Safer Ayı Uğursuzluk Ayı Değildir

“Bulaşma, kuşların uğursuzluğu, baykuş uğursuzluğu, Safer ayı uğursuzluğu yoktur. Cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaç” hadisini nasıl anlamalıyız?

Derleyen: Dr. Murat Kaya

Araplar, savaşın, baskınların, intikamın yasaklandığı mübarek haram aylarından çıkıp da ölümün, savaşın, soygun ve baskınların yapıldığı Safer ayına girdiklerinde bu durum onlara çok ağır geliyordu. Bu durum, onlarda, Safer ayının uğursuz olduğu îtikâdını oluşturdu. İslâm ise buna inanmalarını yasaklamıştır. Zira vakit, sadece vakit olması açısından uğursuzluk veya zarar getirmez. Uğursuzluk veya zarar, insanın bu vakitte yaptığı kötülükten doğmaktadır. Kötü kişi kötülüğü işlemek sûretiyle zamana da zemine de uğursuzluk getirmektedir, aksi ise doğru değildir.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyururlar: “Bulaşma, kuşların uğursuzluğu, baykuş uğursuzluğu, Safer ayı uğursuzluğu yoktur. Cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaç.” (Buhârî, Tıb, 19; Müslim, Selâm, 106)

Ebû Gudde Hocaefendi şöyle der: “Bana göre bu hadisin mânâsı şu şekildedir: «Lâ advâ: Bulaşma yoktur» demek, «Birbirinize hastalık bulaştırmayın!» demektir. Yani bulaşıcı hastalığa yakalanan kişi, Allah’ın takdiriyle hastalığı başkalarına bulaştırmaktan korkarak sağlıklı kişilerle beraber olmaktan sakınsın! Buradaki «Lâ», Bakara 197’deki «Lâ rafese: Cinsî davranışlarda bulunmasın, günaha yönelmesin, tartışmasın»da olduğu gibi nehiy mânâsındadır.

KÖTÜLÜK ZAMANDA DEĞİL İNSANIN YAPTIKLARINDADIR

Hadisin devamındaki «Safer ayı uğursuzluğu yoktur» demek, «Safer ayını uğursuz saymayın!» demektir. Araplar, savaşın, baskınların, intikamın yasaklandığı mübarek haram aylarından çıkıp da ölümün, savaşın, soygun ve baskınların yapıldığı Safer ayına girdiklerinde bu durum onlara çok ağır geliyordu. Bu durum, onlarda, Safer ayının uğursuz olduğu îtikâdını oluşturdu. İslâm ise buna inanmalarını yasaklamıştır. Zira vakit, sadece vakit olması açısından uğursuzluk veya zarar getirmez. Uğursuzluk veya zarar, insanın bu vakitte yaptığı kötülükten doğmaktadır. Kötü kişi kötülüğü işlemek sûretiyle zamana da zemine de uğursuzluk getirmektedir, aksi ise doğru değildir.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in «Cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaç!» ifadesi, aynı hadisin devamı olup bazı âlimlerin zannettiği gibi ayrı bir hadis değildir. Böylece hadisin başı ile sonu arasında tam bir irtibat sağlanmaktadır. Hikmet deryası olan Rasûl-i Ekrem Efendimiz, sıhhatli insanın Allah Teâlâ’nın takdiriyle kendisini koruması için, hastalığa sebep olan şeylerden kaçınmasını emrettiği gibi, bulaşıcı hastalığa yakalanan hastanın da yine Allah Teâlâ’nın takdiriyle başkalarına hastalığı bulaştırıp onları da hasta etmemesi için, sıhhatli insanlarla birlikte olmasını yasaklamaktadır.

Bu mânâ şu hadîs-i şerîfe tam olarak uygunluk arzetmektedir: «Hastalıklı olan, sakın sıhhatli olanla beraber olmasın!» (Buhârî, Tıb, 54; Müslim, Selâm, 104)

Bu hadiste Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, hastalıklı develerin sahibine, bu develeri sıhhatli develerin yanına koymayı yasaklamaktadır. Bunun sebebi, Allah Teâlâ’nın takdiriyle meydana gelecek olan bulaşma hâdisesidir. Dolayısıyla İslâm, maddî varlıklarda bulaşma hâdisesini kabul etmektedir. Hatta mânevî mevzularda bile bulaşma hâdisesini kabul etmektedir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyorlar: «Kişi, arkadaşının dîni üzeredir. Sizden biriniz, kiminle arkadaşlık yaptığına iyi baksın!» (Ebû Dâvud, Edeb, 16/4833; Tirmizî, Zühd, 45/2378)

«Sadece mü’min ile arkadaşlık et, onunla beraber ol! Yemeğini de ancak takvâ sahibi kişiler yesin!» (Ebû Dâvûd, Edeb, 16/4832; Tirmizî, Zühd, 56/2395)

«Her çocuk fıtrat üzere saf ve tertemiz doğar. Sonra annesi babası onu yahudî, hristiyan veya mecûsî yapar…» (Buhâri, Cenâîz, 80; Müslim, Kader, 22)

Yani ana-baba, çocuğunun yahudi, nasrânî ve mecûsîlerle birlikte olması sebebiyle onlara katılmasına sebep olmaktadır.” (Aliyyü’l-Kârî, Uydurma Olduğunda İttifak Edilen Hadisler, thk. Abdü’l-Fettâh Ebû Gudde, trc. H. İbrahim Kutlay, İstanbul: İnkılâb, 2012/1434, s. 65-67)

UĞURSUZLUK YOKTUR

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, insanların bazı şeylere uğursuzluk atfetmesini yasaklamış, bütün her şeye iyi ve müsbet bir nazarla bakmayı esas kılmıştır. Bir gün: “−Uğursuzluk yoktur. Ben, hayra yormayı tercih ederim” buyurmuştu. Sahâbîler: “–Hayra yorma (tefe’ül) nedir?” dediler. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz: “–Güzel ve olumlu sözdür” buyurdu. (Buhârî, Tıb, 19; Müslim, Selâm, 102)

Yine birgün Hz. Muhammed’in -sallallahu aleyhi ve sellem- huzûrunda uğursuzluktan söz edilmişti. Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: “−En güzeli, hayra yormaktır. Uğursuzluk, hiçbir müslümanı teşebbüsünden vazgeçirmesin. Herhangi biriniz hoşlanmadığı bir şey gördüğü zaman şöyle desin:

اَللّٰهُمَّ لَا يَأْتِي بِالْحَسَنَاتِ إِلَّا أَنْتَ وَلاَ يَدْفَعُ السَّيِّئَاتِ إِلَّا أَنْتَ وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلَّا بِكَ

“Allah’ım! İyilikleri sadece sen verirsin; kötülükleri yalnız sen giderirsin. Günahtan kaçacak güç, ibadet edecek kuvvet ancak senin yardımınla kazanılabilir».” (Ebû Dâvûd, Tıb, 24/3919)

Yine bir sahâbî: “–Aramızda uğursuzluğa inanan adamlar var” demişti. Allah Rasûlü ona şöyle buyurdu: “–Bu onların gönüllerinde hissettikleri bir duygudur. Bu duygu onları işlerinden alıkoymasın!” (Müslim, Mesâcid, 33)

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bir türlü sonuçlandırılamayan Hudeybiye anlaşması sırasında müşrikler adına Süheyl bin Amr’ın temsilci olarak geldiğini görünce, onun ismindeki kolaylık mânâsından tefe’ül ederek, “İşiniz kolaylaştı” buyurmuştur. (Buhârî, Şurût, 15)

HER İŞE SAĞDAN BAŞLAMAK

Hz. Âişe (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Peygamber Efendimiz ayakkabı giyerken, saçını sakalını tararken, abdest alırken ve bütün işlerinde her zaman sağdan başlamayı severdi. (Buhârî, Vudû’, 31)

Rasûlullah Efendimiz tefe’ülü, hayır ummayı sever, uğursuzluğu kabul etmezdi. Kur’ân-ı Kerîm’de Cennet ehlinin Ashâb-ı Yemîn: Sağ ehli olduğu ifâde buyrulduğu için Efendimiz (s.a.v) de onlardan olma arzusuyla, bir mânî olmadıkça, dünyadaki işlerinde de imkân nisbetinde hep sağı tercih ederdi.

Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyururlar: “Bütün ümmetler bana arzedilip gösterildi. Bir peygamber önümden geçmeye başladı, yanında bir ümmet vardı. Bir peygamber geçti, yanında bir topluluk vardı. Bir peygam­ber geçti, yanında on kişi vardı. Bir peygamber geçti, yanında beş kişi vardı. Bir peygamber geçti, yalnız başınaydı. Sonra bir de baktım ki büyük bir kalabalık…

«‒Ey Cibrîl! Bunlar benim ümmetim mi?» diye sordum. O: «‒Hayır, lâkin şu ufka bak!» dedi.

Oraya bakınca çok büyük bir kalabalık gördüm. Cibrîl (a.s.): «‒İşte bunlar Sen’in ümmetindir. Onların önünde bulunan şu yetmiş bin kişiye ne hesâb vardır ne de azâb!» dedi.

Ben: «‒Niçin?» diye sordum.

Cibrîl (a.s.): «‒Çünkü onlar ateşle dağlayarak tedâvi olmaya çalışmazlar, birinden kendilerine rukye (okuyarak tedâvi) yapmasını istemezler (zîrâ böyle bir durumda mahlûktan bir fayda bekleyerek hakîkî tevekküle mânî bir iş yapmış olurlar), uğursuzluk inancı taşımazlar. Onlar ancak Rablerine tevekkül ederler!» dedi.”

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bunu söyleyince Ukkâşe bin Mıhsân hemen O’na doğ­ru ayağa kalktı ve: “‒(Yâ Rasûlallah!) Beni onlardan kılması için Allah’a duâ ediver!” dedi.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz: “‒Allâh’ım! Bunu onlardan kıl!” diye duâ ettiler. Sonra başka bir sahâbî daha kalkıp: “‒Beni de onlardan kılması için Allah’a duâ ediver!” dedi.

Allah Resûlü: “‒Ukkâşe bu hususta seni geçti!” buyurdular. (Buhârî, Rikâk, 50; Müslim, Îmân, 367-374)

İslam ve İhsan

SAFER AYINDA OKUNACAK DUALAR

Safer Ayında Okunacak Dualar

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Uğursuzluk başka şey yer yüzüne bela indirilmesi başka şey bu ay uğursuz kabul edilemez fakat bu ay da yeryüzüne bir takım belaların indirildiği hakkında zayıf da olsa hadis vardır diyen hocalar var hadis zayıf da olsa ihtiyatlı davranmak gerekir

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.