâha, edep kâidelerine uyarak gir! Burası, meleklerin etrafında pervâne kesildiği ve peygamberlerin (eşiğini) öptüğü mübârek bir makamdır!..”

Yürekten dökülen bu samimî iştiyak karşısında, Rasûlullâh’ın mûcizevî tembihâtıyla Ravza müezzinleri, sabah namazı vakti, bu naati minârelerden okurlar. Rasûlullâh’ın bu iltifâtı, Nâbî’yi çok duygulandırır; yaşlı gözlerle Ravza’ya girer.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Gönüller Sultanı Efendimize Muhabbet, Erkam Yayınları, 2015

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.