Rasulullah'ın 'allah Katındaki Değeri' Unutulmamalı

Prof. Dr. Mehmet Yaşar Kandemir Hoca ile “Hadis karşıtı” kampanya üzerine Altınoluk Dergisi'nde yayınlanan söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.

HADİS VE SÜNNETİN GÖREVİ KUR'ÂN'I AÇIKLAMAKTIR

A. Taşgetiren: Peki hocam, Kur’an varken Hadis – sünnet nasıl bir fonksiyon icra etti, diye sorulsa neler söylersiniz?

Prof. Dr. Kandemir: Bu da önemli bir sual. Hemen belirtelim. Kur’ân-ı Kerîm dinin genel ilkelerini ortaya koyar, inanç ve ahlâk esaslarını bildirir, fakat ayrıntıya girmez. Hadis ve sünnet ise Kur’ân-ı Kerîm’i “beyân” eder, yani açıklar ve bu açıklamayı çeşitli şekillerde yapar:

Hadis ve sünnet kimi zaman Kur’ân-ı Kerîm’de belirtilen ilke ve esasları destekler; sınır getirilmeyen bazı buyruklara sınır getirir; genel hükümleri belirgin hale getirir; Kur’ân-ı Kerîm’de kapalı bırakılan noktaları açıklığa kavuşturur, kısa ve özlü buyrukları açıklar.

A. Taşgetiren: Bunları biraz açsak hocam.

Prof. Dr. Kandemir: Evet açmamız lazım. Şöyle ki: Kur’ân-ı Kerîm’de özet halinde verildiği için nispeten kapalı olan bilgiler vardır. Hadis ve sünnet bunları ayrıntılı olarak açıklar. Buna “mücmel”in “beyânı” denir. Meselâ Kur’ân-ı Kerîm’de:

“Namaz kılın!”27  “Namazı dosdoğru kılın”28

“Namaz, mü’minlere belli vakitlerde farz kılınmıştır”29 buyrulur. Ama namazın kaç vakit kılınacağını, her bir namazın kaç rekât olduğunu, nasıl kılınacağını, farzlarının, vâciblerinin neler olduğunu, hangi davranışların namazı bozacağını bildirmez. Namaz kılınmasını emreden bu özlü emri hadis ve sünnet açıklayıp beyân eder. Nitekim Allah’ın Resûlü “Benim namazı nasıl kıldığımı görüyorsanız, siz de öyle kılın”30 buyurmuştur.

Ashâb-ı kirâmdan İmrân İbni Husayn’ın açıklaması konuyu daha iyi anlamamızı sağlar. Hz. Ömer, halife olunca, halka İslâmiyet’i öğretmesi için bu aziz sahâbîyi Basra’ya göndermişti. Birgün İmrân radıyallahu anh Müslümanlarla sohbet ederken, cemâatten biri ona:

“Siz bize bazı hadisler okuyorsunuz. Ama biz onları Kur’an’da bulamıyoruz” dedi. İmrân İbni Husayn radıyallahu anh onun bu sözüne kızdı ve ona:

“Sen Kur’an okudun mu?” diye sordu. Adam:

“Evet, okudum” diye cevap verdi. Bu aziz sahâbî sözüne şöyle devam etti:

“Peki, sen Kur’an’da akşam namazının üç rekât, yatsı namazının dört rekât, sabah namazının iki rekât, öğle ve ikindi namazlarının dörder rekât olduğunu gördün mü? Görmedin. Peki siz bunları kimden öğrendiniz? Bizden öğrendiniz değil mi? Biz de bunları Allah’ın Resûlünden öğrendik.”

İmrân İbni Husayn radıyallahu anh adama bir soru daha sordu:

“Siz paranın ve koyunun kırkta birinin zekât olarak verileceğini Kur’ân-ı Kerîm’den mi öğrendiniz?” Adam:

“Hayır” dedi.

Bu âlim sahâbî konuşmasına şöyle devam etti:

“Peki siz, bunu kimden öğrendiniz? Bizden öğrendiniz değil mi? Biz de bunları Allah’ın nebîsinden öğrendik.”

İmrân radıyallahu anh konuşmasını şöyle sürdürdü:

‘Kullarım Kâbe’yi tavaf etsinler!’31 âyet-i kerîmesini Kur’ân-ı Kerîm’de görüyorsunuz. Peki tavafın yedi defa yapılacağını, tavaftan sonra Hz. İbrâhim’in makamının arkasında iki rekât namaz kılınacağını Kur’ân-ı Kerîm’de bulabiliyor musunuz? Bulamıyorsunuz? Peki siz bunları kimden öğrendiniz? Bizden öğrendiniz değil mi? Biz de bunları Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden öğrendik.”

Orada bulunan insanlar İmrân İbni Husayn’a“Doğru söylüyorsun” diye hak verdiler.32

Bu misâl de bize gösteriyor ki, sünnet olmazsa Kur’ân-ı Kerîm anlaşılamaz, Müslümanlar da dinlerini doğru dürüst yaşayamaz. Aynı şekilde Kur’ân-ı Kerîm’deki hac emri de, zekât emri de gerektiği gibi uygulanamaz.

Kur’ân-ı Kerîm’de sınır getirilmeyen bazı buyruklar vardır. Hadis ve sünnet bu buyruklara sınır getirir. Buna “mutlak”ın “takyîd”i denir. Meselâ Kur’ân-ı Kerîm’de:

“Hırsızlık eden erkek ve kadının yaptıklarına bir karşılık ve Allah tarafından caydırıcı bir ceza olmak üzere ellerini kesin”33 buyurulur. Fakat âyet-i kerîmede sağ elin mi, sol elin mi kesileceği, dirsekten mi, el ayasından mı, bilekten mi kesileceği belirtilmemiştir. Hadîs-i şerîf bu konuya açıklık getirmiş ve sağ elin bilekten itibaren kesileceğini haber vermiştir.34

Şayet hadis ve sünnet Kur’ân-ı Kerîm’deki bu mutlak emri sınırlandırmasaydı hırsızın hangi elinin nereden itibaren kesileceği bilinmeyecekti.

Kur’ân-ı Kerîm’de bazı genel hükümler vardır. Hadîs-i şerîf bu hükümleri belirgin hâle getirir. Buna “âmm”ın “tahsîs”i denir. Meselâ Kur’ân-ı Kerîm’de:

“Kesilmeden ölen murdar hayvan size haram kılındı”35 buyrulur. Acaba kesilmeden ölen bütün hayvanların eti haram mıdır, yoksa bunun istisnâsı var mıdır? Hadîs-i şerîf balığı bu hükmün dışında tutar ve “onun ölüsünün helâl olduğunu” belirtir.36

Yine Kur’ân-ı Kerîm “Zina eden kadın ve erkekten her birine yüzer sopa vurulmasını” emreder.37 Acaba bu hüküm evli, bekâr bütün Müslümanları kapsar mı? Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Kur’ân-ı Kerîm’in bu genel hükmünü tahsîs etmiş ve bu hükmü sadece zinâ eden bekârlara uygulamıştır.38

Kur’ân-ı Kerîm kapalı bıraktığı için mânası anlaşılmayan bazı âyet-i kerîmeler vardır. Hadis ve sünnet, âyetteki bu kapalı yönleri izah eder. Buna “müphem”in veya “müşkil”in “tavzîh”i denir. Meselâ Kur’ân-ı Kerîm:

“İman eden ve imanlarına zulüm bulaştırmayanları” över.39 İmanlarına zulüm bulaştırmayanlar ne demektir? Nitekim bu âyet-i kerîme nâzil olunca ashâb-ı kirâm bu ifâdeyi anlamakta zorlandılar ve Peygamber Efendimiz’e gelerek: “Hangimiz zulmetmeyiz ki?” diye üzüntülerini dile getirdiler. Bunun üzerine Allah’ın Resûlü Kur’ân-ı Kerîm’deki bu kapalı ifâdeye açıklık getirdi ve imanlarına zulüm bulaştırmayanların “Allah’a ortak koşmayanlar” olduğunu söyledi. Bu açıklama sahâbe-i güzîn efendilerimizi son derece rahatlattı.40 Bu misâllerde gördüğümüz üzere Kur’ân-ı Kerîm bazı konulara kısaca temas etmekle birlikte geniş bilgi vermemiş, bu hususları açıklama görevini Resûl-i Ekrem’ine bırakmıştır.

HADİS KARŞITLARININ YANLIŞ YORUMLADIĞI AYETLER

A. Taşgetiren: Peki hocam, “Hadis karşıtlığı”na soyunanların işaret ettikleri ayetleri nasıl anlamamız gerekiyor?

Prof. Dr. Kandemir: İsterseniz buna madde madde bakalım. Şöyle ki:

“Bugün dininizi kemâle erdirdim”46 âyet-i kerîmesinin en son inen âyet olduğunu, bu âyette geçen “din” kelimesiyle Kur’ân-ı Kerîm’in kastedildiğini ileri sürüyorlar.

Bu âyet-i kerîmenin en son nâzil olduğunu söylemek yanlıştır. Evet bu âyet Vedâ Haccı’nda nâzil olmuştur. Ama bu âyetten sonra başka âyetler de nâzil olmuştur. Mâide sûresinin son kısmı, Nisâ sûresinin sonundaki “kelâle” âyeti, Nasr sûresi ve daha başka âyetler böyledir. “Bugün dininizi kemâle erdirdim” âyetinden sonra Peygamber Efendimiz doksan gün kadar daha yaşamıştır.47

Bu âyet-i kerîmede “din” diye ifâde edilen, hadis ve sünnet karşıtlarının ileri sürdüğü gibi Kur’ân-ı Kerîm değil, dinin beş temel esasıdır. Yani Kelime-i Şehâdet, namaz, zekât, hac ve oruçtur. Nitekim Allah’ın Resûlü “İslâm beş temel üzerine kurulmuştur”48 hadisiyle buna işâret buyurmuştur. Evet, Kur’ân-ı Kerîm bu beş temel esası bildirmiş, ama açıklamasını Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme bırakmış, onun bu konulardaki açıklamasıyla îmân, amel ve ahlâk esasları belirlenmiştir. Çünkü din, sadece Kur’ân-ı Kerîm’in değil, Kur’an ile sünnetin birlikte oluşturduğu esaslardır. Allah Teâlâ “Biz sana her şeyi açıklamak üzere bu kitabı indirdik”,49 “Sana, kendilerine gönderileni insanlara açıklaman için bu Kur’an’ı indirdik”50 âyet-i kerîmeleri bu gerçeği göstermekte, hadis ve sünnetin ortaya koyduğu uygulamalarla dinin doğru bir şekilde anlaşıldığı ve yaşandığı görülmektedir.

İslâm denince, Kur’ân-ı Kerîm ile hadis ve sünneti birlikte hatırlamak zorunludur.

“Allah’ın Resûlü size ne verdiyse onu alın. Neyi yasakladıysa ondan da kaçının”51 âyet-i kerîmesini de hadis ve sünnet karşıtları doğru anlamıyorlar. Bu âyeti nasıl anlamak gerektiğini Abdullah ibni Mes‘ûd ile bir kadın arasında geçen tartışma açıkça göstermektedir:

İbni Mes‘ûd radıyallahu anh döğme yapan, yaptıran, kaşlarını incelten ve benzeri uygulamaları yapan ve böylece Allah’ın yarattığı şekli değiştiren kadınlara lânet etmişti. Bunu duyan bir hanım ona geldi ve Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını okuduğu halde orada böyle yasakları görmediğini söyleyerek ona itiraz etti. Abdullah ibni Mes‘ûd da sözünü ettiği işleri yapanlara Peygamber aleyhisselâmın lânet ettiğini söyledi ve ardından: “Allah’ın Resûlü size ne verdiyse onu alın. Neyi yasakladıysa ondan da kaçının” âyet-i kerîmesini okudu, bu âyet-i kerîmeye göre Peygamber’in emrettiği her şeyin benimsenmesi, yasakladığı her şeyden de uzak durulması gerektiğini hatırlattı.52

“Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık”53 âyet-i kerîmesini de hadis karşıtları yanlış anlıyor ve bu âyet-i kerîmeyi Kur’ân-ı Kerîm’de her şey bulunduğunu, hadislere ihtiyaç olmadığını ileri sürerken zikrediyorlar. Halbuki bu âyet-i kerîmede geçen “kitap” Kur’ân-ı Kerîm değil, her şeyi ihtivâ eden “Levh-i mahfûz”dur. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem “Allah Teâlâ gökleri ve yeri yaratmadan elli bin sene önce mahlûkātın kaderini yazmıştır”54 hadîs-i şerîfiyle bunu dile getirmiştir.

“Yaş, kuru ne varsa hepsi gerçeği gösteren apaçık bir kitaptadır”55 âyet-i kerîmesindeki “kitap” ifâdesiyle de Kur’ân-ı Kerîm değil Levh-i mahfûz kastedilmiştir. Allah Teâlâ Levh-i mahfûz’dan “ana kitap” diye de söz etmektedir: “O Kur’an, katımızdaki Ana Kitap’ta bulunan pek yüce ve hikmet dolu bir Kur’an’dır.”56

“Kendilerine okunan bu kitabı sana indirmemiz mûcize olarak onlara yetmedi mi?”57 Bu âyet-i kerîmede Allah Teâlâ, Peygamber Efendimiz’den mûcize isteyen kâfirleri muhâtap almakta, hem bu, hem de bir önceki âyet-i kerîme ile onlara şunu sormaktadır:

Size gönderdiğim Kur’ân-ı Kerîm, Peygamberim Muhammed’in benim elçim olduğunu apaçık bir şekilde göstermiyor mu? Bir de mûcize istiyorsunuz! Arap edebiyatını mükemmel sûrette bilen sizlere Kur’an âyetleri mûcize olarak yetmiyor mu? Sizin gibi edebiyatı iyi bilen kimselere Kur’an’dan daha yeterli bir mûcize olur mu?

İşin gülünç tarafı hadis ve sünnet karşıtları bu âyet-i kerîmeyi doğru anlamadıkları gibi, onu sünneti savunanlara karşı kullanmaya kalkıyorlar ve bu âyetin dini anlamak için Kur’ân-ı Kerîm’in yeterli olduğunu, hadis ve sünnete ihtiyaç bulunmadığını gösterdiğini iddia ediyorlar.

Biz sana her şeyi açıklamak, doğru yolu göstermek, rahmet kaynağı olmak, Müslümanlara da müjde vermek üzere bu kitabı indirdik58 âyet-i kerîmesi, yukarıda da söylediğimiz gibi Peygamber Efendimiz’in hadisleriyle dini açıkladığını, esasen görevinin de dini açıklamak olduğunu gösteriyor.

RESULULLAH'IN ALLAH KATINDAKİ DEĞERİ 

A. Taşgetiren: Hocam, sanırım bir de Rasulullah’ın Allah Teala katındaki değerinden bahsetmek gerekiyor.

Prof. Dr. Kandemir: Evet, Allah’ın kitabı ile Allah’ın Rasulünü gönlüne sığdırmakta zorlananlara bunu da hatırlatmakta yarar var. Soru şu:

-Biz nasıl bir peygamberden söz ediyoruz? Lütfen buna dikkat buyurulsun!

Kâinâtın Rabbi’nin Kur’ân-ı Kerîm’inde: “Biz seni âlemlere yalnız rahmet olarak gönderdik”59 diye şânını yücelttiği bir Peygamber’den söz ediyoruz.

Bu âyet-i kerîmede geçen “âlem­ler” ifâdesi, Cenâb-ı Hak dışındaki bütün kâinâtı kapsar. Bu da Allah Teâlâ’nın Resûl-i Ekrem’ini kâfirler de dâhil, yarattığı her varlığa rahmet olarak gönderdiğini gösterir. Abdullah ibni Abbâs radıyallahu anhümânın dediği gibi durum ortadadır. Daha önceki ümmetler peygamberlerine inanmayınca “maymuna dönüştürülmüş, yerin dibine batırılmışlardır. Fakat Resûl-i Ekrem’e inanmayan kâfirler, onun hürmetine bu belâlardan kurtulmuşlardır.”60

İşte bizim Peygamberimiz Allah katında böylesine hatırlı bir insandır. Cenâb-ı Hak ona İsrâ ve Mi’râc’ı nasip etmiş, bu sırada ona Kendisinin varlığını ve kudretini gösteren en büyük delillerden bir kısmını göstermiştir.61

Bu dinin büyükleri olan ashâb-ı kirâm, tâbiîn ve diğer İslâm âlimleri Peygamber Efendimiz’in hadislerine din diye sarılmışlar, buyruklarını baştâcı etmişlerdir. Biz de onun yolunu kendimize yol bilmeli, sünnetine dört elle sarılmalıyız. O bize ne verdiyse almalı, neyi yasakladıysa ondan da sakınmalıyız.62

HADİS KARŞITLARINA BİRKAÇ SORU 

Burada son olarak Hadis karşıtlarına bazı sorular sormak isterim:

* Birçok hadîs-i şerîfte gördüğümüz üzere ashâb-ı kirâm içinden çıkamadıkları konuları Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve selleme soruyorlardı veya konu ailevî bir mesele ise Resûl-i Ekrem’in evine hanımlarını gönderip Mü’minlerin annelerine sorduruyorlardı. Meselâ birgün Hz. Ömer Resûl-i Ekrem’in huzûruna gelerek:

“Bugün çok büyük bir günah işledim, oruçluyken karımı öptüm” diye derdini anlatmış ve ondan çözüm beklemişti.63 Ashâb-ı güzîn efendilerimiz Kur’ân-ı Kerîm’i bizden daha iyi bildikleri halde, zorda kaldıkları zaman çözümü Kur’ân-ı Kerîm’de aramayıp neden Allah’ın Resûlü’ne veya onun hanımlarına başvuruyorlardı? Kur’ân-ı Kerîm ashâb-ı kirâma da yeteceğine göre, onlar neden namaza, oruca, hacca, zekâta ve dinin diğer konularına dair sorularını Resûl-i Ekrem Efendimiz’e yöneltiyorlardı?

* Hadis ve sünnet olmasaydı namazların rekâtları, nasıl kılınacağı, namaz vakitleri, öğle ve ikindi namazlarında imâmın kırâati cehrî değil hafî okuyacağı, malın kırkta birinin zekât olarak verileceği ve benzeri meseleler nereden öğrenilecekti?

* Kur’ân-ı Kerîm bize yeter, hadis ve sünnete ihtiyaç yok diyorsunuz. Eğer bu görüşünde samimi iseniz, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetine sarılmayı emreden şu âyet-i kerîmeleri nasıl gözardı ediyorsunuz?

* “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”64

“Peygamber’e itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur. İtaat etmeyenlere ise aldırma.”65

* “Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok anan kimseler için, Allah’ın elçisinde size güzel bir örnek vardır.”66

* Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme sünnetin de vahyedildiğini belirten şu âyet-i kerîmeye ve benzeri âyetlere nasıl mânâ veriyorsunuz?

“Eğer Allah’ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, o insanlardan bir kısmı vereceğin hükümde seni şaşırtmaya yeltenecekti. Onlar ancak kendilerini şaşırtırlar; sana da bir zarar veremezler. Çünkü Allah sana kitabı indirdi, hikmeti verdi ve bilmediklerini öğretti. Allah’ın sana olan lütfu çok büyüktür.”67

* Şayet Kur’ân-ı Kerîm varken hadise ihtiyaç yoksa, Allah’ın Resûlü’ne muhâlefet etmekten sakındıran şu kabil âyet-i kerîmelerin mânası nedir?

“Peygamber’in emrine aykırı hareket edenler, başlarına bir belâ gelmesinden veya elem verici bir azaba uğramaktan sakınsınlar.”68

Kur’an bize yeter, hadis ve sünnete ihtiyacımız yok, derken Kur’ân-ı Kerîm’e ters düşüyorsunuz. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyet-i kerîmesi Peygamber sünnetine uymayı farz kılıyor. Ama siz, Peygamber aleyhisselâma uymayı ve ona itâat etmeyi emreden bu âyetleri yok sayıyorsunuz.

Kur’ân-ı Kerîm’in asıl bağlıları, Resûl-i Ekrem’in Allah’tan alıp getirdiği Kur’an’a ve sünnete tâbi olan Müslümanlardır. Çünkü onlar şu Peygamber buyruğunu baştâcı edenlerdir:

“Size iki şey bırakıyorum. Onlara sıkıca yapışırsanız yolunuzu kaybetmezsiniz: Biri Allah’ın kitabı Kur’an’, diğeri Peygamberi’nin sünneti.”69

Siz Kur’an bize yeter demekte ısrar ediyorsunuz. Halbuki Kur’ân-ı Kerîm bir Müslümanın hayatında ihtiyaç duyduğu her meseleyi ihtiva etmiyor. Hatta bazen hadis ve sünnet bile Müslümanın bütün sorularını karşılamaya yetmiyor da, İslâm âlimları “icmâ”, “kıyâs”, “istihsân” “istishâb”, “sedd-i zerâi‘” gibi çeşitli yöntemler, çözüm yolları arıyorlar.

Şayet insaf sahibi iseniz, bu bilgiler ve bu sorular karşısında durumunuzu yeniden gözden geçirirsiniz...

SÜNNET TEK BAŞINA HÜKÜM KOYAR 

A. Taşgetiren: Peki hocam, Sünnet’in Kur’an’dan ayrı olarak tek başına hüküm koyması söz konusu mudur?

Prof. Dr. Kandemir: Bu da dini hükümlerin kaynağı tartışması açısından önemli bir konu. Evet, Hadis ve sünnet Kur’ân-ı Kerîm’i açıklamakla kalmaz, ayrıca Allah’ın kitabında hiç temas edilmeyen konulara dair hükümler ortaya koyar. Çünkü Kâinâtın Rabbi kitabında temas etmediği hususlarda, hüküm koyma yetkisini (teşrî yetkisini) Resûlüne bırakmıştır. Fahr-i Âlem sallallahu aleyhi ve sellem bu durumu:

“Resûlullah’ın haram kıldığı bir şey Allah tarafından haram kılınmış gibidir”41 diye açıklamıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’de temas edilmediği için Peygamber Efendimiz’in, Allah’ın izniyle emrettiği veya yasakladığı konulara örnek olarak şunları sayabiliriz:

* Fıtır sadakası.

* Bir erkeğin, karısıyla birlikte onun teyzesi ve halasını aynı zamanda nikâhına alamayacağı.42

* Doğan, şahin, kartal, akbaba gibi tırnaklı ve pençeli yırtıcı kuşların; bir de kurt, aslan, kaplan, pars, maymun, sırtlan gibi köpek dişli yırtıcı hayvanların etinin yenmeyeceği.43

* Mest üzerine mesh edileceği.44

* Şüf‘a hakkı. Bu, satılan bir gayr-i menkūlü, satılan fiatla ortağının veya komşusunun satın alma hakkıdır. Bu durumu Peygamber Efendimiz: “Komşu komşusunun şüf‘asına başkalarından daha çok hak sahibidir”45 hadisi ve benzeri açıklamalarıyla belirtmiştir.

Dipnotlar:  27) İsrâ 17/78. 28) Bakara 2/110; Nûr 24/56. 29) Nisâ 4/103. 30) Buhârî, Ezân 18, nr. 631, Edeb 27, nr. 6008. 31) Hacc 22/29. 32) Ebû Dâvûd, Zekât 2, nr. 1561; İbni Ebî Âsım, es-Sünne (Elbânî), II, 372, nr. 815; İbn Batta, el-İbânetü’l-kübrâ, I, 234, nr. 66. 33) Mâide 5/38. 34) İbni Hacer el-Askalânî, Fethu’l-bârî (Hatîb), XII, 98-99 [I-XIII, Beyrut 1379]; Aliyyü’l-Kārî, Mirkātü’l-mefâtîh şerhu Mişkâti’l-Mesâbîh, VI, 2355. [I-IX, Beyrut 1422/2002] 35) Mâide 5/3. 36) Ebû Dâvûd, Tahâret 41, nr. 82; Tirmizî, Tahâret 52, nr. 69; Nesâî, Tahâret 48; İbni Mâce, Tahâret 38, Sayd 18, Et`ıme 31. 37) Nûr 24/2. 38) Müslim, Hudûd 13, nr. 1690. 39) En‘âm 6/82. 40) Buhârî, Îmân 23, nr. 32; Müslim, Îmân 197, nr. 124. 41) Tirmizî, İlim 10, nr. 2664; İbni Mâce, Mukaddime 2, nr. 12. 42) Buhârî, Nikâh 27, nr. 5108-5110; Müslim, Nikâh 33, nr. 1408. 43) Müslim, Sayd, 15, 16, nr. 1933, 1934; Ebû Dâvûd, Etime, 32, nr. 3802-3805. 44) Buhârî, Vudû’ 50, nr. 202-205; Müslim, Tahâret 72-80, nr. 272-274. 45) Ebû Dâvûd, Şüf‘a 73, nr. 3513-3518; İbni Mâce, Şüf‘a 2, nr. 2494. 46) Mâide 5/3. 47) İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, VI, 106 [Tunus 1984]. 48) Buhârî, Îmân 2, nr. 8; Müslim, Îmân 19-22, nr. 16. 49) Nahl 16/89. 50) Nahl 16/44. 51) Haşr 59/7. 52) Buhârî, Tefsîr 59/4, nr. 4886, Libâs 82-87, nr. 5931-5948; Müslim, Libâs 120, nr. 2125. 53) En‘âm 6/38. 54) Müslim, Kader 16, nr. 2653. 55) En‘âm 6/59. 56) Zuhruf 43/4. 57) Ankebût 29/51. 58) Nahl 16/89. 59) Enbiyâ 21/107. 60) Mehmet Yaşar Kandemir, Şemâl-i Şerîf Şerhi, I, 75. 61) Necm 53/18. 62) Haşr 59/7. 63) İbni Hibbân, es-Sahîh (Arnaût), VIII, 313-314, nr. 3544. 64) Âl-i İmrân 3/31. 65) Nisâ 4/80. 66) Ahzâb 33/21. 67) Nisâ 4/113. 68) Nûr 24/63. 69) Mâlik, Muvatta’, Kader 3.

Kaynak: Altınoluk Dergisi, 380. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.