Sadakayı Açıktan mı Yoksa Gizliden mi Vermeli?

İhlâstan mahrum gönüllerin riyâ ve gösteriş gibi marazlarla bulanık hayırları hiçbir değer ifâde etmez. Bu hususta en büyük tehlike, infâk edenin nefsine bir pay çıkarması veya yaptığı hayrı fânî menfaat düşünceleriyle gölgelemesidir.

İhlâsı yok edip ecri zâyî eden bu kalbî marazlardan kurtulmanın en müessir yolu da “gizliliğe riâyet”tir.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Eğer sadakaları (zekât ve benzeri hayırları) açıktan verirseniz bu güzel bir şeydir. Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır. Allah da bu sebeple sizin günahlarınızı örter. Allah, yapmakta olduklarınızı bilir.” (el-Bakara, 271)

GİZLİCE İŞLENEN AMEL

Yani gizlice infâk edenin, Allah da ayıp ve kusurlarını setreder. Böyle bir infak, günahlara kefâret olduğu gibi, kibir iptilâsından da koruyarak ecrin zâyî olmasını önler.

Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“Kulun gizli işlediği amele, Allah Teâlâ gizlilik mükâfâtı yazar. Eğer bu ameli açıklarsa, mükâfâtını da alenî ameller bölümüne yazar. Eğer yaptığını söylerse, o vakit ameli riyâ defterine geçer.” (İhyâ, I, 595)

Yine âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerin beyanları vechile, infâkını gizleyebilenler, günahları affedilen ve kıyâmetin dehşetli ânında Arş’ın gölgesi altında bulunacak olan mes’ut kimselerdir. (Bkz. el-Bakara, 271; Buhârî, Ezân, 36)

Fakat bâzen infâkın açıkça yapılıp insanlara duyurulmasında da fayda mülâhaza edilebilir. Böylece halk, infâka teşvîk edilmiş olur. Nitekim müfessirler:

“Sadakaları açıktan verirseniz, bu güzel bir şeydir. Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır...” (el-Bakara, 271) âyetini; zekâtın teşvik maksadıyla açıktan, sadaka ve diğer hayır-hasenâtın ise gizlice yapılması gerektiği şeklinde tefsîr etmişlerdir.

Velhâsıl hayırların gizli mi, alenî mi yapılması gerektiği, duruma ve şartlara göre değişir. Kalpteki niyet berraklığı muhâfaza edildiği takdirde açıkça infâk etmekte de bir beis yoktur. Hattâ lüzûmu hâlinde insanları hayra teşvik için bu yol tercih edilebilir. Her iki türlü infâkın da fazîlet ve esâsı; kalbin riyâ ve gösterişten korunması, takvâ ve ihlâsın muhâfaza edilmesidir.

SADAKAYI AÇIKTAN VEYA GİZLİDEN VERMEK

Sadakanın açıktan verilmesi, onu alan bâzı kişilerde hayâ duygusunun zayıflamasına, hayâ duygusunun zayıflaması ise zamanla sadaka bekleyişinin alışkanlık hâline dönüşmesine, bu da çalışma gayret ve azminin kaybolmasına sebebiyet verebilir. Ayrıca alenî yapılan infakta, veren kimsenin daha çok gurur ve kibre sürüklenip kendini beğenme ihtimâli olduğu gibi, alan kimsenin rencide olma ihtimâli de daha fazladır. Bu gibi durumlarda gizli infâk etmek daha münâsiptir.

Nitekim Hazret-i Ömer (r.a.) geceleri sırtında un çuvalıyla fakir mahalleleri dolaşır, kimselere görünmeden, hattâ çoğu zaman kim olduğunu da gizleyerek muhtaçları sevindirirdi.

Hazret-i Ali’nin torunu İmam Zeynelâbidîn Hazretleri de her gece Medîne fukarâsının kapılarına sırtında taşıdığı erzak çuvallarını bırakır, kimseye görünmeden geri dönerdi. Bir sabah o fakirler, kapılarına erzak konulmamış olduğunu gördüler. Sebebini merak ederlerken, Zeynelâbidîn Hazretleri’nin vefât ettiği haberi bütün Medîne’ye yayıldı. Herkes derin bir mâteme büründü.

Zeynelâbidîn Hazretleri’nin naaşı yıkanırken, sırtında içi su toplamış büyükçe yaralar olduğu görüldü. Yakınlarına bunun sebebi sorulduğunda, o mübârek zâtın sırrı da ortaya çıktı. Zira sırtındaki o yaralar, fukarâya taşıdığı erzak çuvalları sebebiyle meydana gelmişti.

İşte merhamet dolu mü’min gönüllerdeki ihlâs tecellîsi ve hayrın ecrini beşerî iltifatlarla zedelememek için gösterilen büyük hassâsiyet!..

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.