Resulullah’ın Ümmetine Düşkünlüğü

En güzel vârislik, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ümmetine ve mahlukata olan sevgisine varis olmaktır. Kazandığımız güzellikleri, ihsanları ve muhabbeti insanoğluna aksettirmektir. Yani, mirâçtan alınan nur ile dünyayı aydınlatmaya çalışmaktır.

Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bütün âlemlere rahmettir. Allah Kur’ân’da, “Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiyâ Sûresi, 107) buyurmaktadır. Onun sayesinde rahmet ve merhamet bütün âleme yayılmıştır. O’nun (s.a.v.) irfan nuruyla bütün insanlık çiçek açan bir tevhid halkasının yaşayan organizmaları haline gelmiştir. Evrensellik güneşi yükselerek gaflet, cehalet ve şuursuzluk karanlıklarını dağıttı. İlâhi hidâyet nuru bütün kâinatta parıldamaya başladı. Âşıklığın hoş kokusu insan varlığının ufuklarını tuttu. Bütün insanlığa rahmet olarak gönderilmiş olan Allah’ın Habîb’i en saf aşk ve merhametin cisimleşmiş halidir...

Kâinâtın fahri, insanların birbirleri için yaşamasının en yüce sevgi ve şefkat örneği olmuştur. Dünyevî varlığımızı büyük merhameti ve cömertliğiyle aydınlatmıştır. Bize bu dünyada nasıl diğer insanlar için yaşamamız gerektiğini öğretmiştir. Hz. Âişe (r.anha) Vâlidemiz, “Herhangi bir güzelliği, herhangi bir mutluluğu, herhangi bir dünya nimetini Efendimiz kendisinde değil, diğer müminlerde görmek isterdi. “ demiştir. Efendimizin Kur’an’da tarif edilen yüksek ahlâkı; “Şanım hakkı için, size kendinizden öyle izzetli bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir; size düşkündür ve müminlere karşı şefkatli ve merhametlidir.” (Araf,172)

O'NUN ÜMMETİNE MUHABBETİNİN İSBATI

O’nun ümmetine olan muhabbetinin ispatı miraç gecesinde gizlidir. Habibullah Muhammed Mustafa, sallallahu aleyhi ve sellem, Yüce Mevlâ ile vuslata erdikten sonra, zayıf günahkâr kullara mahviyetli bir kul olarak hizmete döndü ve ömrünü ümmetine vakfetti. Hakk’a karîb olduktan sonra kullara hizmete dönmek Efendimiz’in “ubudiyet” vasfını temsil etmektedir. Bu nedenle, Efendimiz’in mirâç gecesi dünyaya dönüşü aşkın en büyük eylemidir. Bu, İslâm dîninin ana mesajıdır. Müminler, diğer insanlarla tevhid halinde olmadıkları sürece Allah’la da tevhid halinde değildirler. Allah’a ulaşmaya çalışmak, O’na muhabbet beslemek ancak O’nun yarattıklarına olan muhabbetten geçer.

Allah indindeki en rıza celbedici hal dünyada kul olup O’nun rızası için mücadele etmek, ilâhî mesuliyetleri sırtlanmak, o azîz emaneti taşıyabilmektir. Ebû Medyen-i Mağribî Hazretleri, “Yaratılmışlardan kaçmak, yolun mübtedilerinin samimiyetinin bir işaretidir. Allah’a varmak, o kaçıştaki samimiyetin bir işaretidir. Allah’a varmışlığın samimiyetine işaret ise yaratılmışlara dönmektir” buyurmuştur.

HAKİKİ BİR MUHAMMEDİ AŞIK

İnsanın ulaşabileceği en yüksek makam, Allah’ın bu dünyada halifesi olduğunu idraktir. İnsan kendindeki hilafet sırrını kemâl ile yaşayıp ubudiyet sırrına erer. “Mahlûka hizmet et ki Hâlik’a hizmet etmiş olasın” ifadesindeki mânâ, mânevî hayatın nihaî muvaffakiyetini temsil eder. Hakiki bir Muhammedî aşık, hakiki bir kul, âlemlere rahmet olarak gönderilenin ahlâkını ne derece tevârüs edebilirse, ubudiyyet makamı da o denli yüksek olur. O kendi nefsini kurban etmiştir. Yaşayan bir şehittir âdeta. Etrafını alevleriyle aydınlatan ama bu meyanda etrafındakiler nurlanırken kendisi eriyip giden bir mum gibidir. Hakiki bir kul, gönlünün en derinlerinden dünyaya parlayan tevhîd nurunun parlak aydınlığıdır.

En güzel vârislik, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ümmetine ve mahlukata olan sevgisine varis olmaktır. Kazandığımız güzellikleri, ihsanları ve muhabbeti insanoğluna aksettirmektir. Yani, mirâçtan alınan nur ile dünyayı aydınlatmaya çalışmaktır. Müminlik vasfı, Hak’tan aldığını, halka vermektir. Bu müminin en önemli düstürudur. Sema aynininin hakikati de budur. Sema eden derviş sağ eliyle Allah’dan aldığını, sol eliyle halka verir.

En büyük marifet; bu fani dünyada, madde hayatında, imanın nurunun güzelliklerini yansıtabilmektedir. Şehitler en güzel örnektir çünkü diğer insanların dünya hayatını güzelleştirebilmek ve huzur bulmaları için kendi hayatlarını yaşamaktan vazgeçiyorlar. Bir mum gibiler, diğer insanları etrafında aydınlatarak kendilerini yakıyorlar. Hz. Hüseyin kalbindeki direnç gücü şehadetiyle beraber nur doğdu, mana doğdu ve bütün evrene, zamanlara ve insanlar aydınlandı ve hayat anlam, değer ve sevgi kazandı.

Kaynak: Rabia Brodbeck, Altınoluk Dergisi, 380. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.