Şadiye Sultan’ın Hatıraları

Yazar Bahadır Yenişehirlioğlu, Osman Nuri Topbaş’ın kaleme aldığı Tarihe Yolculuk eserinden “Şadiye Sultan” kesitini seslendiriyor. Erkam Tv hesabına abone olarak video serisini takip edebilirsiniz…

ŞÂDİYE SULTAN

Bu sultânın gurbet ve çileleri ise daha çocukluğunda başlamıştı. Babası II. Abdülhamid Hân’ın tahttan indirilmesiyle başlayan çile ve ıztırap dolu günleri o da beraberce yaşamıştı. Gencin ricâsı üzerine babası II. Abdülhamid’den bir nebze bahsetti.

Târih Baba anlatılanları biliyordu, ancak genç, ilk defa duyuyor ve Koca Sultan hakkındaki düşünceleri altüst oluyordu. Büyük bir dehşet ânı yaşıyordu. Bir taraftan da târihi yanlış öğretenlere kızıyordu.

Şâdiye Sultan şöyle dedi:

“Babam, sıhhatli bir zât idi, sağlam bir bünyesi ve idmanlı bir vücûdu vardı. Küçüklüğümde onun bir defa hastalandığını hatırlarım. Çok az uyurdu. Şafaktan önce kalkardı, beş vakit namazını kılar, dâimâ Kur’ân-ı Kerîm ve Buhârî-i Şerîf okurdu. Dindar, Allâh’ına bağlı, büyük bir müslüman idi. Abdestsiz yere basmazdı. Çok çalışkandı.

Devlet ve millet işlerinden iyi anlar ve onlarla meşgûliyeti canı kadar severdi. Kâtipleri ve mâbeyncileri ile beraber çalışır, günün mühim kısmını onlarla geçirirdi...

Cuma selâmlığından dönerken, tek atlı faytona biner ve kendi kullanırdı. Yemekleri gâyet sâde idi. Yoğurt ve yoğurtlu yumurtayı (cılbır) çok severdi...”[1]

Şâdiye Sultan’ın anlattıkları arasında câlib-i dikkat bir husus daha vardı. Bunu da şöyle dile getirdi:

“Babam hayvanları çok severdi. Bilhassa beyaz papağanı yıllarca ona arkadaşlık etmişti.

Bu papağan, aynı zamanda onun istihbârat vâsıtası idi. Odasının dışında konuşulan şeyleri gelir, babama haber verir, gayet güzel bir teleffuz ve sadâkatle tekrar ederdi.”[2]

Genç, bunu dinlerken bir taraftan tebessüm etmiş bir taraftan da tefekküre dalmıştı.

Daha sonra, bir idârecinin nasıl bir mes’ûliyet şuuru içinde olması gerektiğine güzel bir misâl teşkil eden hâdiseler dinlediler. Şâdiye Sultan şöyle diyordu:

 “Babamın zaman-ı saltanatında yalnız bir tek harp hatırlıyorum. O da Yunan Harbi’dir. Bu benim çocukluk zamanıma rastlamıştır. Hatırladığıma göre, haremdeki dâirelere top top bezler getirilip dağıtılmıştı. Yaralı askerler için gecelikler dikilirdi. Hizmetkârlarımızla beraber sabahın erken saatlerinden, gece uyku vaktine kadar dikiş makinelerimizin başında bizden istenilen sayıda giyeceği yetiştirmeye çalışırdık. Bu hummâlı faâliyet bütün muhârebe müddetince devâm etti. Ben de çamaşırlara düğme dikerdim. Aklımca büyük bir iş gördüğümü sanırdım. Babam (II. Abdülhamid) aramıza gelir:

«–Âferin evlâtlarım, Allâh sizlerden râzı olsun, vatan için çalışmak ne tatlıdır, Allâh vatanımızı düşmanlardan muhâfaza buyursun!» derdi. Biz bu sözlerden kuvvet ve şevk alırdık. Zaman kaybolmasın diye gözümüzü iğnemizden ve makinemizden ayırmaksızın onu dinlerdik. Vatan! Vatan! Babam bunu bizlere ne kadar çok söylemişti.

Bir Tâlimhâne Köşkü vardı. Geniş ve büyük bahçesindeki askerî kışlada maiyyet bölüğü bulunurdu. Tâlimlerini gider seyrederdik. Yunan Muharebesi’nde kışlanın bir kısmını hastahâne yapmışlardı. Yaralı askerler geldikçe onlara nasıl ihtimam göstereceğimizi bilemezdik. Babam bizzat buraya gelir, «Ahmetçik»lerini, «Mehmetçik»lerini okşar, hatırlarını sorardı. Yaralılara evlerimizden şeker ve sâire hediyeler gönderirdik.”[3]

II. Abdülhamid Han, Osmanlı Devleti’ni herhangi bir savaşa dâhil etmemek için bütün siyâsî kâbiliyetini kullanmıştı. Devleti tehdit eden tehlikeleri önlemek için siyâsetin silâhtan daha müessir olduğunu, siyâsî târihimize en büyük bir ders olarak bırakmıştı. Otuz üç senelik saltanatında sadece bu harp vukû bulmuş, o esnâda Cihân Pâdişâhı işte böylesine bir telâş ve titizlik içinde olmuştu. Bir taraftan elinden gelen her şeyi yapmış, bir taraftan da gece gündüz uyumadan duâ etmişti.

Genç, büyük bir sürûr içindeydi. Biraz sonra hüzünlü haberler duyacağını hisseder gibi olunca, bu sürûru yavaşça yok olmaya başladı. Şâdiye Sultan, babasının milletini ve vatanını ne kadar çok sevdiğini gösteren şu hâtırasını anlatmaya başladı:

“(Babamın hal’ edildiği hâdiseler başladığında) sarayda emniyetin yok olduğu o telâşlı sıralarda, İngiltere, Fransa, Almanya gibi büyük devletlerin elçilerinin babamla mülâkatları vardı. «Hâlihazırdaki vaziyet karşısında, kendilerine mürâcaat vâkî olduğu takdirde, devletlerinin babamın emirlerine âmâde olduğunu» resmen bildirmişlerdi. Babam bilmukâbele teşekkür etmiş ve «Böyle bir şeye lüzum olmadığını» beyân etmişti. Mülâkâtı tâkiben babamın:

«–Bu hazırlıkların tamamı, benim hayâtım üzerinde olduğu, gün gibi âşikârdır. Amcam şehid Abdülaziz’in âkıbetine mâruz kalacağım ise bence mâlum! Bununla beraber, etlerimi cımbızla koparacaklarını bilsem, bir ecnebî devlete ilticâyı düşünemem. Vatanımdan kaçmak mûcib-i ârdır. Hattâ bu, benim gibi otuz üç sene bir devlete pâdişahlık etmiş bir insanın irtikâb edemeyeceği en büyük alçaklıktır. Ben Allâh’ıma ve mukadderâtıma tâbîyim» dediğini bizzat kulaklarımla işittiğim vakit, içinde bulunduğumuz hâlin vahâmet derecesini ancak kavrayabilmiştim.”[4]

Dipnotlar:

[1] Şâdiye Sultan, Hayâtımın Acı ve Tatlı Günleri, İstanbul ts. Bedir Yay. s. 23.

[2] Şâdiye Sultan, a.g.e., s. 29.

[3] Şâdiye Sultan, a.g.e., s. 30-31.

[4] Şâdiye Sultan, a.g.e., s. 31-32.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Tarihe Yolculuk, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

SULTAN 2. ABDÜLHAMİT KİMDİR?

Sultan 2. Abdülhamit Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.