Ruhumuzu Zayıflatan Eğitim Sistemi

Muhammed İkbal, modern eğitim düzenini gözden geçirmiş ve bu sistemde birçok zayıf nokta ve büyük eksiklikler görmüş, bunları eleştirmiştir. Modern eğitim kurumlarının nesillere karşı işlediği cinayetleri divanlarının birçok yerinde anlatmıştır.

Muhammed İkbal bir beytinde şöyle der:

Okuldan ve tekkeden hüzünle ayrıldım

Oralarda hayatı, sevgiyi, hikmeti ve basireti bulamadım

Okulda öğretmenler, basireti yitirmiş ve zevki öldürmüşlerdir.

Tekke ve zâviyelerdeki şeyhlerin ise himmetleri kısa, istekleri sönük, ilimleri azdır

İkbal, modern eğitimin bu nesle karşı çok büyük bir cinayet işlediği görüşündedir. Çünkü bu sistem, nesillerin akıl ve dil eğitimlerine özen gösterirken, gönülleri geliştirmek, duyguları alevlendirmek, ahlâkları düzeltmek ve nefisleri temizleyip olgunlaştırmak hususuna hiç eğilmemiştir. Neticede güçleri ve melekeleri dengesiz ve terbiyeleri çarpık bir nesil ortaya çıkmıştır. Bu konuda şöyle der:

“Günümüzün kültürlü gencinin elindeki kadeh boş, dudakları susuzluktan çatlamış, yüzü parlak gönlü zindan, aklı aydınlık basireti kör, görüşü zayıf, ümitsizliği büyüktür. O’nun bu âlemde bir şey gördüğü yok! Bu gençler adamlara benziyorlar; adam değiller! Kendi varlıklarını inkâr etmişler, başkalarından medet umuyorlar. Yabancılar onların İslâmî toprak ve kerpiçlerinden kiliseler, manastırlar inşâ ediyorlar. Çıtkırıldım ve lüks bir gençlik! İpek kadar ince ve yumuşak... Gönüllerindeki umut ve emeller daha beşikteyken ölüyor. Özgürlük üzerine düşünmesini bilmiyorlar.

BATILILAR BU NESLİ HARPSİZ ÖLDÜRDÜLER

Okullar onlardan dînî duygu ve derinliği soyup almış, heykeller hâline gelmişler. Kendilerini bilmemekte olup insanların en câhili onlardır. Batı medeniyeti iliklerine kadar işlemiş ve bir parça ekmek için yabancılara el açar hâle gelmişlerdir. Bu uğurda ruhlarını satmışlardır. Onları okutan öğretmen, onları tanımamış ve değerlerini, şahsiyetlerini onlara bildirmemiştir. Mü’mindirler; ama ne ölümün sırrını biliyorlar, ne de Allah’tan başka gâlib-i mutlak olmadığına inançları vardır.

Batıdan Lat ve Menat satın alıyorlar. Müslümandırlar; ama akılları putları tavaf ediyor. Batılılar, bu nesli harpsiz, darpsiz öldürdüler. Günahlara karşı cüretkâr ve hayâsız, az akılları, kaskatı kalbleri ve haramlardan sakınmayan gönülleri vardır. Onların ilmi, fen, din, siyaset, akıl ve kalp telakkilerinin hepsi, maddenin etrafında tavaf etmektedir. Kalbleri, yenilenen düşünceleri almıyor ve fikirleri hiçbir değer taşımıyor. Hayatları donuk, sönük ve dumûra uğramış!”

İkbal, modern nesillerdeki korkaklığın ve ahlâkî zayıflığın sebebini, hâlihazırdaki öğretim sistemine, bu eğitimin gençliğin ahlâkî yönünü ihmâl edişine bağlamış ve bunun neticesinde de her şeyi mübah gören bir gençliğin doğduğunu söylemiştir:

“Ey okumuş nesil! Seni garipsemiyorum... Utangaç ve korkaksın. Kalbin buz gibi; orada ne bir sıcaklık ve aşk, ne de bir hareket var! Bakışların iffetsiz... Batılıların nuruyla gözleri açılan kültürlü gençlik, konuşmasında becerikli ve kibardır; ama gözyaşı dökmeyi bilmez ve kalbi huşûdan yoksun...”

İkbal’e göre, bu ahlâkî çarpıklıktan sorumlu olan ve İslâm gençliğini yükseklerden aşağılara indiren okuldur:

“Modern eğitim kurumlarını sana şikâyet ediyorum Yâ Rab! Onlar, doğan ve şahin yavrularını, serçeler gibi ve aslan yavrularını da kuzular gibi büyütüp yetiştiriyorlar...”

MODERN EĞİTİM İNSANI TEMBELLEŞTİRİYOR

Modern eğitimin insanı tembelleşmeye, sükûnet ve rahata talip olmaya sevkedişi, öğrenim görenleri hiçbir hareket ve dalgası olmayan durgun deniz hâline getirişi, İkbal’in şiddetli eleştirilerine neden olmuştur:

“Ey okumuş! Allah seni tufana atsın! Çünkü senin denizin, dalgaları olmayan durgun deniz olmuş.”

Yine İkbal’e göre bu eğitim, müslüman gençlere Batılılaşma ve ziynete düşkünlük aşılamaktadır:

“Ey müslüman genç! Oturduğun minder Batı işi, dayandığın yastık İran malıdır. Ben seni bu lüks ve tekebbür içinde gördüğümde, gözlerim kanlı yaşlar akıtacak sanıyorum. Ali’nin (radıyallâhu anh) kuvvetinden ve Selmân-ı Fârisî’nin (radıyallâhu anh) istiğna ve kanaatinden mahrum kaldığın sürece, dünyalara padişah olsan da senden hayır gelmez!”

İkbal’e göre, hocalar ve âlimler, Batının ve kurulu düzen/dünya sisteminin esiri olmuşlardır. Okullar ise, dar bir çerçevede, akılları eskimiş, her türlü atılım ve yenileşmeden mahrum kalmış ve taklitle yetinmektedirler.

Muhammed İkbal, bu neslin diri ve kendine sahip olduğuna, aklıyla düşünebildiğine inanmaz. Ona göre bu nesil Avrupa’nın gölgesidir ve hayatını Batıdan iğreti olarak almıştır:

“Tahsil görmüş gencin yaşadığını, yiyip içtiğini görürsün. Fakat hakikatte o, ölmüştür; hayatını Batıdan ödünç almıştır.”

BATI EĞİTİM SİSTEMİ MÜSLÜMAN GENÇTEKİ MÂNEVİ RUHU ZAYIFLATTI

Batı taklitçilerine de şöyle hitap eder:

“Senin varlığın, Batılıların görüntüsünden başka bir şey değil! Böyledir; zirâ sen onların yaptıkları bir binasın. Bu ırkî cisim, mârifetü’n-nefs mahrumudur (kendini tanımaz). Sen, içinde kılıç olmayan süslü bir kınsın. Allah’ın varlığı sence sabit değil; bence ise senin varlığın sabit değildir.”

İkbal’in görüşüne göre Batı eğitim sistemi, müslüman gençteki mânevî ruhu zayıflatmış ve onun mertliğine karşı büyük bir cinayet işlemiş, neticede müslüman genç cihad edemez, zorluklara dayanamaz, nazik ve çıtkırıldım bir hâle gelmiştir. İkbal eğitimcilere seslenerek şöyle diyor:

“Ey yeni neslin terbiyecisi! Allah ömrünü uzun etsin! Onlara, tevâzu ve nefisten ferâgat derslerini, şahsiyet ve kişiliklerini tanıtarak ver! Kayalar nasıl yarılır ve dağlar nasıl yerle bir edilir öğret onlara! Çünkü Batı onlara cam kâse yapmaktan başka bir şey öğretmedi. Arka arkaya iki asır devam eden kölelik, onların akıllarını darmadağın ve kalblerini perişan etti. Bunun için, bak, onları nasıl kendi şahsiyet ve benliklerine kavuşturursun ve fikrî anarşiyle nasıl savaşırsın; dikkat et!”

“Ben, bu eğitim sistemine zerre kadar değer vermiyorum; mücahidi silahından mahrum ediyor ve onu miskin ve zayıf bırakıyor![1]

[1] R. İhsan Eliaçık, Çağa İz Bırakan Müslüman Önderler Muhammed İkbal, s. 99-103.

Kaynak: Dr. Adem Ergül, Medeniyet Öncülerimizden 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları

https://www.islamveihsan.com/muhammed-ikbal-kimdir.html

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.