Rıza Makamında Gönül Güzelliği

Güzel ahlâk, yumuşak huyluluk, nezâket, Allâh’ın mahlûkâtına şefkat ve merhamet, Allah’tan gelene rızâ gibi nice güzellikler, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin gönül dünyasında zirve seviyeye ulaşmıştı. Zâlim idâreciler, kendisine, âile halkına ve yakınlarına büyük zulümler yaptılar. Fakat onun ağzından buna dâir herhangi bir şikâyet kelimesi aslâ çıkmadı. Kendisi dâimâ rızâ makâmında olduğu gibi yakınlarını da sabra teşvik ederdi.

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, insanlara karşı gâyet nâzik davranırdı. Biri kendisiyle görüşmek için geldiğinde, hürmet ile ayağa kalkar, ona meclisin baş tarafında yer verir ve onun hâline münâsip gönül alıcı sözler söylerdi. Müslüman olmayanlara -ister üst seviyede idâreci olsun, ister büyük makam ve mevki sahibi olsun- hürmet için ayağa kalkmazdı. Dâimâ ilk önce kendisi selâm verirdi.

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri kul haklarına son derece riâyet eder, birinin ölüm haberi gelince ona Cenâb-ı Hak’tan rahmet diler ve;

“…Biz kesinlikle Allâh’a âitiz ve mutlakâ O’na döneceğiz.” (el-Bakara, 156) âyetini okurdu. Cenâze namazlarına katılır, duâ eder ve Kur’ân okuyarak sevâbını mevtânın rûhuna hediye ederdi.

DİNİN ŞİARLARINA HÜRMETKÂR İDİ

Cuma ve bayram namazlarında güzel elbiselerini giyerdi. Yeni bir elbise giyeceği zaman, onu önce bir hizmetkârına veya âileden birine giydirirdi. Yanında çoğu zaman 50-60 hattâ 100 kişiye yakın insan olurdu. Meclislerinde dâimâ âlimler, ârifler, mürşidler, hâfızlar ve yüksek mevki sahibi kimseler bulunurdu. Hepsine de mutfağından yemek verilirdi.[1]

Dînin şiarlarına son derece hürmetkâr idi. Bir defasında hâfızlardan birinin kendi minderinden daha ince bir minder üzerinde Kur’ân-ı Kerîm okumaya başladığını görmüştü. Derhâl minderini bir kenara atıp hâfızdan aşağı oturdu.[2]

MÜTEVAZI İDİ

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri son derece mütevâzı idi. Mektup ve eserlerindeki üslûbu, onun yüksek tevâzuunu açıkça ortaya koyar. O, kendisinden hep “fakir” ve “derviş” diye bahseder.[3]

Bâzı mektuplarında şöyle buyurmuştur:

“Bir hayırlı iş yaptığımda mutlakâ kendimi kusurlu görüp ayıplarım. Hattâ nefsimi ithâm edip, kendimi sağ tarafımdaki meleğin yazabileceği hayırlı bir amel işlememiş olarak görmeden rahat edemem. Sağ omzumdaki defterin bomboş olduğuna, onu yazan meleklerin boş boş beklediğine inanırım. Bu hâlimle Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını nasıl hak edebilirim ki!? Şunu biliyorum ki bu âlemdeki herkes pek çok yönden benden üstündür. Hepsinin en şerlisi benim!”[4]

“…Bu fakir, İslâm’a destek olma hususunda kendini ortaya atmak istiyor ve imkân nisbetinde bu yolda gayret ediyor. “Kim bir kavmin karartısını çoğaltırsa (onların safında yer alırsa) o kimse onlardandır.”[5] hükmünce, umulur ki, bu zayıf ve âciz kul da o zümreye dâhil olur. Benim hâlim elindeki yün yumağıyla Yûsuf -aleyhisselâm-’ın satıldığı çarşıya gelip bununla onu satın almak isteyen kocakarının hâline benzemektedir.”[6]

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, mektup yazdığı talebelerinden, son nefesinde hüsn-i hâtime ile Allâh’a kavuşabilmesi için duâlar taleb etmiştir. Oğluna gönderdiği bir mektubunda şöyle buyurur:

“Çocuklara merhamet edin ve onları Kur’ân okumaya teşvik edin! Üzerimizde hakkı olan kimseleri bizim adımıza râzı edin! Îman selâmetimiz için duâ ederek bize yardımcı olun!”[7]

DİPNOTLAR

[1] Ebû’l-Hasan en-Nedvî, a.g.e, s. 187-188.

[2] Kişmî, Berekât, s. 199.

[3] İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, II, 120, no: 261.

[4] İmâm-ı Rabbânî, a.g.e, I, 118, no: 11.

[5] İbn-i Mübârek, Kitâbü’z-Zühd, I, 12; Zeyla’î, Nasbu’r-Râye, IV, 346; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 374.

[6] İmâm-ı Rabbânî, a.g.e, I, 244, no: 47.

[7] İmâm-ı Rabbânî, a.g.e, III, 169, no: 2.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.